Güney Kürdistan’da bahar yolculuğu

Güney Kürdistan’ın Koye, Kandil, Qalaçolan, Süleymaniye, Pencewin, Halepçe ve Hawraman hattındaki doğa güzelliğini bir nebze de olsa size yakınlaştırmak ve hayallerinizi buluşturmak istiyorum...

Gökte mavinin daimi değişkenliğini, yerde ise yeşilin yüzlerce farklı tonunu görebildiğimiz bir zamanda yolculuk yapıyoruz. Bahar tüm renk ve hareketliliği ile ilerlerken, ben geçtiğimiz aylarda görüp, fotoğraflarını çektiğim Güney Kürdistan’ın Koye, Kandil, Qalaçolan, Süleymaniye, Pencewin, Halepçe ve Hawraman hattındaki doğa güzelliğini bir nebze de olsa size yakınlaştırmak ve hayallerinizi buluşturmak istiyorum...

Tabiatın güzel ve renkli uyanışına bizzat tanıklık ettiğimiz nisan ayında; yağmurların yanı sıra, bazen nazlı bazen ısrarcı bir biçimde biliren güneş, havadaki tazelik kokusu, rengarenk çiçekler ve bitki örtüsü insana yaşama sevinci aşılıyor... Doğa ile bağı sevgiye dayanan insanların yaşam sevinci hep canlı ve heyecanlı oluyor.

Buralarda ilk açan nergis daha sonra badem ağaçlarının çiçekleri doğaya baharı müjdeler...

Yol kenarlarında elleri nergis kokan çocuklardan önce nergis alırsınız, nisan ayının sonuna doğru ise aynı çocuklardan aynı yollarda çağla ve ışkın… Bu döngüyü her yıl farklı farklı çocuklardan aynı yol kenarlarında görürsünüz…

Baharı müjdeleyen sadece nergiz çiçekleri değil, pürüzsüz güzellikleriyle, onları ellerinde satışa hazır tutan şen çocuklardır... Belki de bahar, biraz da insan hayatının çocukluk evresine bu yüzden benziyor... Bahar aylarında tabiattaki herşey birşeyler anlatmaya çabalar... Birşeylere dikkat çekip, bir oluşum ve gelişim içinde olur herşey bu mevsimde...

Nergiz çiçeğinin, badem ağacının, yeşil çimenin, otların ve yeni filizlenen bitkilerin anlatmak istedikleri bir şey olmalı…

Yine bir araya geldikçe kararan dağıldıkça beyaza kaçan bulutların; zamansız ve yağınca durmak bilmeyen nisan yağmurlarının; dağların doruklarında eriyen karların, sesli ve hırçın akan derelerin, çatlayan toprağın, çiçek ve yaprak açan ağaçların, uçan ve göçen kuşların, otlanan kuzu, koyun ve keçilerin; oynaşan tüm diğer canlıların anlatmak isteği ve ulaşmak istedi “sırrın” diğer bir adı da bahar olmalı…

Şimdi bu “sırrı” fotoğraflarla da olsa anlatabilmek için, sizi yolculuğumuza davet ediyoruz...

Koye-Kandil-Süleymaniye

Güney Kürdistan’ın siyasi tarihinde önemli bir yer edinmiş Koye şehirinin içinden geçip, kuzey doğusunda duran Heybet Sultan tepesinin zirvesine vardığınızda, güneyinde uçsuz buçaksız engebeli bir ovayı görüyorusunuz...

Sonra Heybet Sultan’dan kuzey doğuyu seyrelediğinizde Dokan Gölünü ve gölün batısında ise neredeyse düzlükte inşa edilmiş Ranya şehrini görürsünüz...

Dokan gölünün mavilikleri ile ovanın yeşillikleri gider gri ve toprak rengi kayalıklar ile içi içe geçer ve onlarda gider bembeyaz zirveleriyle Kandil etekleriyle buluşur... Buradaki bahar renkleri iç içe geçer ama yine de her biri kendi farkını koruyarak tabiata zenginlik katar...

