Xelîl: İşgal gerekçeleri uyduruluyor
PYD Eşbaşkanlık Konseyi Üyesi Aldar Xelîl, Türk devletinin yeni işgal saldırıları için gerekçeler uydurma girişimlerine işaret ederek, “Saldırıların rengini değiştirme peşindeler” dedi.
PYD Eşbaşkanlık Konseyi Üyesi Aldar Xelîl, Türk devletinin yeni işgal saldırıları için gerekçeler uydurma girişimlerine işaret ederek, “Saldırıların rengini değiştirme peşindeler” dedi.
Ortadoğu’daki krizin daha da derinleşmesinin sebebinin Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uluslararası komployla esaret altına alınması olduğunu söyleyen PYD Eşbaşkanlık Konseyi Üyesi Aldar Xelîl, “24 yıl Ortadoğu halklarının ömründen gitti. Ortadoğu, bu 24 yılda kendini yeniden inşa edip sorunlarını çözebilirdi” diye konuştu.
PYD Eşbaşkanlık Konseyi Üyesi Aldar Xelîl, 9 Ekim komplosu, Suriye rejiminin tutumu ve Adana Mutabakatı, CPT’nin İmralı ziyareti ile Türk işgalciliğine ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
Uluslararası komplonun 25. yılına girildi. Komplo öncesinde Suriye’de nasıl bir atmosfer vardı, komplo süreci nasıl ilerledi? Şam rejimini etkisi ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın buna karşı tutumu neydi?
Bilindiği gibi Önder Apo, özgürlük ve demokrasi için proje sahibidir. Özgürlük ve kurtuluş için de büyük mücadeleler yürüten bir önderdir. Aynı zamanda Ortadoğu’nun tamamında demokratik bir sistem inşa projesine sahiptir. Öyle bir projeye sahiptir ki Ortadoğu’da tüm sorunlara cevap oluyor. Dünya ve bölgesel hegemonik güçler de Türk devleti aracılığıyla saldırılarını durdurmadı. Huzur ve sorunlara çözüm gelişmesini istemediler. Türk devleti şiddetli bir şekilde Hareket’e de Kürt halkına da saldırdı. Aynı zamanda Suriye devletine yönelik de tehditler geliştirdi. Hareket’e dönük saldırılarının operasyonlarla sonuç alamayacağını gördüğünde, hatta öncesinde Şam’da Önder Apo’yu hedefledikleri saldırıyla fiziki olarak ortadan kaldırmak isteme planları sonuç almadığında yönlerini Suriye devletine tehditlere çevirerek Önder Apo’nun Suriye ve Ortadoğu’dan çıkmasına çabaladılar.
Suriye devleti biliniyor, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Suriye devletinin dünya cephesinde daha çok o zaman Sovyetler Birliği, sosyalist parti ve çevrelerle Batı karşıtı cephe olarak tanınıyordu. Bunun için o kimlikle Filistin hareketi vb. kurtuluş hareketleri ve Kürt hareketleri bundan yararlanarak Suriye ve Lübnan’da az da olsa fayda sağlayabiliyordu. Türk devleti, Suriye rejimine karşı tehditleri gerçekleştirdiğinde rejim artık eski tutumuna sahip çıkamıyordu. Bir yandan özellikle 1989-1990’lı yıllardan sonra dünya eskisi gibi değildi. Sovyetler de eskisi gibi kalmamıştı. Süreç değişmişti. İkincisi Arap bölgeleri ve Ortadoğu’da tutum sahibi olan Şam’ın yanında durabilen Türk devletine karşı farklı tutum sahibi olanlar fazla yoktu. O dönem Mısır rejimi ve bazı ülkeler de sözde ‘Suriye korunsun, üzerine saldırı gelmesin’ diye tutumları Suriye’nin eski strateji ve taktiklerinden geri adım atmasıydı.
