AKP'nin iklim hedefleri bile hileli
AKP hükümetinin hileli göstergeleri sadece ekonomi alanında değil, iklim değişikliği gibi küresel alanda etki gösterecek konular da mevcut.
AKP hükümetinin hileli göstergeleri sadece ekonomi alanında değil, iklim değişikliği gibi küresel alanda etki gösterecek konular da mevcut.
AKP hükümetinin kendince metotlarla yaptığı projeksiyonlara dayandırdığı iklim hedeflerinin gerçekçi olmamakla birlikte hileli olduğu da varsayılıyor. Türkiye’nin enerji ihtiyacı gerçeğinden fazla gösterilerek, sanki sera gazı salınımlarının azaltılması için ‘çaba sarfediliyormuş’ gibi bir imaj veriliyor.
Aralık 2015’teki Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği 21. Taraflar Konferansı (COP21) sonrasında kabul edilen İklim Anlaşması, ABD yönetiminin geri çekilme açıklamasıyla yeniden endişeleri arttırdı. Ancak ABD yönetiminin aksine iklim hedefleri koyma adına aslında günümüzdekinden daha fazla sera etkili gaz salacak ülkeler de bulunuyor. Bunların başında da Türkiye geliyor.
AKP hükümetinin petrol, kömür ve gaz gibi fosil yakıtları sanayi ve enerji politikalarının merkezine oturtması, 2015’te Paris’te sunulan hedefleri tutturulsa dahi, küresel ısınmaya yol açan zararlı gazlarda Türkiye’nin payının 2-3 kat artmasına yol açabileceği hesaplanıyor. Türkiye’nin global sera etkili gaz emisyonlarında günümüzde yüzde 0,7 olan payının, azalmak yerine artması söz konusu.
AKP’nin uluslararası alanda kabul gören hesaplama metodolojisi yerine ‘kendi ulusal metodolisi'ni kullanması bir yana, ‘gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’nin kendi özel koşulları dâhilinde, iklim değişikliğine uyum ve etkilerinin azaltılması konusunda, gelişmiş ülkelerden farklı sorumluluklara sahip olması gerektiği’ şeklindeki teze sığınması da iklim hedeflerine yönelik şüpheleri arttırıyor.
MİLYONLARCA KİŞİ ETKİLENECEK
Küresel ısınmanın 2100 yılına kadar 3-4 derece arasında olması halinde deniz seviyelerindeki yükselmeden kaynaklı olarak etkilenecek ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği (IPCC) tarafından daha önce yayınlanan bir raporda, küresel sıcaklık artışlarının 3-4 santigrat dereceye ulaşması deniz seviyelerindeki artışın 1 metreyi bulmasının mümkün olduğu belirtilmişti. Bu durumda Türkiye’de doğrudan etkilenecek insan sayısı ise en az 3 milyon olacak.
Yine milyonlarca kişi de küresel ısınmanın yol açacağı kuraklık, iklim değişikliği gibi etkiler nedeniyle tarımda meydana gelecek gerilemeden doğrudan etkilenecek.
Türkiye’nin küresel ısınmanın yol açacağı iklimsel değişikliklere 'adaptasyon maliyeti'nin ise günümüzdeki değeriyle yıllık 20 milyar doların üzerinde olacağı tahmin ediliyor.
Tüm bu risklerin önüne geçilmesi için küresel ısınmaya karşı genel olarak üzerinde uzlaşılan hedefleri tutturmak yerine, neredeyse pratik hiçbir katkı yapılmayacağı anlaşılıyor. İktidardaki AKP’nin her konuda olduğu gibi iklim konusunda da yalan-yanlış projeksiyonlarla rakamları yüksek gösterdiği ve bu yüksek rakamlar üzerinden emisyon salınımlarını azaltma hedefini yutturmaya çalıştığı gözlerden kaçmıyor.
TÜRKİYE NE VAAT EDİYORDU?
Aralık 2015’te kabul edilen Paris Anlaşması, küresel ısınmanın 21. yüzyıl sonuna kadar en fazla 2 dereceyle sınırlandırılmasını hedefliyordu. Bu hedefe ulaşılabilmesi için her ülkenin ‘gönüllü’ olarak belirlediği sera etkili gaz salınımlarının azaltılmasına yönelik kendi ulusal hedeflerini koymaları isteniyordu.
