Orta Çağ’da din, politika yapma aracı olarak etkin biçimde kullanılmıştır. Egemen iktidarlar, dini kullandıkları politikalar aracılığıyla toplumları yönlendirmiş, kontrol etmiş ve kendi iktidarlarını pekiştirmiştir. Bu dönemde dinin, politik karar alma süreçlerinde önemli rol oynadığı ve egemenlik meşruiyetinin sağlanmasında kullanıldığı bir gerçektir. Bunun içinde alternatif inanç hareketi olan Kürt Aleviliği gibi inançlar, bu iktidarların kontrolünü zayıflatabilir ve yıkabilir saikiyle iktidarların hedefi haline gelmiştir. Bu nedenle özellikle Kurdistan’ı işgal eden devletler, tarihsel süreçlerin tümünde Kürt Aleviliğini baskı altına almış ve yok etmek için farklı stratejiler uygulamıştır.
Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin Mezopotamya, Kurdistan ve Anadolu’da hakimiyet süreçleri, aynı zamanda Kürt Aleviliği için bir katliam ve direniş süreci olarak da tarihe geçti. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde din ve siyasi faktörler, birbiriyle sürekli etkileşim halindeydi. Aleviliğin özgün inanç öğretileri ve toplumsal uygulamaları, eşitlik, insan hakları ve adalet gibi değerleri öncelliyordu. Kürt Aleviliğin inançsal özgünlüğü, iki egemen devletin iktidarlarını devam ettirmek için geliştirdikleri Sünni İslam eksenli iktidar inancına göre farklılıklar barındırıyordu. Bu farklılıklar, egemen devletlerin iktidarlarının sürdürebilmesi açısından tehdit olarak algılandı ve Kürt Aleviliğini hedef haline getirdi. İki devlet de kendi iktidarlarını güçlendirme ve toplum üzerinde kontrol sağlamak için din politikasını etkin bir biçimde kullandılar.
EZİLENLERİN DİNİ OLARAK VAR OLDU
Araştırmacı Yazar Aziz Tunç, Aleviliğin geleneksel Sünni İslam’dan farklı bir inanç sistemine sahip olduğunu; dini menşei devletler tarafından Aleviliğin bir tehdit olarak algılandığını ve bunun da Alevilere karşı dini bir ayrımcılık ve baskılara dönüştüğünün altını çizdi. Tunç, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Kürt Alevilerin dinsel özelikleri nedeniyle kırım politikalarına maruz kaldığına dikkat çekerek, şunları söyledi: “Alevilik tarihsel olarak Selçuklular ve Osmanlı'nın ilk dönemlerinde daha çok dinsel özellikleriyle hedef alınmıştır. Alevilik gibi daha çok toplumsal gelişmeye hizmet eden insanı değerleri savunduğu için egemenlerin inancına aykırı bulunmuş ve bu nedenle yok edilmek istenmiştir. Orta Çağ’da din politika yapma biçimidi ya da yapma aracıdır. En son peygamber Hz. Muhammed döneminde bile ‘sahte’ diye tanımlanan başka peygamberlerin ortaya çıktığı biliniyor. Yani o dönemde politik tutum belirlemeye çalışan her toplumsal grup, kendisine bir din icat edebiliyor. Bu anlamda belli başlı büyük dinler, ilk dönemlerinde ezilenlere seslenmiş, egemenlerin dinine itiraz etmiştir. Hz. Musa, Firavun’un zorbalığına ve dinine karşı çıkarak Yahudiliğe giden yola çıkmıştır. Hz. İsa, Roma askerlerinin baskılarına karşı, hak din kabul ettiği Yahudi dininin böyle olmadığını savunmuş, böylece Hristiyanlık doğmuştur. Hz. Muhammed de içinde bulunduğu koşullarda ilk olarak yoksullarla ve savunmasız insanlarla ilişki kurmuştur. Bütün bunları şunun için anlatma ihtiyacı duydum. Din, Orta Çağ’da sosyo- politik bir olgu olarak işlev görmüştür. Böyle olunca ezenlerin ve devletin dini baskıcı bir din olmuştur. Buna karşı ezilenler, yoksullar ve ötekileştirilenler, kendi kültürlerine ve inançlarına uygun bir din üretmiştir. Bu dünyanın her tarafında benzer şekilde gelişmiştir. Alevilik de eski tarihte ezilenlerin dini olarak var olmuştur. İşte Aleviliğin bu özelliği bütün egemen dinlerin Aleviliğe düşman olmasına yol açmıştır. Selçukluların ve daha sonra Osmanlı devletinin değişmeyen Alevi düşmanlığının temel nedeni bu olmuştur.”
