İklim tüketim alışkanlıklarının da kurbanı

Küresel ısınmayı arttıran faktörlerin başında aşırı ve bilinçsiz tüketim gelirken, bugüne kadarki tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi halinde de küresel ısınmanın etkilerinin ciddi oranda azaltılabileceği görülüyor.

Dünya ülkeleri Polonya’nın Katowice şehrindeki COP24 zirvesinde, 2015 Paris İklim Anlaşması’nın nasıl uygulanacağını kararlaştırmaya çalışıyor. Makro politikalar ile iklimsel felaketlere yol açacak küresel ısınmanın nasıl önleneceği tartışıladursun, nüfusu her geçen gün artan dünyada bireylerin tüketim alışkanlıklarının da ısınmada ciddi payı söz konusu.

GÜNLÜK AŞIRI TÜKETİLEN BİRÇOK ÜRÜN ZARAR VERİYOR

Küresel ısınmanın artmasında enerji tüketiminin yanı sıra tarımsal faaliyetlerin rol aldığı bilinirken, aşırı su tüketimi, ormanlık alanların azalması ve tarım kaynaklı karbondioksit (CO2) salınımlarının artışı bunda etkili oluyor. Dünya üzerinde tüketimi özellikle gelişmiş ülkelerde aşırı düzeyde olan et ve et ürünlerinin yol açtığı kirlilik ise bugüne kadar bilinenden çok daha fazla.

Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tahminlerine göre, halen salınan sera etkili gazların altıda birine yakını eti için beslenen büyükbaş hayvanlardan kaynaklanıyor. Bu oran tüm salınımların yüzde 14’üne denk gelirken, tarım sektöründeki toplam salınımların ise beşte dördünü oluşturuyor.

FAO’ya göre, büyükbaş hayvan besiciliğinde kullanılan gübre ve diğer yemlerdeki katkı maddeleri, bu hayvanların tüketimi ve yine etlerinin tüketiciye ulaştırılana kadar soğuk tutulabilmesi için harcanan enerji nedeniyle salınan CO2 oranı ise, atmosfere salınan toplam CO2 oranının yüzde 5’ine ulaşıyor. Bu oran Protoksit azot’ta (N2O) yüzde 53 ve metan gazında (CH4) yüzde 44’ü buluyor.

Uzmanlar, son yıllardaki bilinçlendirme çalışmaları sayesinde kısmen kişi başına düşüş gösterse de büyükbaş hayvan eti tüketiminin küresel ısınmaya yol açan gaz salınımlarında büyük rolü olduğuna işaret ediyorlar.

Aşırı kırmızı et tüketiminin küresel ısınmaya yol açan gaz salınımlarının yanı sıra doğal kaynakların oldukça fazla tüketilmesine yol açtığı da bir diğer gerçek. Örneğin dana etinin elde edilebilmesi için hayvanın beslendiği süre boyunca tonlarca su tüketmesi gerekiyor. Yapılan araştırmalar, 1 kilogram dana etinin ortalama 15 bin litre su tüketimine yol açtığını gösteriyor. Bu ise, neredeyse bir bireyin günlük yaşamda bir yıl boyunca tüketebileceği su miktarının da kat kat üstünde.

 NÜFUS ARTTIKÇA TÜKETİM VE KİRLENME DE ARTACAK

Birçok araştırmanın sonuçlarına göre, küresel ısınmadaki payı oldukça net olan et tüketimi ülkelerin gelir seviyelerinin yükselmeleriyle birlikte ciddi bir tırmanışa geçti. Az bir düzeyde tüketilmesi halinde başta çocuklar olmak üzere insan sağlığı için faydalı olsa da, aşırı tüketim halinde oldukça zararlı.

Et tüketiminin en yaygın olduğu ülkelerden Arjantin’de 2010 yılında kişi başına yıllık 56 kilogram dana eti tüketiliyordu. Dünya genelinde ise bu oran yıllık 38 kilogram civarında. Arjantin’de son yıllardaki bilinçlenme sayesinde bu miktar 2017’de 40 kilograma kadar düşse de, OECD ülkeleri içerisinde ilk sırayı almaya devam ediyor.

