Deniz Özgür: Tarım ilaçlarıyla verimli topraklar zehirleniyor

Tarım ilaçlarının kontrolsüz kullanımı ve yaygınlaşması insan sağlığını tehdit ederken, bazı kooperatifler ve topluluklar zehirsiz tarım için mücadele ediyor.

GIDA GÜVENLİĞİ

Bir tarım ülkesi olmakla övünen Türkiye’de tarım ilaçları, özellikle AKP iktidarları döneminde, teşviklerle yoğun bir biçimde kullanılmaya başlandı. Tarım alanlarında zararlı haşerelerin yok edilmesi için kullanılan ilaçlar, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren ‘daha verimli tarlalar’ yaratacak, ‘daha çok ürün verecek’ denilerek yaygınlaştırıldı.

Ektiği araziden daha çok ürün alınmasını, daha çok ürün satılmasını isteyen çiftçiye uzun süre ucuz fiyatlarla verilen ilaçlar, bir süre sonra ürünlerin sağlığa zararlı bir hale gelmesine, insan sağlığını bozacak bir seviyeye ulaşmasına neden oldu.

TARIM ARAZİLERİ GİDEREK AZALDI

2024 yılı itibariyle Türkiye ve Bakur Kurdistan’da pestisit olarak tanımlanan tarım ilaçlarının kullanılmadığı toprak sayısında ciddi bir azalma oldu. 1990 yılında 27,9 milyon hektar olan tarım arazileri, iktidarların yanlış tarım politikaları ve güvenlik politikalarının sonucu olarak 2022 yılında 23,8 milyon hektara kadar geriledi. Bu da İstanbul üzerinden örneklendirilirse 7,5 İstanbul büyüklüğünde bir arazinin yok olması demek. Tarım arazilerinin yok olması, çiftçiliğin de yok olmasını beraberinde getirdi. Türkiye, artık insan sağlığının tamamen hiçe sayıldığı ve halk arasında ‘hormonlu’ olarak tabir edilen ürünlerin üretildiği bir ülke haline geldi. 1980 yılında 32 milyon dolar olarak açıklanan tarım ilacı ihracatı, 2015 yılı verilerine göre 363 milyon dolara kadar yükseldi.

Toprağın zehirlenmesine ve bir süre sonra verimliliğinin tamamen ölmesine yol açan pestisitlerden dolayı, bir tarım ülkesi olan Türkiye ve Bakur Kurdistan’da şu anda verimli toprak sayısı toplamda yüzde 30’lara kadar düşmüş durumda. Pestisitlerin kullanım oranlarına bakıldığında, yüzde 41 ile Kurdistan toprakları ilk sıradayken, batıda pestisit kullanımının yüzde 10 civarında olduğu açıklandı.

TARIM İLAÇLARINDAN DOLAYI ÖLÜMLER BAŞLADI

Pestisit olarak tanımlanan tarım ilaçlarının sadece toprağı zehirlemek, ürünleri sağlıksız hale getirmek gibi etkileri yok. Bunların yanı sıra; hem havaya dağılması, hem de ürünlerin bu şekilde üretilmesinden kaynaklı, insan sağlığını da kötü yönde etkiliyor. Özellikle pestisitlerin kullanıldığı alanlarda kanser vakaları her geçen gün artıyor. Doğru kullanımın ve saklanma şartlarının yerine getirilmemesinden kaynaklı ölümler de var. Bu ölümlerden en çok tartışılanı ise Eylül 2021 tarihinde, Kayseri’de, Saliha Çakır adlı 4 yaşındaki çocuğun ölümü oldu. Evde bulunan narı yiyen Saliha, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetmiş, adli tıp incelemesinde narın üzerinde tarım ilacı kalıntıları olduğu ortaya çıkmıştı.

Özellikle Kurdistan’da, iktidar eliyle çiftçilere verilen ve kullanmaları için teşvik edilen tarım ilaçları hem doğayı hem de insanları tehdit etmeye devam ederken, Kurdistan ve Türkiye’de pestisit kullanmadan tarım arazilerini eken ve sebze-meyve yetiştirmeye çalışan bazı kooperatif ve topluluklar dikkat çekiyor. Bu kooperatif ve topluluklar, ekolojik olarak doğanın talan edilmesi ve yok edilmesine karşı zehirsiz sofraların ve zehirsiz kentlerin mümkün olduğunu belirterek, sağlıklı gıdalar için mücadele ediyor.