EGEMENLİĞE KARŞI DİRENİŞ KÜLTÜRÜ
ABD California San Diego Üniversitesi Öğretim Üyesi Dilşa Deniz ise Kürt Aleviliğin egemen devletler tarafından sürekli hedef haline getirilmesini şöyle izah ediyor: “Egemen devletler, kolonyal dinler Hristiyanlık ve İslam’ı kullanan devletlerdir. Tabii buna yine kolonyal ideolojilere dönüşen Zerdüştlük (Aşamenid/Fars İmp.) ve Mitraizmi (Roma İmp.) de eklemek lazım. O dönem ismi Alevilik olmasa da bu gelenek başka isimler altında devam ettiğinden, bu iki emperyal dinin de saldırısına uğradığını varsaymak gerekir. Bütün bu devletlerin ve devlet dinlerinin saldırısına uğramasının sebebi, kolonyal bir sürece ayak bağı oluşturmasıdır. Bilindiği gibi Alevilik geleneğinde hiçbir zaman bireysel kararlar ve emirleri dikkate alınmaz. Her karar Yol’un gereklerine uygun olarak kolektif alınır. Bu kolektif yaklaşım, kolonyal dinleri kullanan devletlerin işgal için kitleleri harekete geçirme ihtiyaçlarına ters düşmektedir. Kolonyalizm şiddetle var olan bir sistemdir. Alevilik gibi güçlü ve köklü dinlerin kitlesini bu yeni kolonyal dinlerin felsefeleriyle ikna etmek mümkün olmamıştır. Özellikle de şiddetle mesafeli oluşları, şiddetle var olan bu tür emperyal devletler için ciddi bir engel olacağı açıktır. Bu nedenle ve özellikle de kılıçla din değiştirmeye zorladıkları kitlelerin direncini sağladıkları için kolonyalizme ciddi engeller çıkarmaktadırlar. Bu yüzden de kolonyal devletlerin ve devlet dinlerinin bir numaralı hedefi haline gelmiş ve gelmeye devam etmektedirler. Bu, bugün de aynıdır. Türkiye’nin siyasal İslam’ın tamamen hâkim olmasının önündeki engel de Alevilik. Bu direnç, sadece hali hazırda Alevi olanlarla değil, geçmişte din değiştirmeye zorlanmış ve şu an Müslümanlaşmış olan büyük bir kitlenin direnişi de bu geçmiş büyük arka plana dayanır. Anadolu feraseti denilen şey de işte devam eden bu direnme geleneğidir.”
ALTERNATİF TOPLUMSAL SİSTEM OLDUĞU İÇİN
FEDA Eşbaşkanı Demir Çelik ise Türk, Fars ve Arap milliyetçi, dinci ve cinsiyetçi zihniyet sahibi devletli sistemlerin Kürt Alevilik inancını hedef almalarını, katliam ve soykırıma tabi tutmalarını şu nedenlere bağlıyor:
* Bu inancın devlet ve iktidar dışı hakikatini kendi bekaları için tehlikeli görmeleri. Dikey olmayan yatay Ocaklar sistemi üzerinden dilsel, kimliksel, kültürel ve inançsal ihtiyaçlarını karşılamaları, devletin siyasal, dinsel, sosyal ve kültürel kuşatıcılığına karşın kendi otantik doğal yaşamlarını ve yaşam değerlerini yaşıyor olmaları.
* Egemen din ve egemen kültüre biat etmeyen bu inanç insanları komünal değerleri yaşatmaları. Tekçi, katı merkeziyetçi, inkârcı ve hiyerarşikçi devletli sistem inancın ortaklaşmacı, dayanışmacı ve özgürlük değerlerini kendisi tehlikeli gördüğünden bu değerleri savunan ve yaşatanları ortadan kaldırmayı esas almıştır.
* Ekolojist ve kadın özgürlükçü değerler sahibi olmaları nedeniyle tarih boyunca katliam ve kıyımlara uğratılmışlardır. Devletli sistem, kadının ve annenin dili, kimliği, kültürü ve inancı yaşatan ve çocuklara aktaran olduğunu bildiğinden kırım ve katliamlara uğratmayı kendi bekası için olmazsa olmaz görmüştür.
Devam edecek…