Kurdistan’da çoklu yıkım sistemi: Doğa kırımı
Son yıllarda devreye konulan savaş konsepti dahilinde Amed, Dersim ve Cûdî bölgeleri başta olmak üzere Kurdistan’ın birçok ilinde ekolojik alanlar sistematik bir şekilde yıkıma tabi tutuluyor.
Son yıllarda devreye konulan savaş konsepti dahilinde Amed, Dersim ve Cûdî bölgeleri başta olmak üzere Kurdistan’ın birçok ilinde ekolojik alanlar sistematik bir şekilde yıkıma tabi tutuluyor.
Kurdistan coğrafyasının insansızlaştırılması üzerine son yüzyılda sürdürülen çok yönlü doğa soykırımı artarak devam ediyor. Özellikle son yıllarda devreye konulan savaş konsepti dahilinde Amed, Dersim ve Cûdî bölgeleri başta olmak üzere Kurdistan’ın birçok ilinde ekolojik alanların tümü sistematik bir şekilde yıkıma tabi tutuluyor.
Lozan Antlaşması ile statüsüz bırakılan Kurdistan’da son yüzyılda coğrafyanın insansızlaştırılması amacıyla çok yönlü yıkım politikaları devreye konuldu. Kurdistan’da kültür, dil ve mekansal yok etmenin yanında coğrafyayı da kapsayacak çoklu yıkım mekanizmaları işletildi. Yerleşim alanlarının yakılması, ormanların yakılması, mera alanlarının yok edilmesi, nehirler üzerinde barajların kullanılması, maden işletmelerinin devreye girmesi gibi çok yönlü yıkım sistematiğinin devamı olarak işlev görüyorlar. Özel harp ve olağanüstü hukuk kuralları çerçevesinde doğa katliamı gerçekleştirilirken, bu yıkım sürecinin kurumsallaştırılması şeklinde bir süreç işletiliyor. Kurdistan’da yasaklarla ve savaş bahanesi ile boşaltılan ve askeri alan ilan edilen alanların kriminal bir şekilde kullanılma süreci sosyo-politik sonuçları da beraberinde getiriyor. Bu sürecin tüm alt yapısı ilgili tüm resmî kurumlar üzerinde gerçekleştirilirken, Hidro, kinetik sistemler ve Hidrometrik gözlem sistemleri de sonuçların çok vahim bir sürece evrildiğini de ortaya koyuyor.
Yüzyıldır devam eden çatışma ortamı bahane edilerek yüzlerce ormanlık alanın yakılması sistematik bir siyaset haline getirildi. Ormanlık alanların yakılması, doğanın orantısız bir şekilde bombalanması, ağaçların kesilmesi bir taraftan da doğa talanına dönüştürülmesi Kurdistan bölgesinde yetişen özgün endemik bitki deseni üzerinde ciddi bir baskı oluşturmuştur. Flora ve fauna dediğimiz canlı yaşamını bazı yerlerde yok ederken, bazı yerleri ise arızi bir bölgeye çevirmiş durumdadır. Özellikle son 20 yılda AKP iktidarları döneminde savaş alanı ilan edilen Amed, Dersim ve Cûdîi bölgeleri başta olmak üzere Kurdistan’ın birçok kırsal kesiminde ekolojik alanların tümü sistematik bir şekilde yakma ve yıkıma tabi tutulmuştur. Özellikle ormanlık alanların devlet eliyle kesilmesi ve yakılması tarihte benzeri görülmemiş bir yıkım sürecidir.
ORMAN KATLİAMININ TARİHÇESİ
Kurdistan’da orman katliamının en yoğun yaşandığı dönemler yüzyıllar önce Xarpêt'in (Elazığ) Maden ilçesinde bakır madeninin çıkarılması ile başladı. Osmanlı döneminde Amed’e bağlı beş maden ve çakıl taşı ocağı bulunmaktaydı. Üretim direk merkeze bağlı olup, merkezi yönetim için önemli bir gelir kalemi oluşturuyordu. Osmanlı devletin raporlarına göre, bakır üretimi için gerekli olan fırınların yakılması için kömür temini sağlanamayınca civardaki ormanlar bunun için kullanılmıştı. O dönemki raporlara göre yüzlerce ormanlık alan kesilerek maden fırınlarının yakılması için kullanılmıştır.