Diğer yandan da Türk devletinin tehditleri ciddiydi. Esasında Türk devletinin Suriye’ye dönük tehditleri ilk değildi. 1937’de bir kere öyle yaptılar. Ordusunu sınıra getirerek Suriye’yi işgal etmek istedi. Bu kez de ordusunu sınıra getirerek denizden hareket başlattı. Tehditlerini öyle sürdürüyorlardı. Tehditleri, ‘Ya bize teslim edersiniz, ya çıkartırsınız ya da saldırırız’ şeklindeydi. Gerçekten saldırı riskleri öndeydi. Yani esas Türk devleti bir bahane çıkartarak Suriye’yi işgal etsin. Bunun için böylesi bir atmosfer oluştuğunda savaş ihtimali ortaya çıktığında Önder Apo, “Hiçbir zaman istemiyorum ve kabul de etmiyorum benim yüzümden bölgede bir savaş durumu yaşansın; bir devlet başka bir devlete saldırsın” dedi. Zaten isteği Kürt sorununun bölge sınırlarından çıkartılarak uluslararası alanda çözüm bulmasıydı. Bu çıkışla bir yandan Suriye’de savaşın yaşanmaması, diğer yandan sorunun çözümü için bir adımın atılmasını sağlamaktı.
O dönem Önder Apo’nun Suriye’den çıkma durumu oldu. Komplodan bu yana Ortadoğu’da hiçbir sorun çözülmedi, aksine mevcut sorunlar daha da derinleşti. Örneğin Irak’ta kriz daha da büyüdü, Lübnan’da kriz halen sürüyor, İsrail ve Filistin arasındaki sorunlar çözülmedi, Suriye’nin artık bütünlüklü bir ülke sıfatı bile kalmadı, büyük sorunlar yaşanıyor. Türkiye’de Kürt sorunu çözülmedi. İran’ın Rojhilat tarafında sorunları çözülmedi. Yani insan sadece bu soruyu kendine sorarsa bütün cevapları öğrenir; niçin Ortadoğu’da o kadar savaş ve çatışma var? Kimse kendine bunu sormuyor mu? Başlıca nedenlerinden biri çözüm projesi vardı, ancak bu uluslararası komployla Önder Apo’yu Ortadoğu’dan çıkartarak sonrasında esir aldılar. 24 yıl Ortadoğu halklarının ömründen gitti. Ortadoğu bu 24 yılda kendini yeniden inşa edip sorunlarını çözebilirdi. Sorunlarını çözseydi, dünyanın en öndeki bölgesi olurdu. Ortadoğu krizi daha da derinleşmiş, zorlaşmıştır. Bunun tüm sebebi Önder Apo’nun esir alınmasıdır.
Şam-Ankara arasında imzalanan Adana Mutabakatı’nın bu komploda etkisi neydi, güncellenmesiyle ne yapılmak isteniyor?
Adana Mutabakatı esasta komplo ve Suriye’ye dönük tehditlerin ilk adımlarındandı. Bu anlaşma da Suriye devleti aslında egemenliği için geri adım atıyor. Birincisi Türk devleti geçilen yüzyılın başında Hatay-İskenderun bölgesini işgal ederek ele geçirdi. Adana Mutabakatı’na kadar Şam yönetimi, değerlendirmelerini yaptığında ve siyasi tutumlarını dile getirdiğinde çoğu zaman ‘Türk devleti işgali altındaki bölgelerimiz var, kurtarılmalıdır’ diyordu. Adana Mutabakatı’ndan sonra Suriye devleti artık bahsetmiyor. Bu esasta o anlama geliyor ki, bu anlaşmayla Türk devletine işgal ettiği İskenderun bölgesinin artık onun olduğu onaylandı. Suriye devleti resmi olarak bunu kabul etti. İkincisi önceden işgal edilen bölgeler dışında Türk devletinin ne zaman isterse her türlü gerekçeyle Suriye topraklarına 10 km kadar girebilmesine izin verdi. Yani Suriye’nin egemenliği, bütünlük onuru kalmadı. Suriye artık Türk devletine açık bir yer haline geldi.