30 Kasım-11 Aralık 2015’te düzenlenen COP21 Zirvesi’ne cumhurbaşkanı düzeyinde katılım gösteren Türkiye’nin hedefleri ise zirvenin ruhuna aykırı bir biçimde düşük kalmıştı. Türkiye’nin hesaplama ve kelime oyunlarıyla sanki bir çaba sarfedecekmiş gibi göstermesi dikkat çekmişti.
Avrupa Birliği (AB) üyeleri başta olmak üzere birçok ülke hedeflerini mevcut sera etkili gaz salınımlarına göre belirlerken Türkiye, 2030 yılına kadar bugünkü salınım düzeyinin olduğu gibi devam etmesi halinde 2030’da ulaşılacak düzeye göre bir oran belirlemişti. 2030 yılında ulaşılacak gaz salınımlarının yüzde 21 oranında düşürüleceği vaat edilmişti.
YİNE 'PARA KOPARMA' ANLAYIŞI
Türkiye’nin Birleşmiş Milletler (BM) İklim Sekretaryası’na sunduğu Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı’nda (Intended Nationally Determined Contributions-INDCs) 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını olağan seyir (business as usual) olan referans senaryodan yüzde 21 daha az artırmayı hedeflediği iletilmişti. AKP hükümetinin her fırsatta ‘büyük ülkeyiz’ demesine rağmen iklim hedefleri üzerinden de gelişmiş ülkelerden yine ‘para koparma’ anlayışı bu beyana da yansımıştı.
Beyanda, uluslararası finansman desteği sağlandığı takdirde Türkiye’nin daha fazla emisyon azalımı sağlayabileceği tarzı ifadelere yer verilmesi gözlerden kaçmamıştı. COP21’de uzlaşılan hedefler arasında, 2020’ye kadar ‘gelişmekte olan’ ve iklimsel politikalar nedeniyle ekonomik kayıp yaşayacak yoksul ülkelere yıllık 100 milyar dolar yardım yapılması öngörülüyordu. Aksi halde Türkiye gibi ‘yükselmekte olan ülkeler' (Emerging countries) kategorisinde olan ülkelerin tümüne yapılacak mali yardımların kimler tarafından karşılanacağı sorusu ortaya çıkacaktı.
SORUMLULUKTAN KAÇIYOR
Türkiye’nin enerji ithalatının cari açıktaki payının yüksekliğini bahane eden AKP hükümeti, enerjiye olan bağımlılıktan yenilenebilir enerjilerle çıkılmasının ‘ülkeye maliyeti’ olacağını savunuyor. Yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına daha fazla yönelinmesinin maliyetinin yanı sıra iklimsel değişikliklerle mücadele konusunda mali ve teknolojik imkanlarının yetersizliğini bahane ederek, iklim konusunda çok da fazla sorumluluk üstlenmeyeceği imajını veriyor. Bu da başta kömürle çalışan termik santrallerin yanı sıra son yıllarda varili 30 ila 50 dolar arasında gidip gelen petrolden kolayca vazgeçmeyeceğini gösteriyor.
Oysa Türkiye’nin iklim hedefleriyle bağlantılı olarak zaten ithal ettiği fosil enerjilerin payını azaltması ve kendi yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesi ekonomik açıdan ciddi getirileri beraberinde getiriyor. Son olarak Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından Almanya’nın Berlin şehrindeki Petersburg Klima Diyalogu adlı toplantılar vesilesiyle yayınlanan rapora göre, yenilenebilir enerji türlerine yapılacak geçiş sayesinde dünya çapında önemli bir istihdam ve ekonomik büyüme yakalanabilir.
Günümüzde 10 milyon kişiye iş imkanı sağlayan yenilenebilir enerjilerde yapılacak yatırımlar sayesinde bu sayının 2030’da 24 milyonu bulması bekleniyor. Yenilenebilir enerjilerde öne çıkan güneş ve rüzgar potansiyelinin Türkiye’deki yüksekliği dikkate alındığında, petrol, kömür veya doğalgaz ithalatında ısrar etmenin anlamsızlığı ortaya çıkıyor. Bu enerjilerin iklim hedeflerinin odağında olması halinde büyük bir istihdam olanağı sağlayacağı kesin.