SAVAŞ GEREKÇESİYLE DOĞA KATLİAMININ TARİHÇESİ
Türk devletinin kurulması ile Kürt halkının hak taleplerine yönelik gelişen savaşlarda da sürekli ormanlık alanlar yakılmıştır. Savaşın bir parçası olarak değerlendirilen ormanlık alanların yakılması sistematik olarak 1925 Şêx Seîd ayaklanması ve sonrası başladı. Ayaklanma esnasında ve sonrasında binlerce sivil insan katledildi. Şark Islahat Planı çerçevesinde Kürtler sürgüne gönderilirken, iskan politikaları sonucu yüzlerce ormanlık ve mera alanı talan edildi. Daha sonra Ağrı Ayaklanması ve Dersim Soykırımında da aynı taktik izlendi. Türk devleti, etraftaki yaşam alanlarını da tümden kurutacak şekilde Kurdistan doğasına da savaş açtı. Amed, Dersim, Sêrt, Bedlîs, Agirî Mûş gibi direnişin sürdüğü yerlerde yüzlerce ormanı yaktı.
1960’larda ise Kurdistan’da kurulan kamu kurumları yapımında kereste ihtiyacı yine ormanlar talan edilerek temin edildi. Bu tarihlerde Kurdistan’da kurulan askeri ve kamu kurumların ısınma ihtiyacı yine ormanlık alanlar talan edilerek giderildi. Bunun yanında halkın da ısınma amaçlı ormanları yok etmesine yönelik bir denetim mekanizmasının oluşmamasından kaynaklı yüzlerce ormanlık alanlar yok edildi. Meslek Odaların tahmini verilerine göre, bu süreçte yüz binlerce hektarlık alan yok edildi.
1990’LARDA 20 YILDA 9 BİN HEKTARLIK ALAN YAKILDI
Kurdistan’da doğa katliamı kesintilerle devam ederek, 1980’lerde PKK ayaklanması ile başka bir boyuta taşındı. Devlet yine Kurdistan’ın insansızlaştırılması temelinde bir savaş konsepti devreye koydu. Devletin yüzyıllık yakma ve yıkma hafızası tekrar devreye girdi. Binlerce köy ve mezra yakılıp yıkıldı. Yüzlerce ormanlık ve mera alanları yakılarak yok edildi. Şirnex, Amed, Çewlîk, Mûş, Bedlîs, Sêrt, Dersim ve diğer yerlerde birçok ormanlık ve mera alanı yok edildi.
Türk meclisinde 1990’lı yıllarda Kurdistan’da yakılan orman yangınları ile ilgili verilen bir soru önergesinde, yıkımın boyutu verilen cevap ile daha iyi anlaşılacaktı. Türk devletin resmi kayıtlarına göre, '94-99 yılları arasında askeri bombardıman sonucu sadece bir ayda 33 ormanın yakıldığı ve 20 yılda 9 bin hektarlık alan yok edilmiştir.
2015 yılında tekrar savaş konseptinin devreye girmesi ile Kurdistan coğrafyası yeniden yakılmaya başlandı. Bu sefer Türk devletin yürüttüğü savaşın doğa tahribatı Kuzey ile sınırlı kalmayacaktı. Kurdistan’ın Başû ve Rojava alanlarında da doğaya yönelik ciddi saldırılar yapılıyor. Özellikle Dersim, Çewlîk, Amed, Sêrt, Bedlîs kırsalında ormanların yakılması, bölgenin bitki örtüsüne yönelik de ciddi tahribatlar yaratıyor. Yakılan ormanların ‘güvenlik’ gerekçesi ile söndürülmesine izin verilmiyor. Orman yakmalarının yanı sıra özelikle Şirnex-Cûdî ve Kurdistan’ın Güney illeri sınırında kereste amaçlı ormanların kesimi de katliamın başka bir boyutu olarak devam ediyor. Êlih, Dersim, Sêrt ve Bedlîs'te tüm tepkilere rağmen güvenlik gerekçesiyle ağaç kesimi devam ediyor.
