Afrikalı göçmenler: Bir kaçış ve kölelik düzeyinde yaşam

Türkiye’de yaşam mücadelesi veren Afrikalı göçmenler, kendi ülkelerinden kaçma nedenleriyle bir de bu ülkede karşılaşıyor.

AFRİKALI GÖÇMENLER

Türkiye’de göçmenlere, mültecilere yönelik saldırılar her geçen gün artıyor. Son beş yılda 4 defa büyük ırkçı saldırılara maruz kalan göçmenlerin gündelik hayatı da hiç kolay olmuyor. Büyük ırkçı saldırılar dışında gündelik yaşamlarında da zorluklar, baskılar, ayrımcılıklar yaşayan göçmenler ölümden, işkenceden kaçıp geldiği topraklarda yine benzer tabloyla karşılaşıyor.

Her ne kadar kamuoyunda Suriyeli, Afgan mültecilere yönelik saldırılar tartışılıyor olsa da ülkede uzun süredir yaşayan ve bir kısmı siyasi sebeplerden dolayı gelen Afrikalı göçmenlere yönelik baskı ve hak ihlalleri de sürüyor. Ancak bu sefer faşistlerin saldırılarından çok devlet güçleri aracılığıyla ya da ev sahipleri ve iş yeri sahipleri eliyle süren bu saldırılar ülkede yaşamaya çabalayan göçmenlerin gündelik hayatlarını olumsuz etkiliyor.

 Afrika’nın birçok ülkesinden gelen göçmenler, hem yaşama tutunmak hem de Afrika’da kalan aile üyelerine para göndermek için kölelik düzeyinde yaşamı kabul etmek zorunda kalıyor.

Türkiye’de Afrikalı göçmen sayısı ile ilgili güncel rakamlar bulunmuyor, Göç Araştırmalar Uzmanı Mert Dedecan’ın 2021 yılında yaptığı açıklamaya göre ülkede 100 binden fazla Afrikalı göçmen bulunuyor. Bunlar Afrika’nın çeşitli ülkelerinden geliyor. Yoğunluk olarak İstanbul’da yaşayan Afrikalı göçmenler İstanbul dışında özellikle Ankara ve İzmir’deler. Türkiye’de Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Kongo Cumhuriyeti, Somali, Senegal, Siera Leone, Gana, Uganda ve Nijerya’dan gelen göçmenler yoğunlukla.

Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Kongo Cumhuriyeti'nden gelen göçmenler İzmir Basmane ve Kadifekale gibi bölgelerde yaşamlarına devam ederken, Somaliler ile daha çok Ankara’da bulunuyor.

İNSANİ YAŞAM İÇİN GELİP ÇETELERİN ELİNE DÜŞÜYORLAR

Afrika ülkelerinden buraya gelmek zorunda kalan göçmenlerin en büyük hedeflerinden biri de ekonomik olarak bir seviyeye ulaşmak ve öldürülmemek. Afrika ülkelerinin bazılarında süren iç savaş ve özellikle Nijerya gibi ülkelerde yaşanan bağımsızlık mücadeleleri sonrası yaşanan devlet baskılarından kaçanların sayısı her geçen gün artıyor. Bu baskılardan kaçanların gittikleri ülkelerden biri de Türkiye. Türkiye’ye gelmek için ülkelerinde bazı çetelerle anlaşmalar yapmak zorunda kalan Afrikalılara yönelik ilk ihlal de burada yaşanıyor. Konuştuğumuz Afrikalılar, kendilerini Türkiye’ye getiren çetelerin konsolosluklarla iş birliğinde olduklarını ve onun rahatlığıyla vize alıp kendilerini ülkeye sokabildiklerini belirtti. Kendilerine iş bulma vaadi ile gelen çetelere paralarını veren Afrikalılar Türkiye’ye getiriliyor ancak burada kendilerine pasaportları verilmeyerek, kendilerinin belirledikleri işlere girmeleri dayatılıyor. Bu işler yoğunluklu olarak hizmetçilik, temizlik gibi işler oluyor ve çete bu işler üzerinden de göçmenlerden komisyon alıyor.

Bunların dışında Afrikalı kadınlar Türkiye’de bu çeteler eliyle fuhuşa sürükleniyor. İstanbul’da, özellikle Aksaray bölgesinde yoğunlaşan çeteler, pasaportlarına el koydukları Afrikalı kadınları tehdit ve şantaj yoluyla fuhuşa zorluyor. Aksaray’ın belli sokaklarında yapılan fuhuş pazarlığından polisin de haberi oluyor ancak çeteden belli bir rüşvet alan polis, bu duruma hiçbir şekilde karışmıyor. Fuhuş çetesinin eline düşen kadınların kaçmamaları için ise yanlarında ya da çevrelerinde çetenin üyeleri oluyor.