TÜRKİYE'NİN BEYANININ AKSİNE
İklim hedefleri belirlenirken ülkelerin büyük çoğunluğu atmosfere salınan 6 önemli sera etkili gazın emisyonlarının azaltılmasına odaklanıyor;
* Karbondioksit (CO2),
* Metan (CH4),
* Nitröz Oksit (N2O),
* Hidroflorür karbonlar (HFCs),
* Perfloro karbonlar (PFCs),
* Sülfürhekza florid (SF6).
İklim hedeflerini belirleyen birçok ülke ise mevcut salınımları ve hatta 1990 yılındaki salınımları baz alıyor. AB Konseyi’nce Ekim 2014’de belirlenen hedefler arasında, söz konusu 6 gazın salınımlarının 2030 yılına kadar, 1990 yılına oranla yüzde 40 azaltılmasında uzlaşılmıştı. Yine yenilenebilir enerjilerin payının arttırılması ve toplam enerji tüketiminin en az yüzde 27’sine ulaşması hedefi konulmuş, bu ikinci hedef de hem yetersiz hem de kolaylıkla ulaşılabilir bulunmuştu.
Türkiye ise ‘referans senaryoya’ göre hesaplamada bulunmuştu. Bu senaryoya göre, Türkiye’nin normal şartlarda 2012 yılında 477 milyon ton olan emisyonları, 2030 yılına gelindiğinde 1 milyar 175 milyon tona ulaşacak. AKP hükümetinin sunduğu ‘emisyonları azaltma hedefine’ göre ise bu oran 2015 yılında 449 milyon tona indirilmiş olacaktı. 2030’a gelindiğinde ise 929 milyon tona azaltılarak, sözü edilen yüzde 21’lik azaltma hedefi tutturulmuş olacak.
Oysa bu beyana göre, Türkiye’nin diğer ülkelerin aksine sera etkili gaz emisyonlarını azaltmak yerine artmış olacağı görülüyor. Yani salınan gazların miktarı önümüzde 13 yılda 2015 düzeyinin neredeyse iki katına çıkmış olacağından, herhangi bir çabadan ziyade, salınımları 3 kata yakın arttırmak yerine 2 kata kadar arttırma gibi bir hedef ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin birçok gelişmiş ülkenin temel aldığı 1990 yılından 2011’e kadarki gaz salınımlarındaki artış da benzeri düzeyde olmuştu. 1990 yılında 218 milyon ton olan salınımlar 2011’de 400 milyon tonu aşarken, salınımların dörtte üçü enerji üretimi kaynaklıydı.
DOĞRU METODOLOJİ KULLANILMIYOR
Türkiye’nin iklim hedeflerini belirlerken kullandığı enerji modellemesi olan ‘TIMES-MACRO’, tarım, atık vb gibi diğer emisyonlar için ise ‘farklı ulusal model ve çalışmaları’ kullandığı bildirilmişti. Bu modellemelere ilişkin en önemli itiraz Avustralya Melbourne Üniversitesi İklim ve Enerji Departmanı tarafından yapılan bir çalışmayla gelmişti.
Üniversitenin yaptığı çalışmada, Türkiye gibi birçok ülkenin yaptıkları hesaplamaların gerçekçi olmadığı ve 'hot air' olarak nitelendirilen ‘farazi miktarlara’ ulaşıldığına dikkat çekilmişti. Çalışmada, Türkiye’nin 2030 yılı için beyan ettiği emisyon salınımları azaltım hedefinin gerçekçi bir referans senaryodan çıkacak bir tahminin üzerinde olduğunun altı çizilmişti.
HEDEF ‘YÜKSEKMİŞ’ GİBİ GÖSTERİLİYOR
AKP hükümetinin kendince metotlarla yaptığı projeksiyonlara dayandırdığı iklim hedeflerinin gerçekçi olmadığı gerçeği bir yana, bu hedeflerin hileli olduğu da varsayılıyor.
Türkiye’nin 1990 yılında 218 milyon ton olan sera etkili gaz salınımlarının 2011’de 400 milyon tonu aştığı biliniyor. Bu da 21 yıllık bir süreçte bu artışın iki katına ulaştığını gösteriyor.
BM’ye sunulan Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı’nda ise herhangi bir önlem alınmaması durumunda 2015 yılında 477 milyon ton olarak kabul edilen salınımların 2030’da 1 milyar 175 milyon tona ulaşacağı iddia ediliyor. Yani Türkiye’nin ekonomik büyümesinin en fazla olduğu 2000’li yılların da dahil olduğu 21 yıllık süreçte iki kattan biraz fazla artan emisyonlar, 2015-2030 arasındaki daha kısa bir periyotta ise 2,46 kat daha artacakmış gibi bir projeksiyon hazırlanmış.