ROJAVA VE BAŞÛR’A SIÇRAYAN ORMAN KATLİAMLARI
Yine savaşın bir parçası olarak doğanın yok edilmesi politikaları Kurdistan’ın güneyinde de sürdürülüyor. Askerler ve korucular tarafından Başûr'un sınır illerinde ormanların yakılması ve ağaç kesimi aleni ve açık bir şekilde yapılıyor. Kurdistan Bölgesel Yönetimi ve KDP buna itiraz etmediği gibi, tepki gösteren halka yönelik de baskı uyguluyor. Yine Rojava’nın Efrîn kentinin işgali ile doğa katliamı başladı. İnsanların geçim kaynağı olan milyonlarca zeytin ağacı kesildi. Ormanlık alanlar yakıldı. Milyonlarca zeytinlik ağaçlar talan edilerek Türkiye’ye getirildi.
Kurdistan coğrafyasında çoklu yok etme sistematiği yanında gerilla alanlarında insanlığa karşı suç kapsamına giren kimyasal silah kullanımı, ekolojik varlıklara geri dönüştürülemez zararlar veriyor. Doğadaki tüm canlıları yok ediyor. Kimyasal silahlar yer altı sularına karışarak, suların kirlenmesine, iklimin zehirlenmesine neden oluyor. İnsan ve hayvan yaşamı yanı sıra bitki örtüsünü yok ederek bölgenin ekosistemini yok ediyor.
KURDİSTAN’DA SU KAYNAKLARININ KİRLETİLMESİ VE BARAJLAR
Kurdistan’da yer altı ve yer üstü su kaynakları hızla tahribata uğramaktadır. Büyük nehirlerin çoğunun üzerinde en az bir olmak üzere çok sayıda baraj kurulmuştur. Derelerin çoğu ise son yıllarda maden aramasının yarattığı kirlilik yüzünden büyük bir kirlenme ile karşı karşıya. AKP’nin doğaya yönelik politikaları sonucu birçok dere vadisi baraj ve HES’lerle kurutulmak isteniyor. Barajların yapıldığı alanlarda sosyal ve kültürel kayıplarda ortaya çıkıyor. Tarım üretimi üzerinde uzun vadede ciddi olumsuz sonuçları olacak. Savaşın bir işlevi olarak inşa edilen barajlar, Kurdistan coğrafyası açısından büyük bir tehlike oluşturuyor. Ekolojik sonuçları olduğu gibi sosyal, kültürel ve siyasal açından da ağır sonuçları oluşmaktadır.
Türk devleti, 1960’lı yıllarda Kurdistan’da tüm nehirlerin, akarsu, dere ve çay üzerinde HES ve barajlar inşa sürecini başlatarak doğa katliamını hızlandırdı. HES ve barajların Kurdistan’da yapımını temelinde güvenlik anlayışı ve doğanın tümden askeri amaçlı kullanma hedefinin bir parçası olarak gelişti. Kurdistan’ın kuzeyinde bulunan 52 baraj nehir yataklarında yaşattığı bozukluklar nedeniyle kuraklık başta olmak üzere birçok ekolojik sorun yarattı. Yapılan HES ve barajlar bölge halkına ekonomik bir gelir getirmediği gibi sadece yandaş sermayeye ekonomik kazanç sağlıyor. Kurdistan’da bu barajlar ve HES’lerden elde edilen enerji ve elektrik üretimin çoğunluğu ise battı illerindeki sanayi bölgelerinde kullanılıyor.
1965 yılında yapımına başlanan Keban Barajı gölünün dolmasıyla ile Kurdistan’ın nehirlerine ilk müdahale başladı. Elazığ, Dersim ve Malatya arasında 31 km3 hacminde ve 687 km2 genişliğinde bir göl oluşturuldu ve Fırat nehri ekosistem zenginliğine ilk müdahale bu şekilde yapıldı.