GEZİ DİRENİŞİ SONRASI EKOLOJİK TOPLULUKLAR ARTTI

Özellikle Gezi direnişi sonrası gelişen ekolojik mücadele alanlarında, zehirsiz gıda üretme çabası, kooperatifler ve gıda toplulukları eliyle yürütülmeye çalışılıyor. İktidarın ekonomi politikaları karşısında zorlanılsa da topluluklar ısrarla ekolojik tarımın teşvik edilmesi için uğraşıyor.

İstanbul’da da 4 yıl önce bu fikirle kurulan ve halen “zehirsiz sofralar” şiarıyla çalışmalarını yürüten Beyoğlu Gıda Topluluğu, pestisit kullanmayan üreticiden aldığı ürünleri tüketiciye ulaştırmaya çalışırken bir yandan da insanlara zehirsiz kentler ve sofraların mümkün olduğunu anlatan etkinlikler düzenliyor. Kentin çeperinde bulunan tarım arazilerinin imara açılmaması ve kent içerisinde bulunan bostanların teşvik edilmesi için mücadele eden Beyoğlu Gıda Topluluğu, sadece üreticiden aldığı ürünleri tüketiciye vermekle kalmıyor, yurttaşların ekoloji mücadelesi açısından bilinçlenmelerini de sağlıyor. Bir tüketim şekline dönüşen ve fahiş fiyatlarla verilen ‘organik’ ürünleri satmayı reddeden, onun yerine kendilerinin denetlediği ve pestisit kullanmayan üreticiden ürün alan topluluk, hem üreticiyi ekolojik tarıma yönlendirme çabalarına hem de tüketicinin sağlıklı gıdaya ulaşması konusunda çalışmalarına devam ediyor.

Beyoğlu Gıda Topluluğu kurucularından Deniz Özgür, ANF’ye pestisitin zararlarını, zehirsiz kentler ve sofralar için yapılması gerekenleri ve Beyoğlu Gıda Topluluğunun çalışmalarını anlattı.

BEYOĞLU GIDA TOPLULUĞU EKOLOJİK BİLİNÇLE OLUŞTU

Beyoğlu Gıda Topluluğu fikrinin, Gezi direnişi sonrası ortaya çıkan ekoloji mücadelesinin bir ürünü olduğunu belirten Deniz Özgür, o dönem yaygınlaşan ekolojik bilincin birçok topluluk ve kooperatifin ortaya çıkmasına ön ayak olduğunu dile getirerek, şunları söyledi:

“Özellikle Gezi’den sonra; doğal tarım alanlarına, bostanlara, oraları hem korumaya hem de yeni bostan alanları yaratmaya yönelik ekolojik bilinç oluştu. Bu, aynı zamanda üretici ile kentin arasında kopan bağı yeniden inşa etmek üzerine bir örgütlenme fikrine yol açtı. İlk olarak 2010 yılında Kadıköy Kent Kooperatifi kuruldu. Biz de o zamanlar, kentin birçok yerinde oluşan topluluklarla bağ kurmaya; Beyoğlu’nda da benzer bir oluşumun imkanları üzerine konuşmaya başladık. Bizim burada bir yerel örgütlenme pratiğimiz, tecrübemiz var.

Hem kent muhalefeti hem kendi muhtarlarımızı seçmeye yönelik hem de mahallelerde afet çalışmaları bağlamında bir yerel bilincimiz vardı. Yerelin gıda ihtiyacını da bu kapsamda değerlendirdik. Bunları konuştuğumuz dönemde pandemi oldu. Bizim bu anlamda gıdaya yönelik çalışmalarımız sekteye uğrayacağı yerde genel kriz ve ekolojik kriz buna yönelmemiz gerektiğini gösterdi. Pandeminin yarattığı tedarik, lojistik kriz, insanların temel ihtiyaçlarını kendi mahallelerinde, kendi yerellerinde kotarmalarının daha mümkün olduğunu, daha gerekli olduğunu bize gösterdi. Bizim de Beyoğlu’nda yıllardır mücadelesini verdiğimiz bir bostanımız vardı. Bu şartlar altında başladık. Normalde sipariş listeleri alınıp, dağıtılıyordu. Bizim şöyle bir avantajımız oldu; kullandığımız yer eski bir lokanta, ekonomik sebepten kapatma kararı almışlardı ve biz de 2020 Eylül ayından itibaren burayı devralarak çalışmalarımıza başladık.”