Kandil dağlarına varmak için dolambaçlı yollardan sonra yükseklere ve giderek daha da yükseklere yol alırsınız... Büyüleyeci bir tabiat adeta sizi kuçaklamak istercesine davetiye çıkarırır... Yağan yağmurlar yeşilin tüm tonlarını dağaya bağışlar... Kandil dağlarına; yüksekliklerinden ötürü bahar, güneyinde bulunan coğrafyaya kıyasla daha geç ulaşır...

Yine de en güzel baharın orada yaşandığına inanır birçok Güney Kürdistanlı... Bu dağlardaki havanın o tertemiz kokusu, ayrı bir mutluluk kaynağıdır. Başınızı nereye çevrirseniz çevirin, her yanda bir kıpırtıyı, renkliliği ve canlılığı görebilirsiniz...  

Yüksek zirvelerdeki karlar yavaş yavaş erir, şelaler oluşturur, dereciklere dönüşür, gider başka dereler ile bütünleşir ve sonra birkaç dereden gider Dokan gölüne dökülür...

Her ayrılığı farklı duygulara sebebiyet veren Kandil dağlarının zirvelerinden hatır isterken; Kortek tepesinin hemen güney yamacında gönlünüzü almak istercesine bir güzellik belirir... Burada bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla yokuştan aşağı inerken büyüleyici bir yolculuğa açalacaksınız...

Yokuşun sonunda Karfin deresinin sol tarafında bulunan araba yolu ise, aynı kıvrımlar ile devam eder. Bu yolun sağ tarafında küçük, sanki eski bir masaldan fırlamış gibi Barawa köyü görünür...

Taş-topraktan yapılmış evler ile bu köy, baharda bir inci gibi yamaçta duruyor...

Bu yolun devamında sağa yol aldığınızda, düzlükte Sangasar’in içinde geçersiniz...

Ardından Dokan gölünün kuzay doğu kıyısında başlayan, düz yeşil bir ovanın ortasından yol alırken, küçük küçük yerleşim yerlerini görürsünüz...

Düzlüğün sonunda bir yokuşu çıkarken, ikiye ayrılan yolda sağa saparsanız eğer, doğuya doğru yine bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla ilerleyen yolda ayrı bahar renkleri görürsünüz...

Bu esnada bu dağlık alanda sanki doğanın içerisinde unutulmuş gibi tek başına duran Dolabi küyünü vadinin derinliklerinde göreceksiniz.

İlerleyişinizi sürdürürken Sargallu-Bargallu önünüze çıkacaktır... Sargallu-Bargallu Güney Kürdistan’daki narin vadilerden birisidir... Bu vadi yüzlerce üzüm bağına yamaçlarını mesken etmiş... İlk gördüğümde; tebessüm eşliğinde “bakarsan bağ, bakmasan dağ olur” sözünün, buradan esinlenerek söylendiğini düşündüm...İnsanlar bu vadideki dağ yamaçlarına, öyle güzel üzüm bağları yapmışlar ki, etraftaki yeşillikler içerisinde, geç yeşeren üzüm bağlarının taşlardan yapılmış çitleri, bir resim çerçevesini anımsatıyor bize... Sargallu tepesini varınca, karşı yamaçlarda Piremegrun dağı görünür...

Nisan ayında hala zirvesinin karlı olduğu Piremegrun dağının eteğinde ise süzülen yol sizi etrafı tepelerle sarılmış Süleymaniye şehirine götürecektir...

Süleymaniye- Qalaçolan-Pencewin

Süleymaniye kent merkezinden kuzeyine, Azmar tepelerine doğru yol aldığınızda, tepeyi aşmamak için Ortadoğu’da az rastlanılan kısa bir tünelden geçersiniz. Tünelin sonunda en az Süleymaniye kadar büyük bir alanda bahçeli, yazlık evlerini göreceksiniz. Burası Sitek’tir. Maddi koşulları olanların gelip, kendine yaptıkları yazlık evleri, bahar görüntüsüyle Süleymaniye kent merkezine göre daha bir ihtişamlı duruyor...