Tüm itirazlara rağmen Türk devleti, Ilısu Barajı ve HES projesini tamamlayıp baraj gölünü doldurdu. Ilısu Barajının kapsadığı alan itibari ile on binlerce insan göç etti. 200 km alandaki tarım alanları sular altında kaldı. 12 bin yıllık geçmişe sahip Hasankeyf sular altında kaldı. En az 400 arkeolojik sit alanını da sular altında bırakılarak, olağanüstü zenginliğe sahip Dicle Vadisini 136 km boyunca göle çevirdi. Bu şekilde Kurdistan’ın en kuzeyinde en büyük ekolojik katliamlardan biri yapıldı.
GÜVENLİK BARAJLARI
Kurdistan’ın kuzeyinde 1980’lerde GAP projesi ile başlayan barajlar silsilesi, 1990’larda ekonomik-enerji amaçlarından ziyade daha çok güvenlik amaçlı olarak yapımı yaygınlaştırılmıştır. GAP ile başlayan süreçte şimdiye kadar Fırat Nehri üzerinde 5 mega baraj bulunuyor. 2009 yılından itibaren askeri amaçlı ‘güvenlik’ adı altında Hakkâri ve Şırnak illerini kapsayan 11 barajın yapımı ile bölgenin insansızlaştırılması ve bölgenin tümden askeriyenin kontrolüne geçmesi esas alındı. Devlet Su İşleri (DSİ) 2007 yıllık faaliyet raporun da “2007 yılında yatırım programına etüt-proje kapsamında sınır güvenliği sebebiyle alınan Su Şişirme Bentleri adı altında 11 adet barajın kati proje yapımı ihale edilmiştir” şeklinde yer aldı. Bu projeler hem göçü tetikledi hem de su kaynakları üzerinde ciddi olumsuz etkileri oldu.
Şırnak-Silopi Barajı Proje Yapımı, Şırnak Barajı Proje Yapımı, Şırnak-Uludere Barajı Proje Yapımı, Şırnak-Ballı Barajı Proje Yapımı, Şırnak-Kavşaktepe Barajı Proje Yapımı, Şırnak-Musatefe Barajı Yapımı, Şırnak-Çetintepe Barajı Proje Yapımı, Şırnak-Çocuktepe Barajı Proje Yapımı, Hakkâri-Gölgeliyamaç Barajı Proje Yapımı, -Hakkâri-Beyyurdu Barajı Proje Yapımı, Hakkâri-Aslandağı Barajı Proje Yapımı ile 380 km uzunluğundaki bir alanı askeri amaçlar için devreye konuldu. 2008’de bu barajların kamuoyuna yansıması TMMOB’un 2009’de buralara dair eleştirileri raporu ve toplumsal baskı sonucunun da akabinde barajların 7’si 2012 ‘güvenlik barajı’ statüsünden çıkarıldı. Hidro-Elektrik santrali (HES) olarak tanımladı. Barajlar da iskan politikasının bir ayağını oluşturdu. Dersim’de planlanan en az 20 baraj projesi mevcut. Milli Park sınırları dahilinde, milli parkın temel kaynak değerlerinden olan Mercan Deresi üzerin de “Kaçak HES” inşa edildi. HES, 2003 yılında bölgede enerji üretimine başladı. Bu projelerden kaynaklı bölgenin ekosistemi ciddi zararlar görürken, köyler ve doğal alanlar sular altında kaldı.