Bu durum, Suriye krizi başlayana kadar devam etti. Sonrasında şimdi Türk devleti İdlib, Bab, Ezaz, Cerablus, Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî gibi bu bölgelerin tamamını işgal etmiştir. Bununla da kalmıyor. Zaten Türk devleti bunu söylüyor. Adana Mutabakatı’nda 10 km demiştik. O da bir hedef tespit edince vurup geri dönerim. Ancak mesafeyi 10 km’den artırmak hem de geri dönmeye mecbur kalmamak istiyor. Eskiden ‘Bu bölgeye kadar giderim. Hedefi vururum ya da tutuklarım, geri dönerim’ diyordu. Şimdi öyle yapmıyor. Suriye topraklarını işgal ediyor. Sadece 10 km içinde değil. Resmi olarak 30 km diyor ama elinden gelirse 60-70 kilometreye kadar gider. Bu Türk devletinin işgal projesine sahip, Ortadoğu’da başka halklar üzerinde kendini genişletme projesine sahip olduğu gerçeğini gösteriyor.
Bunun için Adana Mutabakatı, Suriye halklarının çıkarına değildir. Hiçbir zaman bölge halklarının tamamının çıkarına hizmet etmez. Aksine her zaman kriz yaşanmasına işgale yol açar. Baştan bu yana karşıyız. Güncellenmesiyle esasında zayıf ve Suriye topraklarından egemenliğinin fazla kalmadığını gören Suriye rejiminden faydalanmak istiyorlar.
Türkiye, Rusya-Ukrayna, ABD’yle çelişkileri, Koalisyon güçleri, Irak ve Suriye sorunlarını yan yana getirerek Şam yönetimine şartlarını kabul ettirmek istiyor.Aynı zamanda ‘Şam’la yeniden oturmak istiyoruz’ diyerek esas niyeti Şam’la birlik ve barış içerisinde yaşamak değil. Bu diyalog kapısını açarak hem Adana Mutabakatı’nı güncellemek hem de Özerk Yönetim karşıtlığı noktasında rejimden faydalanmak istiyor. Çünkü Türk devleti, Özerk Yönetim’e saldırarak, özellikle Kürt halkını yok etmek için herkesten yardım istedi. Başta Cephet El Nusra, ÖSO, DAİŞ’ten yardım istedi, şimdi de Suriye rejiminden yardım istiyor. Hiçbir zaman durmaz ve girişimlerini sürdürür.
İmralı’da süren mutlak tecride karşı dünyanın dört bir yanında milyonlar eylemlerini sürdürüyor. CPT’nin uzun bir aradan sonra heyet göndermesini sağlayan neydi, CPT’nin heyet görüşmelerine ilişkin kamuoyu bilgi vermemesi neyin işareti?
Yıllardır Kürt halkı başta olmak üzere bölge ve dünya halkları, aydınlar, işçiler, emekçiler, öğrenciler, gençler ve kadınlar, herkes Önder Apo’nun tutuklu bulunmasının meşru olmadığının farkındadır. İnsan hakları ve hukuk dışıdır. Cezaevlerinde değil özgür olmalıdır. Onun fiziki özgürlüğü için herkes harekete geçmiştir. Bu yıl içerisinde çok önemli ve anlamlı eylemler oldu. Önemli ve etkili eylemlerdi. CPT, mecbur kaldı. Çünkü eylemler durmadı. Yıllardır ağır süren bu tecride karşı tutumlarıyla işkence ve insan haklarının koruyan bir kurumdan çıktıkları gerçeğini gördüler. Öyle olsaydı görevlerini yerine getirirlerdi.
Önder Apo’yu ilk İmralı’ya götürdüklerinde CPT onu görerek, ‘Şimdi buradasın. Ama biz her zaman senin durumunun takipçisi olacağız’ dedi. 24 yıl geçti. Neyi takip ettin? Büyük bir zulüm yapıldığını görmüyor musun? Yapılan eylemlerin baskısıyla gittiler ama yine hukuk gerçeğince yaklaşmadılar. Resmi olarak açıklama yapmalıydılar. ‘Buradayız, durum budur. Hak ihlali yaşanıyor’ demeliydiler. 6 ay sonra raporlarını vereceklerini söylediler. O zaman gitmenin ne anlamı kaldı? Ne demek istiyorsun? Şüphesiz bu eleştiri konusudur.