KARBON AYAK İZİNE KARŞI OLDUĞUMUZ İÇİN İNTERNET VE KARGO SATIŞI YAPMIYORUZ

Çalışmalarını Taksim, Tarlabaşı, Cihangir gibi yerlerde yaptıklarını, başka bölgelerden de insanların geldiğini ancak özellikle karbon ayak izine katkı sunmamak için internet satışını ya da kargo ile gönderim yapmadıklarını belirten Özgür, sözlerine şöyle devam etti:

“Çok geniş kitleye ulaşabilmiş değiliz henüz, çünkü pandemi gibi dezavantajlı bir dönemde açtık burayı, mekânı ayakta tutmaya çalıştık. Bir de bunun üzerine toplulukların genel çalışma mantığı, gönüllülük esasına göre oluyor. Belli günler açabiliyoruz. O yüzden daha fazla kitleye ulaşma imkanımızı yaratamadık. Bunların dışında, kargo ve internet satışını, karbon ayak izine katkı olmasın diye reddettik. İnsanların buraya gelmesini, bizimle bağ kurmasını, üreticiyi tanımasını sağladık. İnternet satışı olmadığı için daha az insana ulaşıyoruz. O yüzden ekolojik ürünle beslenmeye çalışan insanlar buraya gelsin istiyoruz.”

PESTİSİT KULLANAN ÜRETİCİYİ BOYKOT EDİYORUZ

Belli ilkeler üzerinden hareket ettiklerini, bunların en önemlisinin pestisit kullanmayan üreticiler olduğunu ve üreticileri denetlediklerini belirten Özgür, ürünleri nasıl seçtiklerini ise şöyle anlattı:  “Yeni nesil tüketim kooperatifleri ve gıda topluluklarının belli ilkeleri var. Bunlardan bir tanesi; pestisit kullanmayan, kimyasal tarım ilacı kullanmayan ürünler.  Daha önce kurulan kooperatiflerle toplantılar yapıp, tecrübelerinden yararlandık. Üreticileri aradık, bulduk.

Ürünleri Beykoz, Silivri, Piyalepaşa’dan alıyoruz. Kaz Dağları’nda bulunan kadın kooperatifinden alıyoruz. Yoğunluklu olarak dezavantajlı toplulukları ve kadın kooperatiflerini desteklemeye çalışıyoruz. Zehirsiz tarım ilkesini benimseyen topluluklarla iletişim halinde oluyoruz.

İlaçlarda hedef ürünün verimli olması, daha çok olması üzerinden gidiliyor. Bunun içinde bazı “girdilerin” tarıma yönelmesi durumu var. Nedir onlar, aslında çeşitli koruma ilaçları adı altında verilen ilaçlar. Pestisit adı altında sınıflandırılıyor bunlar ama zehir aslında. Bunlar, ürünün daha fazla zehir içermesine yol açıyor. Çiftçinin üretim koşulları giderek azalmış durumda, yüzlerce çiftçi her yıl üretimi bırakıyor. Türkiye bu potansiyelini her geçen yıl kaybediyor.

Zehirsiz üretim yapan çiftçi sayısı oldukça az. Bunun teşvik edilmesi gerekiyor ancak yapılmıyor. Kısa ve orta vadede geniş kesimlerin ihtiyacını giderecek bir alan değil ancak teşvik edilirse olmayacak da değil. Zehirler, birçok kanser türüne ve yan etkilere yol açıyor. Biz de bu zehirsiz üretimimizin insanlar tarafından benimsenmesi için çalışıyoruz ancak üretici zorlanıyor; kolay bir üretim değil, teşvik edilirse tüm Türkiye’yi uzun vadede doyuracak, besinin değerini koruyan bir üretim tarzı bu.”

BOSTANLAR İSTANBUL’UN SEBZE İHTİYACININ YÜZDE 80’NİNİ KARŞILAYABİLİR

İstanbul özelinde bostanların ve tarım arazilerinin güçlendirilmesinin çok önemli olduğunu, kentin aslında bostan ve tarım arazileri ile var olduğunu söyleyen Özgür, “Bir hesaplama yapılmıştı. Orada, mevcut olan bostanlar daha etkin kullanılıp, korunursa, çeperdeki tarım arazileri teşvik edilirse İstanbul’un sebze ihtiyacının yüzde 80’i karşılanabilir deniliyordu.