Bu konuda en endişe verici olan ise, nüfusu artan veya gelir düzeyi yükselen ülkelerde bu tür ürünlerin tüketiminde yaşanan artış. Çin Halk Cumhuriyeti’nde 1980 yılında kişi başına yıllık ortalama 13,7 kilogram et tüketiliyordu. Daha çok domuz eti tüketiminin olduğu Çin’deki bu miktar 2000’li yıllardaki 50 kilogram seviyesinin ardından 2017 yılında 34 kilograma kadar geriledi.

Afrika ülkelerinin büyük çoğunluğunda ise, kırmızı et tüketimi halen kişi başına birkaç kilogram seviyesinde seyrediyor. Ancak 1950’nin başında sadece 228 milyon olan kıtanın nüfusu 2017’de 1 milyar 200 milyarın üzerindeydi ve nüfus artışının 2050’ye gelindiğinde iki katına ulaşması ihtimal dahilinde.

Dünya genelinde ise 7,5 milyarlık nüfusun 2050’ye kadar 10 milyara ulaşması bekleniyor ve bugünkü tüketim miktarı baz alındığında her yıl ortalama 300 ila 400 milyar kilogram kırmızı et üretilmesi söz konusu olacak. Yani küresel ısınmaya neden olan gaz salınımları artacağı gibi yoğun bir su tüketimi olacak.

AŞIRI SU TÜKETEN GIDALAR

Tarımsal faaliyetlerin yol açtığı ciddi su kaybı ve sera etkili gaz salınımları, günümüz toplumunun tüketim alışkanlıklarının değişmemesi nedeniyle giderek daha tehlikeli bir hal alacak.

Küresel ısınmanın etkilerinin azaltılması için günlük beslenmede tüketilen gıdaların da iklimle bağının sorgulanması gerekiyor. Kimi sebze ve meyveler sadece çok az su harcanarak elde edilebilirken, kimilerinin tonlarca su kaybına yol açtığı biliniyor.

Futura Planete sitesinin derlediği bilgilere göre, etten sonra en fazla su tüketimine yol açan gıdaların başında çeltik pirinci geliyor. Bir kilogram çeltik pirinci için ise 5 bin litre su harcanırken, 1 kilogram soyada bu miktar 900 litre, bir kilogram patateste ise 590 litre su tüketiliyor. Benzer şekilde buğday, arpa, mısır gibi tahıl ürünleri ile muz üretiminde de kilo başına 230 ile 590 litre arasında su gerekiyor.

Buna karşılık başta havuç gibi yer altı sebzeleri ile meyvelerin ortalama su tüketimi et ve süt ürünlerine göre oldukça düşük. Sebzelerde bu miktar 300 litre seviyesinde iken, meyvelerde ortalama 900 litre seviyesinde.

Tüm bu tahmini veriler, insanlığın giderek aşırı su tüketimine yol açan gıdaların alımını azaltması ve çevreye daha az zarar veren gıdaları tercih etmesi gerektiğini gösteriyor.

LOKAL ÜRETİM DAHA AZ KİRLENMEYE YOL AÇIYOR

Gıda ürünlerinin ekimi ve üretimi sırasındaki kirlenme ve çevresel etkilerin yanı sıra bu ürünlerin tüketiciye ulaşma aşaması da üzerinde durulan bir diğer konu.

Yeni Zelanda’da yetiştirilen bir hayvanın etinin Avrupa’ya kadar 10 bin kilometrenin üzerinde yol yapıldıktan sonra ulaşması mümkün. Yani ancak haftalar süren bir deniz yolculuğu ve buna bağlı olarak yoğun bir karbondioksit salınımı gerekiyor.

Son yıllarda giderek daha fazla ‘lokal üretim’ sloganı yayılırken, bireylerin yaşadıkları yerlere yakın üretilen ürünlerin tercih etmeleri isteniyor. Ayrıca üretici şirketlerin metotları hakkında bilgi edinerek, sera etkili gaz salınımlarına ne düzeyde yol açtıkları hesaplanmaya çalışılıyor.

Elbette ithal ürünlerin sadece uzun bir yolculuk yapmaları nedeniyle iklime daha fazla zarar verdikleri tespiti her zaman için geçerli değil. Climatop adlı İsviçre’den bir kuruluşun yaptığı bir çalışmaya göre, Paraguay’dan İsviçre’ye ithal edilen şeker, İsviçre veya Almanya’da üretilene oranla yüzde 33 daha az karbondioksit salınımına yol açıyor. Uzmanlar, doğal ortamında yetişmeyen ürünlerin sera etkisini arttırdığına dikkat çekiyor.

