Özgürlük savaşçıları Şengal’e koşuyordu. Belki bir canı kurtarabilirim amacıyla... Cehenneme dönüşen mekanlardan bir cennet yolu açmışlardı. Canlarını siper etmişlerdi savunmasız bırakılan halkına karşı.
ZEYNEP NERGİZ BOTAN
BEHDİNAN
Çarşamba, 3 Ağustos 2016, 07:29
Biliyordu çünkü yetişecekti o kör zalimlere gününü göstermek hesap sormak için vurmuştu Şengal’in yollarına. İlkin 12’si ulaştı. 12 Havari, Dewreş’in 12 yoldaşı gibi 12 özgürlük yürüyüşçüsü vurdu Şengal’in topraklarına. O topraklara kirliliğin girmesine izin vermedi 12 havari. Sonra yüzlercesi ulaştı Şengal’e. Halkını Şengal’in dağlarına ulaştırdı. Zaten dağları onları korumamış mıydı? Bu şehirler de neyin nesi oluyordu. Şimdi yine dağları onlara kucak açmış kanatlarını siper etmişti. Tarih boyunca Kürdistan birçok katliamdan geçirilmiştir. Bir nevi sıradanlaştırılmak istemiştir Kürdistan’da ölümler... Eğer bir Kürt çocuğuysan tanıklık etmemen küçük bir olasılıktır. Bu yüzden bu bizde büyük bir kin yaratmıştır. Kürt insanı bu yüzden sürekli bir özsavunma halindedir. Çünkü düşmanı ona normal yaşama hakkı bile tanımamıştır. Fakat Şengal halkı savunmasız bırakılmıştı. Kandırılmışlardı. ‘Sizi savunacağız’ diyen güçler onları arkadan hançerlemiş ve bataklığa, ölüme terk etmişlerdi.
Ben de gitmek istedim. Tanık olacaklarım belki de ömür boyu beynimde yer edinecek insanlık dramlarından kesitlerdi. Tarih 5 Ağustos’tu. Şengal’e doğru yol almak istedik. Bir nebze olsun yaşananları tarihe aktarabilmek, ilerde bu insanlık düşmanlarını savunmasız insanlara neler yaptığını anlatmak için... ve insanlık düşmanlarını besleyen, büyüten, koruyan sömürgeci güçlerin gerçekleri gizlemesini engellemek için...
Bir de özgürlük gerillaları var. Karanlığın içerisine bir ışık gibi doğan, ve o ışıktan bir insanlık koridoru açıp savunmasız insanları, çocukları, yaşlıları, hastaları tek tek zarar görmesini engelleyerek kurtarıp güvenli alanlara ulaştıran halkın çocukları... evet onlar halklarını korumak için harekete geçmişlerdi. Zaten bu amaçla dağlara çıkmamışmıydı binlerce genç yürek.
VE ŞENGALLİLER…
5 Ağustos 2014 tarihinin her anı her saniyesi benim için tüm insanlığımı tekrardan gözden geçirtti. İnsanlığın geldiği son nokta olarak gördüm. İki yıl geçti üzerinden ama hala da yıl dönümünde aynı duygular, öfke sarar benliğimi.
Biz yol alırken arabaların içine üst üste binmiş, bagajları dahi doldurmuş, çöllerin yoğun tozundan bembeyaz olmuş yüzleri, saçları, elbiseleriyle binlerce Şengalli ile karşılaşıyorduk. Her birinin korku dolu gözler ile bakması insanlığa nasıl güvensizleştiğinin kanıtı idi. O anda duygularından, düşüncelerinden bir kesit almak istedim. Ama gözleri kelimelerin anlatamaya gücü yetmeyeceği duygular akıtıyordu. Kimi zaman yaş, hüzün, öfke olarak... İnsanlığa öfkenlenmişlerdi. İnsanım deyip sessiz kalanlara, bu duruma göz yumanlara öfkeliydiler. Onlar için tek insan olan hayat kurtarıcıları, onları o durumdan kurtaran yiğit evlatları Apocular dedikleri yiğit evlatları idi. Çünkü onlar kurtarıcıları olmuştu. Herkesin arkasını döndüğü, ölüme, uçuruma terk ettiği bir anda Apocular gitmiş ve onlara ışık olmuştu. Bu onları inanılmaz mutlu kılmış, duygulandırmış, güven vermişti.
Şengal’e yol alışımız sürerken Rojava Yönetiminin, onlar için hazırlanan göçmen kampına yetişene kadar birçok noktada kurdukları dinlenme, noktalarından birine vardığımızda bir grup Şengallinin henüz yetişmişti. Grup baya kalabalıktı. Herkesin yüzü, gözü, saçı, elbisesi tozdan bembeyaz gözüküyordu. Anneleri, babalarını kaybeden çıplak ayaklı çocuklar, bitkin düşmüş yüzü, sakal ve bıyıkları tozdan aynı rengi almış dedeler, gözleri öfke, intikam ile bakan ve bir an önce silahlanıp savaşmak için sabırsızlanan genç kızlar, erkekler...
Onlar noktalara varır varmaz takat kalmamış bedenlerin biraz kendine gelmesi için çikolata, bisküvi, içecek türü malzemeler hiç durmadan dağıtılıyordu. O an öylesine gururlanıyor ki insan. Tüm güçlerin yıkmak için tüm vahşi güçlerini devreye koyduğu güçler ile savaşıp Rojava Devrimini gerçekleştirmenin sonucuydu. Rojava Devrimi şimdi hayat kurtarıyordu. Kaybolmaya yüz tutmuş yitik hayatları yeniden yeşertiyordu. Akşam kalabalığının içinde herkes bulduğu boş yere uzanıp dinlenmeye çalışırken çocuklar için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Birçoğunun annesi, babası gözükmüyordu. Belki de diğer gruplarla geliyorlardı. Belki de bir grubun içine girecek kadar şanslı olamamışlardı.