SİSTEMATİK YIKIM SÜRECİ VE TARIMSAL ALANLARIN ETKİLENMESİ
Tüm bu sistematik yıkım süreçlerinin çoklu bir yıkımın planlandığını göstermektedir. Doğaya yönelik bu yönelimin Biyo çeşitliliğin yok olmasına, bununla birlikte heyelan sel çığ gibi afetlerin çoğalmasına neden olacaktır. Yine bitki desenin yok oluşu toprağın yer altındaki su kaynaklarını besleyememesi sonucu doğuracaktır. Yağmur suyu yer altındaki su kaynaklarını besleyememesi sonucunu doğuracaktır. Yağmur suyu tutma kapasitesi azalan topoğrafya sel ve taşkın gibi afetlerle birlikte su kaynaklarının kurumasına sebep olacaktır. Aynı durum yapılan barajların mansap kısmı değdiğimiz barajın alt kısmındaki sahanın bir bütünü içinde geçerlidir. Yer altı suyu kirletilmesi veya yer altı su kaynaklarının azalması bu kaynaktan beslenen dere çay ve benzeri alanların kurumasına sucul canlılar doğal yaşamının yok olmasına neden olmuştur. Tarımsal ve hayvansal üretim alanlarının yıkımdan pay aldığı son dönemlerde yaşanan kuraklık, toprağın su tutma kapasitesinin azalması sonucu bitki su modülüne göre istenilen seviyeye ulaşamamasından kaynaklı ekolojik tarım sistemini olumsuz bir şekilde etkilediğini görmekteyiz.
Bu çoklu yıkım yönelimle su kaynakları üzerinde oluşturulan baraj veya benzeri işletmelerinin o bölgenin nem ve ısınım sistemlerini de etkilediğini, bitki ve diğer canlılar üzerinde oluşturduğu klimatik baskı ile bitkilerin ve diğer canlıların bin yıllardır adaptasyon geliştirdiğini ancak değerlerin değişmesi ile bir kısmının yok olduğu görülmektedir. Barajların su tutması ile baraj altındaki bölgelerde su tutmaktan kaynaklı yeraltı sularının giderek azalmasına bunun yanında oluşan kirlilik nedeniyle kullanılamaz hale dönüşmesi karşı karşıya olduğu bir diğer problemdir. Yine baraj havzasının oluştuğu alanda bitki hastalık ve zararlıların çoğaldığını tarımı ciddi bir şekilde etkilediğini tarımsal faaliyet yürüten çiftçilerin bu konuda hastalık zararlılar yüzünden daha fazla masrafa girdiğini bu yüzden girdi maliyetlerinin çoğaldığını görmekteyiz.
Bunun yanında kadimden beri ekilen bitkilerin adaptasyon sorunu yaşadıklarının birçoğunun fungal (Martari) hastalıklar yaşadığını bu nedenle ürün rekoltesinde de düşüşler yaşandığını görmekteyiz. Son dönemlerde özellikle Ergani, Eğil gibi yerlerde daha önce yaşam alanı olmayan Akdeniz meyve sineği ve benzeri zararlıların barajlardan dolayı oluşan nem nedeni ile yaşam bulduğu ve tarımsal üretimlere ciddi zarar ve ziyana yol açmaktadırlar. Buna biz bilinçsiz tarım söyleminin arkasına sığınarak değerlendirmek hakikati göz ardı etmek olacaktır. Buna biz bilinçsiz tarım söyleminin arkasına sığınarak, değerlendirmek hakikati göz ardı etmek olacaktır. Ayrıca baraj altında kalan bölgelerde toprakta eskiden oluşan tavın (Nem oranı) olmadığını hatta normal mevsimsel yağışlarda dahi istenilen nem oranına ulaşılmadığını ve bu da tarımı olumsuz etkilediğini görmekteyiz.
Yani sistem bir yandan oluşturduğu barajlar ile alt bölgeler de (Rojava-Başur) bulanan ülkelere karşı suyu bir tehdit aracı olarak kullanmaktadır. Diğer yandan barajlardan elde ettiği enerjiyi o bölgede yaşayanlar ile paylaşmamaktadır.