Hazırlanan bu abartılı projeksiyonda da görüldüğü gibi Türkiye’nin enerji ihtiyacı gerçeğinden fazla gösterilerek, sanki sera gazı salınımlarının azaltılması için ‘çaba sarfediliyormuş’ gibi bir imaj verildiği anlaşılıyor. Bu konuya ilişkin daha önce Sabancı Üniversitesi’nde görevli Dr. Ümit Şahin tarafından yapılan bir değerlendirmede de salınım hedefleri yükseltilerek, emisyonların azaltılıyormuş gibi gösterildiği gerçeğine parmak basılmıştı.
TÜRKİYE ADİL BİR HEDEF KOYMADI
Dünyanın önde gelen bağımsız iklim araştırma kuruluşlarının oluşturduğu Carbon Action Tracker (İklim Eylem Takibi) tarafından COP21 Zirvesi öncesinde yayınlanan bir raporda, Türkiye’nin sunduğu hedeflerin ‘yetersiz’ olduğu vurgulanmıştı.
İklim Eylem Takibi’ne göre, küresel ısınmayı 2 santigrat derecenin altında tutma gibi büyük bir hedefin tutturulabilmesi için BM üyesi ülkelerin Paris’e sunduğu hedeflerden çok daha fazlasını yerine getirmesi gerekiyor. Ancak burada en fazla Türkiye’nin sözde ‘iklim hedeflerine’ işaret edilmiş ve Türkiye’nin normalde sunduğu sera etkili gaz emisyonlarının azaltılmasına ilişkin hedefin en az 2 ya da 3 kat daha fazla olması gerektiği gerçeği paylaşılmıştı.
KÖMÜRDE ISRAR ‘ENDİŞE VERİCİ’
Söz konusu raporda, Türkiye’nin belirlenen teorik hedeflerinin yanı sıra enerji politikalarının da ‘endişe verici’ olduğu uyarısında bulunulmuştu.
AKP hükümetinin meşhur 2023 hedefleri arasında elektrik üretiminde kömürün payını arttırma ve mevcut kömür kaynaklarını yüzde 100 oranında kullanma gibi çevre ve iklim düşmanı söylemler de bulunuyor. İklim Eylem Takibi raporunda, Türkiye’nin mevcut kömürlü termik santrallerinin sayısını 2020’ye kadar 4 kat arttırma ve üretim kapasitesini 80 bin MW seviyesine çıkarma yönündeki hedefine dikkat çekilmişti. Aynı raporda, sadece kömürlü termik santrallere yapılan ve yapılacak olan yatırımların dahi tek başına zaten yetersiz olan emisyon hedeflerini imkansız hale getireceği gerçeğine yer verilmişti.
YENİLENEBİLİR ENERJİ POTANSİYELİ
Türkiye’nin BM’ye yolladığı metinde dikkat çeken ve eleştirilen bir diğer nokta ise güneş ve rüzgar gibi yoğun bir potansiyelin yeterince değerlendirilmiyor oluşu.
Metinde ülkenin güneş ve rüzgardan elde edilecek enerji hedeflerinin düşük olduğu görülürken, konulan hedeflerin Türkiye’nin kullanılabilir reel potansiyelinin çok altında olduğu anlaşılıyor. AKP hükümetinin gönderdiği beyanda güneş enerjisini 2030 yılında 10 bin megawatt (10 gigawatt), rüzgar enerjisini ise 16 gigawatt’a çıkarma gibi bir projeksiyonu bulunuyor.
Türk Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca hazırlanan Türkiye'nin Güneş Enerjisi Potansiyeli Atlası’na (GEPA) göre, yıllık toplam güneşlenme süresi 2.737 saat (günlük toplam 7,5 saat) iken, yıllık toplam gelen güneş enerjisi 1.527 kWh/m².yıl (günlük toplam 4,2 kWh/m²) olarak belirlenmişti. 2012 yılı itibari ile toplam kurulu güneş kolektör alanı yaklaşık 18.640.000 m² olarak, yıllık düzlemsel güneş kolektörü üretimi 1.164.000 m², vakum tüplü kolektör ise 57.600 m² olarak hesaplanmış.