Gökyüzünün durmadan başka bir renge dönüştüğü bir sabahta, yağmurda eşlik ediyor bize...Yağınca durmak bilmeyen nisan yağmurları eşliğinde, Pencewin’e ulaşmaya çalışıyoruz. Yolumuzda gördüğümüz doğa güzelliklerinin içinden geçerken tıpkı bir şiir dizesi, bir Mezopotamya melodisi tadında inişli çıkışlı ve bol virajlı bir ahenkle dans ediyor doğa adeta...

Çuarta vadisini geçerken her karesi ayrı bir bahar güzelliğini bize armağan ediyor...

Süleymaniye güneyinde sık görünen düzlüklerin tersine, burası dağlık bir alandır... Dağların heybeti ve doğaya verdiği biçim, bahar ile birlikte büyüleyici bir sinemagrafik mekana dönüşüyor.

Güney Kürdistan’da üretime en çok bağlı olan insanların mesken tuttuğu kasabanın Pencewin oldunuğu söyleniyor.

 Gerçektende Pencewin etrafındaki toprakların işlenmesinden, bunun ibarelerini görebiliyoruz. Etrafıki dağlık alanın vermiş olduğu heybet, Pencewin’i unutulmayacak bir kasabaya dönüştürüyor.

Pencewin’den dönerken aynı yoldan dönmektense Qalaçolan yolundan Mawat’a doğru yol alıyoruz. http://pho.to/Ahl7o/zp

Burada ise akan bir dereye eşlik ediyor yolumuz... Dere etrafında kurulan bahçelerde yaprak açan meyve ağaçları yaz aylarına müjde taşıyor adeta.

Yol boyunca aştığımız her tepenin zirvesinde veya virajın sonunda, ayrı bir doğa güzelliği karşımıza çıkıyor. Barsmaq’ta durup, karşıda buluna Yalanqoz ve Dri köylerine baktık.

Sonra karşıya geçip, Barsmaq’i izledik... 1970’lerin sonunda yaşanan yoğun askeri çatışmalardan ötürü birçoğunun boşaltılmış ve viraneye döşüntürülmüş bu yerleşim yerleri, adeta sahiplerinin dönmesini bekleyen bir hüzün içinde...

Güney Kürdistan’da 1991’deki Raperin (Yaşanan halk ayaklanması ile birlikte Saddam ordusunun Güney Kürdistan’dan kovulması) ile birlikte koşullar tekrar eski yerleşim yerlerine dönmeyi ve inşaa etmeye müsaitken, bu koşullar iyi değerlendirilmemişe benziyor...

Buralarda yaşamaktansa büyük şehir cazibesine kapılmış insanlar... Süleymaniye’deki konut ve insan yığılması bize  insanların doğa ile olan bağlarından bir zayıflamanın olduğunu gösteriyor. Oysa buralara dönmek, buralarda yaşımı inşaa etmek, şimdi Güney Kürdistan’da “siyasi ve ekonomik krizin” diye adlandırılan çıkmazın yol açmış olduğu, şehirlerdeki umutsuz ve mutsuz yığılmanın tersine, renkli ve coşkulu hayıta davetiye çıkarmaktadır...

Çünkü buralardaki güzelilkleri görüp, yaşamı burada inşa etmek, tabiattaki detayların gizemini çözmek; o gizemi mutlulukla karşılamak insanın elindedir.

Süleymaniye-Halepçe-Hawraman

Süleymaniye’den Halepçe’ye doğru yaptığımız bir çok yolculukta Abbas Kemandi, Nasır Rezezi ve Osman Hawrami’nin şarkılarını dinledik... Bu, Van’dan Doğubeyazıt’a yapılan doğa yolculuğunda Karapete Xaço’yu, Aram Tigran’ı ve Ozan Şemdin’i dinlemek gibi birşeydir...

 Yağmurlu bir sabahın sonlarına doğru yaptığımız yolculukta, artık bulutlarda yavaş yavaş mekan değiştiriyordu... Dağların üstünde ve zirvelerin altında süzülüp gökyüzüne karışan bulutları bazılarını görünce şu tanımı yapamadan edemedim: “bir bulut için özel olan an, dağın üstünde değil, zirvenin altında süzüldüğü vakittir…”

Bu bulutların dağlarla zaman zaman yaptığı gösterişi görebilmek ancak bahara mahsustur...