MAVİ YÜREKLİ KÜÇÜK KIZ
“Şengal yollarının tozları üzerimde... Gözlerim yaşlı çünkü annemi kaybettim. Nerede olduğunu gören var mı? Şu elimi tutanlar da kim? Babam mavi fistanımı yeni almıştı neden bu kadar tozlandı.”
Hemen ileride iki adamın elini tutup yatıştırmaya çalıştığı mavi elbiseli, büyük gözlü, sarı saçları neredeyse beyaza dönmüş ve güneşte oldukça yanmış gözlerinden yaşlar akan küçük bir kız ilişti gözüme. Yanına gittim. Elindeki bisküvüyü kimse almasın diye sıkıca tutmuş, annesini arıyordu. Etrafa yabancı gözlerle bakıyordu. Onunla konuşmak istedim ama ağlamaktan başka cevap vermiyordu. Bir gün olanlara anlayacak yaşa geldiğinde karşı karşıya kaldığı katliamın ilk olmadığını anlayacaktı. Fakat o buna tanıklık etmişti. Ve anlam veremiyordu. Çocukça yüreği sadece annesini istiyordu o an... Mavinin anlamını biliyor muydu? Çocukken bize cesaret rengi derlerdi. Acaba bilinçli mi o gün o rengi seçmişti. Gerçekten de çok cesur bir kızdı. Cesur bir halkın cesur çocuğu olur...
YÜZÜNDE TARİH OKUNUYORDU
Yol almaya devam ediyoruz. Karşımıza çıkan her Şengallinin yüzünden o anların dehşeti, insanlık dışılıığı okunuyordu. Az sonra yanımızdan bir araba geçiyor ve hüzünlü bakışları ile Şengalli bir dedenin fotoğrafını zar zor çekebiliyorum. Ben Şengalli dedenin fotoğrafını değil aslında Şengal’in tüm duygularını çekiyorum. Çünkü o anda hepsi amcanın yüzünden okunabiliyordu. Başına gelenlerden o da şaşkın. Nerede hata yaptık, neden böyle oldu. Bize reva mıdır hep? ‘73. Ferman ama hiçbiri bunun gibi değildi’ der gibi bakıyor. İçimden; hayır dede bu size reva değil, siz değerlerinizi koruyan bir halksınız. Sömürgeci güçlerin vahşi yüzleri bu durumu hazmedemediler. Dedenin gözleri kıpkırmızı olmuş. Belli ki günlerdir uykusuz kalmış, belki de öfkesi, hırsı, kızgınlığı gözlerindeki kırmızıçizgilerden okunuyordu.
Biz Şengal’e yaklaştıkça insanlıktan öyküler karşımıza çıkıyordu. İnsanlıktan çıkmışlara inat. Çıplak ayaklarıyla saatlerce yol yürüyen çocuklar, birbirinin elini sımsıkı tutan eşler, babalarının boynuna sarılan bebeler, zar zor yürümeye çalışan yaşlılar. Arabaların gelmesine fırsat vermiyorlardı. Onlar için bir adım bile yürümek Daiş belasından uzaklaşmak bir kurtuluştu. Bu yüzden çoğu yürüyordu. Diğer taraftan da arabalar Daiş’in suikast girişimlerine rağmen halkı kurtarmak için sürekli hareketteydi. Ve özgürlük savaşçıları... Onlar da halka zarar gelmemesi için tüm güçlerini devreye koymuşlardı. Yolda susuzluktan dudakları, boğazları kuruyan halka tırlarla su gönderiliyordu. Rojava Devriminden yola çıkarak. Suyu gören Şengalliler yeniden doğmuşçasına suya koşuyordu. Sular boşaltıldıktan sonra tırın arkasına da birçoğu bindirilip güvenli alanlara götürüldü.
Şengal’e varana kadar böylesi binlerce olaya şahitlik ettik. Şengal’e varınca Daiş ile savaşmak üzere dağdan gelen gerilla güçlerinin müthiş hırslarını, bu durum karşısında öfkelerini gördük. Zaten kısa bir süre sonra da Şengal’i o öfke, hırs ile özgürleştirdiler.
İNADINA YAŞAMAK BÖYLE BİR ŞEY…
Öbür gün Rojava’nın Derik kentinde Şengal halkı için hazırlanmış Newroz kampına doğru yol aldık. Katliamı henüz yaşamış olan halkın yaralarını bir nebze olsun sarmak için neredeyse herkes ayaklanmıştı. Rojava Yönetimi, halk, meclisler... Özellikle Rojava’nın her şehrinden her türden günlük ihtiyaçlarını giderecek malzeme gönderiliyordu. Çeşitli yerlerden gelen kadınlar üç öğün yemek yapma işini üstlenmişlerdi. Yeter ki halka o anları biraz unutturmak için her türlü çaba veriliyordu. Her şey Şengalli Kürt halkı içindi. Herkesin çabası onlara destek vermek üzerine idi. Bu durum birkaç gün sonra çocukların gülen gözlerinden, annelerin, babaların dualarından belli oluyordu.
Evet, Şengalliler tarihe tekrar yazıldılar. Direnişçi özellikleri ile bilinen Êzidî halkı bu sefer de direnmiş vahşilere boyun eğmemişti. Bundan sonra ise öz yönetimlerini kuran Êzidî halkı, kendi güvenliklerini kendileri alıyor ve çıkacak her türlü tehlikeye karşı cevap verebilecek durumdalar. Ve kaybeden insanlık düşmanları tarihten silinmeye yüz tutuyor. Şengal ise artık dağları kadar özgür.