Fuhuş yapılan mekanlar aslında polis tarafından da biliniyor. Belli oteller, belli binalarda daireler fuhuş için kullanılıyor. Ancak çetelerden rüşvet alan polisler, çeteleri görmezden gelmeyi tercih ediyor. 2022 yılında Afrikalı göçmenlere yönelik yapılan polis operasyonundan etkilenmeyen bölgeler de fuhuş ve uyuşturucu çetelerinin olduğu bölgeler olmuştu.

Fuhuş dışında yine yoğunluklu olarak Aksaray bölgesinde hem de GGM’ye yakın bölgelerde çeteler Afrikalı göçmenlere uyuşturucu sattırıyor. Akşam saatlerinde ortaya çıkan bu çeteler, kendilerine herhangi bir şey olmasın diye yine tehdit ve şantaj yolları ile kendilerine bağımlı hale getirdikleri göçmenleri uyuşturucu ticaretine zorluyor. Ara ara polis operasyonlarında göçmenler yakalansa da onlara uyuşturucu madde sattıran, bulan kişilere yönelik herhangi bir yaptırım olmuyor.

İNSANİ OLMAYAN KOŞULLARDA YAŞAM MÜCADELESİ

İstanbul’da yaşayan Afrikalı göçmenler, genel olarak Okmeydanı, Esenyurt, Tarlabaşı, Aksaray gibi semtlerde kalıyor. Burada yaşadıkları evler çoğunlukla yaşam standartlarının altında, çok kötü koşullara sahip. Kaldıkları evler rutubetten geçilmezken, bazı evlerin gider borularının çalışmaması, evlerde kötü bir kokuyu da beraberinde getiriyor. Rutubetten kararmış duvarlar arasında, tuvaletten gelen pis kokular eşliğinde yaşam mücadelesi veren aileler, çalıştıkları işlerden aldıkları paranın az olmasından kaynaklı tek başlarına bir ev tutamıyorlar ve birkaç aile birlikte kalıyor. Evleri odalara bölen göçmenler her odada bir aile yaşayacak şekilde yaşam mücadelesi veriyor.

Evlerine misafir olduğumuzda fark ettiğimiz bir diğer durum ise, yaşam koşullarının özellikle çocukların hem ruh sağlığını hem de fiziksel olarak kötü etkilemesi oldu. Kaldıkları odaların küçüklüğü, özel yaşam alanlarının ve aile mahremiyeti gibi kavramların da ortadan kalkmasına yol açmış durumda. Ziyaretlerine gittiğimiz göçmenlerin bazılarının kaldıkları odaların küçüklüğü, oturacak bir yer bulunmaması, odaları sadece uyumak ve yemek için kullandıklarını gösteriyor. Evlerde bir doğalgaz bağlantısı ya da internet bağlantısına rastlayamadık. Ev kirasını ve faturaları bölen aileler, aldıkları düşük ücretlerin önemli bir kısmını da barınmaya harcamak zorunda kalıyor. Mutfak, banyo ve tuvaletin ortak alan olarak kullanılması da uzun süreli sağlık sorunlarını beraberinde getiriyor.

Her odada en az iki çocuk ile birlikte yaşam mücadelesi veren aileler, çoğunluklu olarak çocuklarını evlerde bırakıp sabahın erken saatten geceye kadar çalışmak için evden çıkıyorlar. Afrikalı göçmenlerin bazıları ise aldıkları paradan biraz kesinti yapıp çocuklarını kreşe veriyor. Kreş denilen yer ise, neredeyse 100 yıllık olan bir binanın bodrum katında, içinde gider borularının geçtiği, rutubetli bir yer.

LAĞIM FARELİ KREŞ!

Neredeyse 18 saate yakın çalışmak zorunda kalan aileler için en büyük sorunlardan biri de çocuklarını bırakacak yerlerin olmaması. Çoğu kaçak olarak yaşam mücadelesi veren aileler, kendi aralarında bir kişiyi ayarlayarak, adına kreş denilen bir yer tutup, çocuklarını sabah erkenden buraya bırakıp işe gidiyor. Kreş denilen bu yer ise kentsel dönüşümün yoğun yaşandığı, her gün polis baskısının hissedildiği bir semtte. Bodrum katında rutubetten duvarları kararmış, gider borularının tıkanması ve sıklıkla patlaması sonucu pis bir kokunun hakim olduğu bu yerde çocukları ziyaret ettiğimizde ilk dikkatimizi çeken ise çocuk sayısının çokluğu ve yaş aralığının farklılığı oldu. 4 aylık bebekten 12 yaşında çocuğa kadar farklı yaşlarda çocukların, kirli bir ortamda yaşamak zorunda kaldığı "kreş"te çocukla,r özellikle güvenlik meselesinden dolayı dışarıya çıkamıyor. Günde sadece bir öğün yemek verilen kreşte her ne kadar eğitim verilmeye çalışılsa da çoğunlukla başarılı olmuyor. Aileler sabah erkenden işe gittiklerinden ve gece geldiklerinden dolayı bazı çocuklar bazen iki gün boyunca bu sağlıksız koşullarda kalmak zorunda bırakılıyor.