Bu gidişi, halkların Önder Apo için eylemlerinin zaferi olarak değerlendirebiliriz. Bu bir baskı oluşturdu, ancak bu kurumların hepsi bir sisteme ve merkeze bağlıdır. Zaten o merkez bizzat komplo sürecini yürütüyor.
Üçüncü yılını geride bırakan Serêkaniyê ve Girê Spî’deki işgalin sonlandırılması için ne gerekiyor?
Türk devleti, Serêkaniyê ve Girê Spî’ye saldırı için 9 Ekim tarihini boşu boşuna seçmedi. Bu tesadüf değildi, aksine hesaplıydı. 1998’de nasıl Önderliğin bölgeden çıkmasıyla komplo süreci başlattıysam bununla da sizi yok etme süreci başlatacağım, dedi. Saldırılara karşı direniş olmasaydı ve diplomatik çalışmalar yürütülmeseydi bu saldırı o alanlarda sınırlı kalmayabilir ve farklı sonuçlar doğurabilirdi. Her şeye rağmen bu işgaldir ve böyle devam edemez. Halk evlerinden, köylerinden çıkartılarak göç ettirildi. Çok sayıda kişi tutuklandı, yaralandı, şehit düştü. Bunun için de Türk devletinin bu bölgelerden çıkması gerekmektedir. Başta Efrîn, Serêkaniyê, Girê Spî ve diğer işgal bölgelerinden (Cerablus, Bab vb.) işgali sonlanmalıdır.
Uluslararası güçler ve kuruluşlar, göç ederek bugün kamplarda yaşayan Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spîlilere karşı görevlerini yerine getirmiyor. Aslında topraklarımızın hiçbir yerinde işgalciler olmamalıdır. Onlar da görevlerini yerine getirerek onları bu topraklardan çıkartmalılar. Saldırılar yüzünden evlerini terk ederek bugün göçmen kamplarında yaşayanlara karşı görevlerini yerine getirmemeleri, Türk devlet vahşetine sessizliklerini gösteriyor.
Bu işgal altındaki topraklarımızı özgürleştirmeliyiz. Bu topraklarda işgali sonlandırmamız ve özgür yaşamak için kendi öz gücümüze dayanarak mücadelemizi büyütmeli, örgütlülüğümüzü güçlendirmeliyiz. Kendi öz gücümüze güvenmeliyiz. Yoksa bu kurumlara sırt bağlamamalıyız. Bu güçler özgürlüğümüzü düşünselerdi ne 9 Ekim komplosunu gerçekleştirirlerdi ne de Ortadoğu’nun bu kadar krizle boğuşmasına izin verirlerdi. Bugün bizim topraklarımız işgal ediliyor ve herkes sessiz kalıyorsa o soykırımcı işgalci güçlere ‘Serbestsin, istediğini yap’ dediğinin kanıtıdır. Bu da işgale ortak oldukları anlamına geliyor.
Türk devleti, Mersin’de yapılan fedai eylemin adresi olarak özelde Minbic’i işaret etmekle neyi amaçlıyor?
Türk devleti ve iktidarı Kürt düşmanıdır. Bir okyanusta bir gemileri arızalanırsa ‘Acaba PKK ya da Kürtler bunu yapmadı mı?’ diyor. Büyük zulüm ve baskı yapıyor. Bir halkı yok etmek istiyor. Bu halk direniyor. Bu halk direnince de ‘Niye direniyorsun?’ diyor. Sen bu halkı, tarihini, kimliğini yok etmek istiyorsun. Halen de niye direniyorsun, diyorsun. Yıllardır bu halkın çocukları fedai bir şekilde eylem yapıyor. Bu kutsal bişeydir. Meşru savunma hakkıdır. Mersin’de eylem yapan her iki Kürt devrimci fedai kadının eylemi, onurunu korumaydı. Seslerini dünyaya duyurmaydı. Halka, ‘Türk devleti bize ne yapıyor’ duyurulmasıydı. Erdoğan bunu düşünmek yerine, niçin bu gençler bu yaşta kendilerini feda ediyorlar, zulmüm o aşamaya ulaşmış ki insanlar kabul edemiyor. Artık tahammül edemiyorlar, ölüme geliyorlar. Bunu düşünmek yerine kim gönderdi, nasıl geldi gerekçelerini arıyor.