KURDİSTAN’DA İÇME SULARININ KİRLENME RİSKİ
Doğa üzerinde oluşturulan sistematik yıkım politikaları, su kaynakları üzerinde oluşan yapıların filtrasyonu yapılmadığından suların kirletildiğini, ağır metallerin ihtiva ettiği görülmektedir. Kirletilmiş bir yüzey suyunun toprağın derindeki katmanlarına olan hareketi dolayısı ile yer altı su kalitesini olumsuz yönde etkiliyor. Akarsulara ve göllere doğru hareket eden kirlenmiş yer altı suyu, ağır metallerle birlikte, kirletici vazifesini görmekte, bir bütün olarak toprağa, yer altı suyuna ve bunun sonucunda hayvan ve insan besin zincirine geçiyor. Amed Ovasında yer altı su kalitesi, bölgedeki su havzası Baykan Petrol işletme sahası, Dicle havzası alüvyon alanlar, Batman Çayı civarı Karacadağ etekleri bazalt bölümleridir. Elde edilen kimyasal analizler ile hidrojeo kimyasal değerlendirmeler özelikle Mardin formasyonundan çıkarılan petrol artığı zararlı maddeler içeren üterim suları, alındıkları hazne yerine karstik kireç taşlarından oluşan Midyat akiferine verilmesi sonucu Amed şehri içme suları için büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Bu petrolden kaynaklı oluşan üretim suyu gerek yüksek tuzluluğu gerekse de diğer türden sakıncalı sular olarak değerlendirilmektedir.
Yine Baykan bölgesindeki kirli yer altı suları Amed şehir merkezine doğru ilerlemekte olup, Amed merkezde kullanılmakta olan yer altı sularını tehdit etmektedir. Önlem alınmaması halinde şehir merkezi yer alt suların suyunun içme suyu olarak kullanılması insan sağlığı açısından ciddi sonuçlar doğuracaktır. HDP belediyeleri döneminde yapılan arıtma sistemleri kayyum belediyeleri tarafından bakımları ihmal ediliyor. Arıtma sistemlerinde tam bir arıtmanın yapılmadığı ve nehre kirli suyu bıraktığı son zamanlarda nehirdeki canlıların zaman zaman ölmesine sebep olduğu meslek odaları tarafından kayıt altına alınmıştır.
Yer altı kaynaklarına yönelimde yine ekolojik kaygılar değerlendirilmeden gerçekleşmiş rant esaslı olsun ya da olmasın maden ocakları ile her tarafı köstebek yuvasına çevirircesine kuralsız bir politik yaklaşımla coğrafyanın tümüne yönelik bir yıkım süreci hızlandırılmıştır. Bu sistematik yıkımı meşrulaştırmak için de zorlama politik altyapısının oluşturulması gibi yöntemler uygulanıyor. İnsansızlaştrma esasına uygun şekilde mera yasakları, tarımsal arazilerin vasfının değiştirilmesi benzeri yaklaşımlar yoğun bir şekilde uygulanıyor. Dersim, Şırnak ve Hakkari merkezli yoğunlaşan madencilik faaliyetleri, Kurdistan’ın diğer illerinde büyük bir ivme kazanarak, devam ediyor.
Kurdistan’daki maden talanı ile ilgili Mezopotamya Ekoloji Hareketi tarafından yayınlanan rapor şu şekilde:
DERSİM’DE 450 KM ALAN MADEN SAHASI İLAN EDİLDİ
Kurdistan coğrafyası yeraltı kaynakları bakımından çok fazla çeşitliliğe ve zenginliğe sahiptir. Maden araması son zamanlarda bir talan düzeyine ulaştı. Dersim’de yaklaşık 450 km alan maden sahası ilen edilmiş durumdadır. Özellikle kuzeyinde roket patlayıcı maddelerin yapımında kullanılan maden, krom ve bor madenlerinin bulunduğu Munzur dağları kuzeyi ve altın madenciliği içinde güneyi tümden maden sahası olarak ilan edilmiş durumdadır. Bu vadide yüzlerce endemik türü yetişmektedir, yüzlerce hayvan türü yaşamaktadır. Bütün bu maden ocakları faaliyete geçerse bütün bu canlı türleri ve bitkiler yok olacak.