Çocukların sadece ailelerinden uzakta güvenli bir alanda bulunsun diye bırakıldığı kreşlerde kendi aralarında da konuşamayan çocukların bazılarının en temel eğitimlerden uzak kalması dikkatimizi çekiyor. Nasıl yemek yeneceğini, tuvalet ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağını ve en önemlisi de konuşma yetisini geliştiremeyen çocuklar vardı. Bazı çocukların hangi dil olursa olsun konuşamadıklarını gördük. Aile içi eğitimden mahrum kalan çocuklar, yemek yerken kaşık kullanmaya da hakim değil.

Kreşi yöneten kadın ise, var olan çocuklardan aldığı ve toplamda 12 bin TL’yi geçmeyen para ile hem çocuklara yemek veriyor, kirasını ve ihtiyaçlarını karşılıyor hem de yaşamaya çalışıyor. Evden gelen kötü kokuları sorduğumuzda ise gider borularının sıklıkla patladığını, yağmur yağdığında hem yağmur suyunun hem de pis suyun evin içine dolduğunu, tuvaletin taştığını belirten kadın, çocukların bu koşullarda yaşamaya çalıştıklarını belirtiyor. Bu koşullar çocuklar için süreklilik arz eden sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor.

Kreşte mutfak olarak kullanılan alan bir kişinin dahi zorla girdiği çok dar bir oda. Çocukların ayakkabılarının tezgahın üzerinde olduğunu, ayakkabıların yanında tezgah üzerinde bulunan küçük bir tüpte yemek yapıldığını görüyoruz. Çocuklara bakan kadın, güvenlik açısından ve evden atılma korkusundan fotoğrafının çekilmesini istemiyor.

Kreşin bodrumda olması, rutubetin ve nemin çokluğu başka sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor. Çocuklara bakan kadın, bazen tuvaletin taştığını ve lağım farelerinin odalarda gezdiğini belirtiyor. Evdeki pislikten kaynaklı masaların üzerinde, yerlerde hamam böceklerinin gezdiğini gördük.

KAÇAK ÇALIŞMA, ÖLMESİN DİYE VERİLEN DÜŞÜK ÜCRET

Afrikalı göçmenler yoğunluklu olarak Esenyurt, Okmeydanı ve Aksaray bölgelerinde "çalışma imkanları" buluyor ancak yasal çalışma koşulları yok. Asgari ücretin çok altında ücretlerle, kölelik koşullarında çalışmaya zorlanıyorlar. Bu çalışma koşullarını kabul etmeme "hakları" neredeyse hiç olmuyor çünkü çalıştıkları iş yerlerinin sahiplerinin birbirlerine haber verip ortak çalıştıklarını söylüyorlar.

Okmeydanı’nda tekstil atölyelerinde, asgari ücretin çok altında bir paraya çalışmak zorunda kalan ve yoğunluğu Tarlabaşı semtinde oturan Afrikalı göçmenler için gün çok erken başlıyor. Polisin yoğun baskı ve tacizinden dolayı toplu taşıma dahil hiçbir araç kullanamayan göçmenler, Tarlabaşı’ndan Okmeydanı’na gidebilmek için ara yollardan yürümek zorunda kalıyorlar. Bu yürüyüş 1 ila 2 saat arası sürdüğünden ve sabah sekiz gibi işbaşı yapmaları gerektiğinden, göçmenlerin güne başlama saatleri çoğunlukla beş veya altı oluyor. Önce çocuklarını kreşe bırakan aileler sonra polis kontrolüne yakalanmamak için ara sokaklardan geçerek Okmeydanı’na gidiyor. Burada normal koşullarda sekiz saat olarak belirlenen çalışma saatinin çok üstünde saatlerde çalışmak zorunda bırakılan göçmenler için gün aynı şekilde yürüyerek eve gitme sonucu gece 23.00 gibi bitiyor. Bu yoğun çalışma sürecinde de aldıkları en yüksek maaş 12 ila 14 bin lira arasında oluyor. Her ne kadar mesaiye kalsalar bile hiçbir patron onlara mesai ücreti, yol parası, yemek parası vermiyor.