Zaten Türkiye’de ne olursa saldırı hedefindeki bölgeleri işaret ediyor. Kaç aydır saldırıyor. Saldırıları zaten durmamıştır. Savurduğu tehditler, saldırıları daha da büyütmedir. Saldırıların rengini değiştirmedir. Şimdi de bir gerekçe yaparak saldırı yapmak istiyor. Ne gerekçe uyduracak. Mersin nerede Rojava nerede. Mersin’de bir eylem olmuş. Minbic’de geldiklerini söylüyorlar. Bizzat yer ismi veriyor. Az kalmış bu evin içerisinde yapılmış diyecek. Bu o anlama geliyor ki, o kendisi gerekçe arıyor. Bu gerekçeyle bu kazanımlara saldırsın.
Türk ordusunun ne işi var Nisan’dan bu yana Zap, Avaşîn ve Metîna’da? Süleymaniye çevresi Kelar’a kadar 100-140 kilometreye kadar sınırı geçerek insanlara saldırıyor. Ne suçu var da Kürt kadın yazar, bir dergi ve akademide çalışan, Jineolojî bilimini geliştiren birini hedef alıyorsun. Gazeteciler, siyasetçiler, parlamenterler; hedef alınıyor. Kuzey-Doğu Suriye’yi de öyle yaptı. O gün Zeyneb Saruxan, Yılmaz Şero’yu hedef aldı. Öncesi de böyle. Öyle görünüyor ki içerisinde olduğu krizi, içte yaşadığı kaos ve zayıflık onu artık düşündüremeyecek bir aşamaya getirmiş. Artık önüne çıkan her şeye vuruyor. Savaşın bile ölçüleri var, onu da aşıyor. Mersin’de yapılan eylemi bir yerlere dayandırmak yerine bu insanlara ne yaptım da bana karşı bu tarz eylemler yapma aşamasına getirdiğini düşünmelidir. Niçin bir çözüm arayışı yapılmıyor. Bu meşru bir eylemdir. İnsanlar onurlarını korumak zorundadır. Onlar bu halkı yok etmek istiyor. Bu halk direnmeyecek mi? Erdoğan, her zaman vahşice ihlallerini sürdürmek için her zaman gerekçe arayışı içerisinde olacaktır. Gerekçe olmasa da yapıyor, ancak bazen uluslararası kamuoyu için böyle şeyler yaratma peşinde olacaktır.
DAİŞ’in yeniden canlanma tehlikesi durumu gündemde. Sizce DAİŞ’le mücadelede yeni yol haritası nasıl yürütülmelidir?
Bazı konular güvenlik ve ilgili kurumların işidir, onlar daha iyi bilir. Belli oluyor ki Türk devleti, DAİŞ’i tekrardan canlandırmak istiyor. Türk devleti, DAİŞ’e para, silah, cephane desteği veriyor, planlar yapıyor. Türk devleti onun önüne planlar koyuyor. Türk devleti bunu kullanmak istiyor. Özellikle Sinaa Cezaevi saldırısı ardından hazırlıklarını yaparak bölgede yeni bir saldırı yapmak istediler. Ancak Kuzey-Doğu Suriye’deki güvenlik güçleri ve Özerk Yönetim tüm kurumlarıyla tedbirliydi. Saldırıların önünü aldılar. Bu bir başarıdır, onları kutluyoruz.
DAİŞ’in halen tehlike arz ettiği unutulmamalıdır. Yük sadece Özerk Yönetim ve askeri güçlerine bırakılmamalıydı. Bu uluslararası büyük bir yüktür. Büyük tehlikeler kendisiyle getiriyor. Til Hemis’te yakalan cephane henüz bir yerde yakalanan cephanedir. Til Hemis gibi küçük bir yerde bu derece bir cephane görülüyorsa diğer bölgelerde ne kadar cephanenin olduğu hesaplansın. Bu, DAİŞ’in daha büyük tehlikeli planlarının olduğunu gösteriyor. Bunun için uluslararası güçlerin hepsi kendi sorumluluklarını yerine getirmelidir.