Süleymaniye’yi arkanıza alıp Halepçe’ye varmadan kısa bir mesafe önce sol tarafa düşer Ahmed Awa köyü ve Zalm şelalesi...

Burada Hawraman bölgesi Xurmal yerleşim yeri ile başlar ve Irak-İran sınırındaki Tewela’ya kadar uzanır...

Zalm şelalesine varmak için önce Xurmal, sonra da Ahmed Awa’nın içinden geçer, dolambaçlı bir vadide dağların yüksekliklerine doğru yol alırsınız...

Vadinin yamaçlarında nar, ceviz, kayısı, armut, dut, erik ve incir ağaçları ayrı ayrı bir güzelliği muştular...

Zalm suyu dağın kalbinde fışkırarak şelaleye dönüşen bir doğa harikasıdır...

Fışkıran su bir şelale gibi akar, sonra gider Zalm adını alan dereye dönüşür ve gider Derbendixan gölünü dökülür...

Zalm şalalesinin sağ tarafındaki yol dağın zirvesine doğru giderken, sağda ve solda gelincik tarlaları bize eşlik ediyor... Burası Hawramanların yurdudur... Yüksek dağ zirvelernin yamaçlarına kurulan bu köylerdeki yaşanmışlıklar, bize farklı bir topluluğun burada mesken tuttuğunu gösteriyor... Taş-topraktan yapılan bu köyler bunun temel göstergesidir.

Derin vadilere kurulan Sargat, Hana Tutman, Byara, Balxa ve Tewela köylerinin hepsi ayrı ayrı güzelliği ile farklı bir coğrafyayı keşfetmemizi sağlıyor...

Dağlık alanda kurulmuş bu köylerin güneyine düşen Halepçe ise baharda, Güney Kürdistan’ın belki de en güzel şehiridir...

Şehirin doğu tarafındaki dağlık bölgedeki uzun vadide Kakai Kürtlere ait üç köy bulunuyor.

Bu köylerden en belirgin olanı ise Hawar’dır.

Eski Hawar ile yeni Hawar köyü Güney Kürdistan’ın Xanakin, Kerkük ve diğer kasabalarında bulunan Kakai Kürtlerin daima geldikleri bir mekandır. Neredeyse 10 km’lik toprak yolun bir çok noktasında aileler gelmiş, güzel doğada kurdukları sofra etrafında bağdaş kurup, sohbet ediyorlar. Soran Kürtlerinden farklı olarak halay çekmeyi değil, sohbet etmeyi yeğliyorlar. Bunun da, Kakailerin kültürü ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum.

Dönüş yolunda Halepçenin güney ve güneybatısına düşen Derbendixan gölü etrafındaki tarla ve ekinler ayrı bir güzelliğe bezenmiş...

Farklı kimlik ve inanç gruplarının bir arada yaşadığı Halepçe etrafındaki ormanlık alan ve farklı renklere bürünen çiçekler, insan-doğa ilişkisindeki güzelliği gösteriyor bize...

Halepçe narları ile ünlenmiş bir şehirdir. Şehirin hemen hemen her yerinde görünen nar bahçeleri ile Halepçe bahara güzel bir ev sahipliği yapıyor adeta...

Halepçe’de yola çıkarken güneş kızıllığa bürünerek, göz kamaştırıcı bir edayla ağır ağır batıyordu... Yazın kavurucu sıcaklıklarla yeşilin sarıya dönüştüğü bu güzel yerleri giride bırakıp, Süleymaniye’ye dönerken, ister şehirin kuzeyinde, ister doğusunda ve isterse batısında olsun; çevresinde gördüğümüz ve yukarda da anlatmaya çalıştığımız bu güzel tabiat dokusundan sonra, şehirin merkezine yaklaştıkça, devasa beton yığınları, şehirin gürültüsü, ışıklandırma ve yoğun trafik, bize Kızılderililerin “insan doğadan uzaklaştıkça kalbi katılaşır” sözünü teyit eden bir katılığa dönüşüyor.