Okmeydanı dışında Aksaray semtinde de çalışan göçmenler için buradaki hayat Okmeydanı kadar kolay değil. Kolay değil diyoruz, çünkü Aksaray’da düzenli bir iş bulmak çok zor ve burada yaptıkları iki iş var. Yoğunluklu olarak kargo firmalarında çalışan Afrikalılar, Afrika’da yaşayan kişilere sanal medya hesapları üzerinden Türkiye’de üretilen ürünleri satıp kargo ile göndererek yaşamlarını idame etmeye çalışıyorlar ancak burada da düzenli bir maaş alamıyorlar. Çünkü satış olmazsa para da verilmiyor. Bunların dışında belli bölgelerde Afrika’dan getirdikleri yiyecekleri satarak geçimlerini sağlamaya çalışan göçmenlerin kendi ürünlerini sattıkları bir pazar yerleri de var. Bu pazar yerini belediye vermedi tabii, yıllar içerisinde kendiliğinden oluşan bir alan burası da. Ancak buralar da bir süre önce yapılan ve yüzlerce Afrikalı göçmenin Geri Gönderme Merkezlerine gönderildiği operasyon sonrası el değiştirerek Türklere geçmiş durumda. Kendi açtıkları dükkanlarda şimdi Türklere işçi olarak çalışmak zorunda kalan göçmenler, itiraz ettiklerinde polise ihbar edilmekten, GGM’ye gönderilmekten korkuyorlar.

Bunların dışında seyyar satıcılık, inşaat işçiliği, evlere özel kuaförlük hizmeti, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi işlerde de çalışılıyor. Ancak özellikle çocuk bakımı ve yaşlı bakımı gibi işlerde çalışanların çoğunluğunun pasaportları, onları Türkiye’ye getiren çeteler tarafından alıkonulduğu için kazançlarının bir kısmına bu çeteler tarafından el konuluyor.

İŞKENCEHANEYE DÖNEN GERİ GÖNDERME MERKEZLERİ

Afrikalı göçmenlere yönelik polis operasyonları sonrası gönderildikleri GGM’ler ise tam anlamıyla birer işkence merkezi görevini görüyor. Yoldan alınan göçmenler, kimseye haber verilmeden GGM’lere gönderiliyor ve eğer onu takip eden, akıbetini soran kimse yoksa uzun süreler bu GGM’lerde kalmak zorunda bırakılıyor. Eğer kendi ülkelerine gönderilmezlerse bu GGM’lerde işkence altında uzun süreler kalıyorlar. GGM’lerde yaşanan işkencelerin bazıları kamuoyuna yansımıştı. Görevlilerin özellikle Afrikalı göçmenlere yönelik hakaret, darp gibi baskı yöntemlerini kullandığı, kadınları taciz ettiği, tecavüz girişiminde bulunduğu ortaya çıkmıştı. Ancak bu suçlara yönelik herhangi bir etkin soruşturma bugüne kadar olmadı.

GENÇLER GÖÇMENLERE GÜNDELİK YAŞAMLARINDA DESTEK SUNMAYA ÇALIŞIYOR

Bunların dışında, özellikle İstanbul’da bulunan Afrikalı göçmenlerle ilgilenen Marksist bir topluluk, onların da güvenini sağlayarak, yaşadıkları yalnızlaştırma, ötekileştirme girdabından onları kurtarmaya, yaşama adapte etmeye, çaresiz olmadıklarını göstermeye çalışıyor. Mayısta Yaşam Kooperatifi üyeleri, özellikle Afrikalı göçmenlerin gündelik yaşama yeniden adapte olmaları için çalışmalar yürütüyor. Bunları yaparken politik olarak bir bilinç vermeyi de önemsiyorlar. Çocuklara Türkçe, İngilizce eğitimler vermek, çocukların ve büyüklerin sağlık sorunlarını çözmeye çalışmak, GGM’lere gönderilen göçmenlere ulaşmaya çalışmak, avukat yönlendirmeye çalışmak gibi faaliyetler içerisinde olan kooperatif üyeleri, göçmenlerin siyasi olarak da belli bir yerde konumlanması için uğraşıyor. En son Colemêrg’de yapılan garba yönelik Afrikalı göçmenlerle bildiriler dağıtan topluluk, çalışmalarına Afrikalı göçmenlerin olduğu bölgelerde ağırlık veriyor.

BETERİN BETERİ TÜRKİYE

İnsani bir yaşam hayali ile kendi ülkelerinden Türkiye’ye gelen Afrikalı göçmenler burada kendi ülkelerinden daha korkunç gerçeklerle karşı karşıya kaldı. Çoğunluğu aslında yeniden ülkelerine dönmek için çabalıyor. Avrupa ülkelerine gitme hayali kurarak, bir geçiş güzergahı olarak Türkiye’ye gelenler bile yeniden ülkelerine dönmenin yollarını arıyor.