Pülümür Vadisi, Munzur Havzası içerisinde yer alan önemli bir ekosistem alanıdır. Pülümür İlçesi Karagöl Köyü, Kırklar köyü, Hasangazi Köyü (Bağır Dağı Eteklerinde) yürütülen Krom Madeni Ocağı Projesi başta olmak üzere Vadi Havzası’nda Taş ve Kum Ocakları işletilmektedir. Ovacık ilçesinde Köseler köyü sınırları içerisinde bulunan ve yıllardır köylülerin mera alanı olarak kullandığı, ekinlerini ektikleri 508 ve 510 parsel numaralı hazine arazileri ‘kiralama’ adı altında sermaye sahiplerine ve şirketlere büyük teşviklerle peşkeş çekilmektedir.
Colemêrg ve çevresinde 60 a yakın maden şirketi hiçbir hukuki izin almadan usulsüzce faaliyet yürütmektedir. Devletin güvenlik gerekçesiyle alana hiçbir şekilde müdahale edilmesine izin vermediği gibi, talan alanlarının halk veya ekoloji örgütleri tarafından incelenmesine de engel olunmaktadır. Doğayı kendi yandaş sermayedarlarına peşkeş çekerken, bölgeyi insansızlaştırıp sömürge rejimini sürdürmeye çalışmaktadır. Yine geçen yıl Colemêrg merkeze bağlı Marînos köyü Harê mezrasında maden şirketi jandarmanın da desteği ile bölgede bir maden ocağı açmak istemiş tepki gösteren köylüler darp edilip gözaltına alınmıştı.
FARQÎN’DE KAYA GAZI ÜRETİMİ İÇİN TARIMSAL ALANLAR YOK EDİLECEK
Amed’in Farqîn (Silvan) ilçesinde yeraltındaki gözenekli yapıya hapsolmuş, derinliklerdeki kayalara sıkışmış metan gazının hidrolik patlamalar ve kimyasal ile doldurulmuş suyla çıkarılması olarak bilinen kaya gazının varlığı 9 yıl önce tespit edildi. Tespit aşamasından sonra üç bin ayrı noktada sondaj kurulması planlanıyor. Kurulan bazı sondajlar ise yıkıma başlamış. Kaya gazı ve petrolü üretimi temiz su kaynaklarını (yeraltı ve yerüstü) hem tüketip hem de son damlasına kadar kirletecek. Kaya gazı üretimi tarım topraklarını en ileri düzeyde tehdit edip bulunduğu bölgede tarım üretimini yapılamaz hale getirecek. Çeşmelerimizden su yerine gaz ve kimyasala bulanmış akışkan akmaya başlayacak. Tarımsal üretim bölgesi olan bölge bu özelliğinden vazgeçildiği hem tarım politikalarından hem de enerji politikalarından anlaşılabilmektedir. Bu bölgeler yaşanmaz hale gelince tek çare göç etmek olacak ve bu alanlar bir avuç şirketin ekolojik yıkım üzerinden ceplerini doldurduğu alanlar halini alacak. İnsan dışında kalan canlı yaşam da bundan en ağır biçimde etkilenecek.
2016 yılında ise Riha'nın merkez Karaköprü ilçesine bağlı Korukezen, Kırkpınar, Tülmen, Esemkulu, Kalecik, İsaveren, Mustafacık, Kızlar Mahallelerinin faydalandığı 5 bin dönümlük mera alanı taş ve kum ocağına çevrildi. Tarımın yoğun olarak yapıldığı bu verimli bölgede bulunan mera arazisini çimento hammaddesi olan killi kireç taşı ve marn ocağı olarak kullanmak isteyen Limak Holding, halktan tepki alsa da projeden vazgeçmedi. Proje kapsamında 15 milyon adet Antep fıstığı ağacı ve hayvancılık tehlikeye girecektir. İşin ironik kısmı ise; yöre halkı söz konusu merayı daha önce ağaçlandırılması için devlete hibe etti, devlet ise vasfını değiştirerek Limak’ a tahsis etti. Mera ve tarım alanlarının rant politikaları sonucu şirketlerin çıkarlarına kurban edilmektedir.
