Nazım ve Cihan’ın mirası

Nazım ve Cihan, tüm insanlığa birer miras bıraktı. Hakikat uğruna savaşmanın, cesaretle doğruları dile getirmenin ne demek olduğunu öğrettiler. Şimdi, geride bıraktıkları satırlarda ve ruhlarına adanan mücadelede yaşamaya devam edecekler.

NAZIM DAŞTAN - CİHAN BİLGİN

Bir kalemin ardında bir yürek atar; bir satırın arkasında bir cesaret gizlenir. Ve bazen, bu cesaret bir insan ömrüne sığamayacak kadar büyük olur. Gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin, yalnızca haberlerin ardındaki gerçeği aramakla yetinmediler; aynı zamanda hayatın nabzını tutarak karanlığı aydınlatan ışık oldular.

Nazım’la ilk tanışıklığımız, farklı bölgelerde ancak birbirine yakın konulu bir haberin araştırılması vesilesiyle oldu. Sonrasında, aralıklarla birlikte çalışma fırsatımız devam etti. Birçok toplumsal olayın haber takibi için de birlikte çalışma imkânımız oldu.

Nazım, aslında gazeteciliği, okuduğu sinemacılığın önünü açma amacıyla yaptığını, çünkü tüm ezilen halkların katliamlarını, acılarını ve direnişlerini en iyi sinema aracılığıyla belgeleyebileceğini düşünürdü. Zaten gittiği haberlere o bakış açısıyla baktığı için de çok kısa bir zamanda önemli haberlere imza attı. Çünkü bu, farklı bir bakış açısıyla bakmasına neden oluyor, sorduğu sorular bile klasik gazetecilik soruları olmuyordu.

“Gazeteciden önce devrimciyim” felsefesi, Nazım’ın duruşunda mevcuttu. Bunun için korkusuzca olayların üzerine gider, çevresine büyük bir güven verirdi. Bu, DAİŞ çetelerinin Kobanê’ye saldırısında da öyleydi; Bakur’da Silopiya ve Cizir direnişinde de öyleydi; DAİŞ’in Şengal saldırısında da öyleydi; Reqa ve Tebqa özgürleştirme hamlesinde de öyleydi; Efrin, Serêkaniyê ve Girê Spi işgal saldırılarında da öyleydi; işgalci Türk devletinin son Minbic saldırısında da öyleydi.

Karanlığı aydınlığa kavuşturmak için tüm olayları korkusuzca sorgulardı. Arkadaşlarına, çevresine ve topluma karşı çok mütevazı ve alçak gönüllüydü Nazım. Kalemiyle insanın hakikat arayışını ölümsüzleştirdi. O, sadece bir haberci değil, aynı zamanda bir sinemacıydı, bir toplumun vicdanıydı. Onun dizeleri, kadrajı adaletsizliğe karşı çekilmiş ve yazılmış birer ağıt gibiydi. Her kelimesi, suskunluğu bozan bir çığlıktı. Onun adı, adalet arayışında yankılanan bir ezgi olarak hatırlanacak.

CİHAN

Evet, Cihan Bilgin, bir insan bu kadar mı ismi ve soy ismine yakışır şekilde yaşar? Her şeyi bilmek isteyen, bildiği ve öğrendiği her şeyi anında ayrıştırarak toplumun çıkarına kullanan Cihan. Onunla ilk tanışanlarda, sıcak ve cana yakın duruşuyla sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibi bir his uyandıran Cihan. Sen, sessizlerin sesi, görülmeyenlerin gözleri oldun her zaman. Kendi sesini arka plana alarak başkalarının hikâyelerini ön plana çıkardın. Cesaretin, kaleminden taşan devrimci bir ruhu andırıyordu.

Cihan, yalnızca bir gazeteci değildi, aynı zamanda hayatın içindeki gizli kahramanları gün ışığına çıkaran bir kalbin de sahibiydi. Şimdi, onların sustuğu yerde kalemler de susuyor gibi, ama aslında sessizlikte dahi yankılanan birer ses oldular. Nazım ve Cihan, bir yıldıza dönüşerek gazetecilik göğünün karanlık köşelerini aydınlatan iki ışık oldular. Onlar, yalnızca meslektaşlarına değil, tüm insanlığa birer miras bıraktılar. Hakikat uğruna savaşmanın, cesaretle doğruları dile getirmenin ne demek olduğunu öğrettiler. Şimdi, geride bıraktıkları satırlar ve ruhlarına adanan mücadelede yaşamaya devam edecekler. Artık aramızda değiller, ama Nazım ve Cihan’ın kalemleri sonsuza dek yazmaya devam edecek. Çünkü bir devrimci gazeteci, gerçeğin ışığında yaşar ve o ışık hiçbir zaman sönmez. Bu iki gazetecinin hatırası, kalplerimizde yazdıklarıyla yaşayacak. Onların anısını yaşatmak, bizim görevimizdir.