Aynı verilere göre, lisanssız elektrik üretim santrallerinin kurulmasıyla birlikte 2016 yılı sonu itibarıyla güneş enerjili santral sayısı 1.043 iken, diğer lisanslı santrallerle birlikte toplam kurulu gücün 832,5 megawatta ulaştığı anlaşılıyor.
Yıllık güneşlenme süresinin Kürdistan ve diğer bölgelerde 2 bin 400 ile 3 bin saat arasında olduğu ölçülürken, sadece Karadeniz bölgesinde 1900 ile 2 bin saat arasında olduğu görülüyor.
Tüm bu avantajlı konumuna, teknolojideki hızlı gelişmeye ve güneş enerjisi maliyetinin düşüşüne rağmen Türkiye’nin 2030’da sadece 10 gigawatt gibi bir hedef koyması şaşırtıcı. Türkiye’nin bu alanda giderek daha fazla yatırım yapan Almanya veya diğer Avrupa ülkelerine oranla fotovoltaik güneş enerjisi performasında yüzde 50 daha yüksek olduğu göz önüne alındığında, bu alana yönelik hedefler düşündürücü.
AKP hükümeti daha önce 2023 yılı hedefleri arasında 10 gigawatt güneş kaynaklı enerji üretimini koymuştu. Böylelikle bu hedef 7 yıl ertelenmiş oldu.
RÜZGAR ENERJİSİ HEDEFİ DÜŞÜRÜLDÜ
Türkiye’nin iklim hedeflerinde dikkat çeken bir diğer nokta ise daha önce 2023 yılında 20 gigawatt (20 bin megawatt) olarak belirlenen rüzgar enerjisi hedefinin düşürülmüş olması. Bu hedef de güneş enerjisinde olduğu gibi ertelenmenin yanı sıra daha da düşürülüyor ve 2030 yılındaki güneş enerjisi hedefi sadece 16 gigawatt olarak belirleniyor.
Rüzgar enerjisi üretimi Türkiye’de 2006 yılında sadece 51 megawatt olarak kayıtlara geçerken, toplam elektrik üretimindeki payı ise binde 7’deydi. Ancak yıllar boyunca katlanarak artan bu üretim 2012’de 2 bin 312 megawatta ve 2015’te ise 4 bin 718 megawatta (4,72 gigawatt) ulaştı. Rüzgarın 2015’teki toplam üretimdeki payı da yüzde 4,4 gibi bir orandaydı.
Ancak bu artışı devam ettirmek yerine 2030’a kadar mevcut üretimin 4 katı arttırılması gibi yetersiz bir hedef konuyor. Enerji Bakanlığı’nın tahminlerine göre Türkiye’nin rüzgar enerjisi potansiyelinin yıllık 48 gigawatt olduğu göz önüne alındığında, zaten tutturulması şüpheli olan bu hedefe de kuşkuyla bakılması mümkün.
HEDEFLER TUTTURULAMAYACAK
Türkiye’nin zaten projeksiyonlardaki oynamalar üzerinden ‘çaba sarfediliyor’ imajı vermeye dönük sera etkili gazları azaltma hedefinin dahi tutturulamayacağı tahmin ediliyor.
Fas’ın Marakeş şehrinde düzenlenen iklim zirvesi COP22 vesilesiyle yayınlanan bir raporda da bu gerçeğe işaret edilmişti. London School of Economics tarafından hazırlanan raporda, 2015 yılında BM’ye iklim hedeflerini sunan ve bu hedefleri tutturamayacağı öngörülen ülkeler arasında Türkiye de bulunuyordu.
Raporda, Avustralya, Suudi Arabistan, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kanada ve Arjantin’in yanı sıra Türkiye’nin iklim hedeflerinin yerine getirilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılmadığı tespitine yer verilmişti. Rapor, 2030 iklim hedeflerinin ancak bütün ekonomik branşları kapsayacak şekilde yasal düzenlemelerin yapılmasıyla mümkün olabileceğini ancak bunun yerine getirilmediği gerçeğinin altını çiziyordu.
Aynı raporda Almanya, Çin, Büyük Britanya, Fransa, İtalya, Brezilya gibi büyük ülkelerin belirledikleri hedeflere ulaşma amacıyla gerekli yasal düzenlemeleri yapmaya çalıştıkları vurgulanmıştı.