PLASTİK KULLANIMI DÜNYAYI YAŞANMAZ HALE GETİRİYOR

Küresel ısınmaya yol açan ve aşırı düzeyde bilinçsizce kullanılan gıdalara ek olarak neredeyse her bireyin günlük yaşamda en az birkaç kez kullandığı plastikler de oldukça önemli bir sorun.

Üretim aşamasında bazı gazların salınımına yol açmasının yanı sıra plastik poşet, şişe, bardak, tabak ve onlarca tür ambalajın çöplere atılması ekolojik dengeleri alt üst edecek boyutlara ulaşmış durumda. Ayrıca gıda sektöründe kullanılan ambalajların insan sağlığına zararlı olduğuna dair birçok araştırma da bulunuyor.

Dünya üzerinde ilk kez yoğun kullanılmaya başlandığı 1950’li yıllardan bu yana 8,3 milyar tonu aşkın plastik ürün üretilirken, sadece 2017 yılında 348 milyon ton plastik üretildi. Bunun 65 milyon tona yakını ise Avrupa ülkelerine ait iken, plastik üretiminin 2016’ya oranla yüzde 4’e yakın arttığı da duyurulmuştu.

Öte yandan, plastik üretimi esnasında salınan metan ve elitlen gibi gazların henüz atmosferde biriken gaz miktarının hesaplanmasında dikkate alınmadığı biliniyor. Plos ONE dergisinde Ağustos ayında yayınlanan bir makalede, dünya üzerindeki plastik üretiminden kaynaklı metan ve etilen salınımlarının atmosferdeki sera etkili gaz birikimine etkisinin de hesaplamalara dahil edilmesi gerektiğine dikkat çekilmişti.

ATMOSFERİN YANI SIRA EKO-SİSTEMLERİ TEHDİT EDİYOR

Geçtiğimiz ay Endonezya’da çekilen kimi görüntüler de, plastik ürünlerin dünya üzerindeki yaşamı nasıl tehdit ettiğini gözler önüne sermişti.

Kıyıya vuran bir balinanın karnında toplam 6 kilogram plastik çöp olduğu görülürken, dev hayvanın yuttuğu plastik çöpler nedeniyle can vermiş olabileceği de duyurulmuştu. Deniz kenerlarında veya akarsulara atılan ve büyük kısmı okyanuslarda biriken çöp dağlarına dair son yıllarda çokça bilgi paylaşılıyor. Kimi bilim insanları okyanuslarda biriken milyonlarca ton plastik çöp için ‘Yedinci kıta’ terimini kullanıyor. Tahminler, 1950’den bu yana 200 milyon ton plastik çöpün okyanuslarda biriktiği yönünde.

Okyanus, deniz ve nehirlerdeki plastik çöpler nedeniyle çok sayıda canlı türü yok olurken, su altındaki eko-sistemler de zarar görüyor. Bunun sonucu olarak insanlık için önemli besin kaynaklarından olan balıklar ve diğer deniz canlıları azalırken, okyanuslarda asitlenme meydana geliyor.

GERİ DÖNÜŞÜMÜ OLDUKÇA ZOR

Birçok gelişmiş ülke başta olmak üzere artık tüm dünyada plastik çöplerin geri dönüşümü konusunda ilerlemeler sağlansa da, çoğu tek kullanımlık plastik ürünlerin ayrıştırılmasında yeterli düzey yakalanabilmiş değil. Sciences Advances dergisinde yayınlanan bir çalışmaya göre, bugüne kadar üretilen 8,3 milyar ton plastiğin sadece yüzde 9’u yeniden dönüştürülebildi.

Plastik çöplerin yüzde 79’unun diğer çöplerle birlikte atıldığı için ayrıştırılamadığı tahmin edilirken, önemli bir kısmının da küçük parçacıklar halinde uçarak denizlere düştüğü varsayılıyor.

Çöp ayrıştırma işlemleri son on yılda giderek daha fazla yaygınlaşsa da, bunun gerçekte çok küçük bir miktar olduğu da anlaşılıyor.