Burası bizim sadece alıp sattığımız yer değil, burası bir politik mekân, topluluk. Burada söyleşilerde örgütlüyoruz; parklarda forumlar yapıyoruz, üretici ve tüketicileri bir araya getirip, farkındalığı arttırmaya, bir bağ kurmaya çalışıyoruz. Hem farkındalık sağlıyoruz hem de sahip çıkmış oluyoruz. Yoksa, bağı kopartan bir sistem var. Bir markete gidip, her şeyi alıyorsun ama orada mesela sorgulamadan alıyorsun. Ancak, üreticinin koşullarını öğrenince fiyatı da, diğer şeyleri de sorguluyorsun.”

BELEDİYELER İMAJ VE OY GETİRİSİ VARSA BU ALANA YÖNELİYOR

Organik ürün veya organik etiketli herhangi bir ürün bulundurmadıklarının da altını çizen Özgür; organik etiketinin ticarileştiğini, bunların yerine üreticiye bir form verdiklerini ve kendi belirledikleri ilkelere uygun yerlerden ürün aldıklarını, o ilkeleri teşvik etmeye çalıştıklarını belirtti.

Yerel yönetimlerin kendileri gibi topluluklara doğru yaklaşımlar göstermediğini, daha çok imaj çalışması, oy getirisi üzerinden baktıklarına da değinen Özgür, şöyle ifade etti: “Biz ilk yola çıkışımızı muhtarlarla yaptık. Onlar bizi desteklediler. Etkinliklerde de onların desteklerini alıyoruz ama yerel yönetimlerden bir destek görmedik. Genelde yerel yönetimler ya seçim dönemlerinde ya stratejik plan süreçlerinde ya da bir imaj sunmaları gerektiğinde bu tip oluşumlarla yan yana gelirler.

Beyoğlu Belediyesi AKP yönetimindeyken bizimle hiç iletişim kurmadı. Belediyeler genelde bu tip oluşumlara girmiyorlar. İBB, Halk Market diye bir kurum kurdu, birçok yerden alıcı oldu ama orada zehirsiz üretim ilkesi olduğunu düşünmüyoruz. Bir taraftan daha geniş, daha yoksul kesimlerin gıdaya ulaşması açısından doğru çalışma ancak, biz bu tür bağımsız toplulukların artması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü yarın öbür gün belediye el değiştirdiğinde yeni gelen eskisini yok sayabilir ve İBB’ye bağımlı hale gelen üretici boşa düşebilir. Biz, bu yüzden bu tip çalışmaların tekelleşmesini doğru bulmuyoruz. Dolayısıyla ‘biz yapıyoruz, halk alıyor’ diye oya dönüştürmeye, popülizme çalışan, siyasi mecraya dönüştürülen bir yaklaşımla bu meseleye bakıyorlar. İBB, ekolojik pazar kurdu ama orası iyi denetlenmiyor çünkü sebze-meyve halinden gelen ürünler de var. İyi denetlenmediği için pazarın prestiji kayboldu. Zehirsiz üretimi teşvik etse geri dönüşü olurdu ancak siyasi parti ve belediyelerin yaklaşımı çok farklı. Onlar kısa vadeli düşünürken, biz daha politik daha uzun vadeli düşünüyoruz.”

DEM PARTİ EKOLOJİK TARIMI YARATABİLECEK OLANAĞA SAHİP

DEM Partili belediyelerin ise, doğru yaklaşımlarla ekolojik tarım çalışmaları yapabileceğini, bunun için de belediyelere ait bir oluşum içerisine girmek yerine, var olan kooperatif ve topluluklara destek vermesi gerektiğini belirten Deniz Özgür, son olarak şunları söyledi:

“DEM Parti belediyeleri kolektifleri güçlendirmelidir. Belediyenin kendisi kooperatif kurmamalı, kurulan inisiyatifleri güçlendirmelidir. Lojistik sağlayarak, tanıtımlarını yaparak destekleyebilir. Belediyeler üreticiyi de, toplulukları da kendine bağımlı hale getirmemeli, bağımsız bırakmalıdır. Belediyelerin kendilerine bağımlı gruplar yaratmasını doğru bulmuyoruz. Belli ilkeler çerçevesinde anlaşılmalıdır ki DEM Parti bunu yapabilecek olanağa sahip.”