CÛDÎ DAĞI ETEKLERİNDE TERMİK SANTRALİ
Hükümete yakınlığı ile bilinen Ciner Grubu, Cûdî dağı eteklerinde de yaklaşık altı yıldır kömürle çalışan termik elektrik santrali kurdu. Burada çalıştırılan işçilerin Çin’den getirtilen mahkûmlar olması. Doğayı talan ederken aynı zamanda ucuz iş gücü olarak başka ülke vatandaşı mahkumlarının emeğini sömürmektedir.
2014 yılında yapılmak istenen ama Cûdî halkının direnişi sonucu ertelemek zorunda kaldıkları devasa termik santral projesi. Silopya'da yapılmış olan 3 üniteli santral projesi bölgeyi insansızlaştırmaya yetmediği için Cûdî’nin tam ortasına bu projenin uygulanması hedeflenmektedir. Çünkü bölgedeki kömür rezervi şu an aktif olan maden ocaklarının yaklaşık 10 katı kadar bir kapasiteye sahiptir ve yapılacak termik santralin, etrafındaki maden ocakları ile beslenebilmesi hedeflenmektedir.
Son iki yılda giderek artan işletmelerin varlığı ile sayıları yaklaşık 500 olan maden ocakları, Cûdî dağını adeta bir köstebek yuvası haline getirmiştir. Yıllık 1,2 milyon ton kömür üreten maden ocaklarının güvenliği gerekçe gösterilerek, Cûdî’nin tam ortasından başlayarak ve etrafını da tamamen saracak şekilde 150’nin üzerinde çeşitli formlarda (kalekol – kalekule – karakol) askeri noktalar inşa edilmiş ve yenileri için de çalışmalar devam etmektedir.
Ayrıca hem askeri noktalar arasındaki hem de kulelerle ile maden ocakları arasındaki temasları sağlayabilmek için 70 kilometrelik beton-asfalt projesine de başlanmış durumda. Tüm bunlara ek olarak, askeri kulelerin etrafının – 2 km’lik bir genişlikte – ‘temizlenmesi’ amacıyla açılan ihaleyi kazanan şirketin eliyle yaklaşık bir aydır 300 insan aralıksız ağaç kesimine devam ediyor. Eğer söz konusu ağaçsızlaştırma faaliyeti aynı şekilde devam ederse, 6-7 ay içinde Cûdî'nin yüzde 70’lik bir kısmı kesilmiş olacak. Bu durum Cûdî Dağı boyunca birçok bölgenin orman statüsünden çıkarılarak yeni maden ocaklarının açılmasının zeminini yaratacaktır. Ormanlık alanların bitme noktasına gelmesi ve maden ocaklarından çıkan artıkların nehirleri kirletmesi Cûdî bölgesindeki tarımsal arazilerin verimliliğini de düşürmüştür.
Zeytin ağaçlarının, cevizlik alanların, envai çeşit sebze ve meyvenin yetiştirilebildiği, ayrıca hayvancılık için kullanışlı yaylara sahip olan, yine endemik bitki ve soyu tükenmekte olan yabani hayvan türlerini içinde barındıran canlı bir doğal yaşama sahip olan Cûdî bölgesi simsiyah bir mekana dönüşmek üzere. Bu kapsamlı yıkım projesinin Cûdî bölgesinde yaşayan insanların yaşamlarına etkilerine baktığımızda ise ürkütücü bir tablo ile karşılaşıyoruz. Su kaynaklarına karışan kimyasalların, havaya salınan zehirli gazların, asit ve kül yağmurlarının etkisiyle solunum yetmezliği ve kalp krizi hastalıklarına ek olarak kansere bağlı ölüm oralarında, yine doğum yapan kadınların düşük yapma oranları ve yeni doğan çocukların engelli olarak dünyaya gelmesinde artışlar söz konusudur.
* Kurdistan’da doğa kırımı üzerine hazırlanan bu dosya haberde, Mezopotamya Ekolojik Hareketi ve Amed Meslek Odalarının verileri esas alınmıştır.