GÖRÜNTÜLÜ

Hayatını devrime adamış bir komutan, savaşçı, devrimci ve yol arkadaşı

2017 yılında Reqa’yı özgürleştirme hamlesinde şehit düşen DKP kurucusu ve Birleşik Özgürlük Güçler (BÖG) komutanı Ulaş Bayraktaroğlu’nu anlatan BÖG savaşçısı Umut Bayraktaroğlu, "Biz hala Ulaş yoldaşın öğretileriyle mücadelemizi sürdürüyoruz" dedi.

ULAŞ BAYRAKTAROĞLU

Ulaş’ın sürekli çalışan, enerjisini devrime odaklayan, kendini devrime adayan bir yoldaş ve komutan olduğunu dile getiren Umut Bayraktaroğlu, doğru bir şekilde yaşamak ve doğru bir şekilde ölmek gerektiğinden söz ederdi. Kendisi de hep bu doğrultuda adanmış bir fedai olarak yaşadı, bize önderlik etti. Biz de mümkün mertebe onun açtığı bu yolda yürümeye çalışacağız” dedi.

Umut Bayraktaroğlu, DKP kurucusu ve BÖG komutanı Ulaş Bayraktaroğlu’nun şehadet yıldönümü vesilesiyle sorularımızı yanıtladı.


HEM İDEOLOJİK HEM ASKER KOMUTANIMIZDI

Hayatını devrime adamış bir devrimci, bir dava insanı ve komutan olan mücadele arkadaşınız Ulaş Bayraktaroğlu'nu nasıl tanımlarsınız?

Komutan Ulaş Bayraktaroğlu, buradaki kod ismiyle Mehmet Kurnaz yoldaşı, Türkiye’de lise yıllarımda ilk mücadele ile tanıştığım günden beri tanıyorum. Devrimi, devrimciliği sevmemizde, benimsememizde Ulaş yoldaşın çok büyük etkisi vardı. Örgütümüzün en değerli insanlarından biridir. Her zaman bize yol gösteren, önümüzü açan bir yoldaşımız oldu. Ulaş Bayraktaroğlu buradaki hem ideolojik önderimiz hem askeri komutanımızdı. Çok yönlü bir karaktere sahipti. Sarsılmaz iradesi, kararlı bir duruşu ve kişiliği vardı. Onu görüp kendisiyle iletişime geçen hiç kimsenin ondan etkilenmemesi, onunla devrimciliği sevmemesi mümkün değildi. Çok çalışkan, pratikçi ve emekçi biriydi. Ulaş yoldaş, günün 24 saatinin belki 3-4 saatini uykuyla geçirir ama 20 saatini çalışarak geçirirdi. Günlük karargahtaki pratik sorunlarımızdan tutalım teorik açılımlarımıza, askeri, stratejik ve taktik yönlendirmesine, günlük ideolojik eğitimlerimizden günlük pratik çalışmalara kadar yaşamın her alanında Ulaş yoldaşı görebilirdiniz. Sürekli çalışan, enerjisini devrime odaklayan, kendini devrime adayan bir yoldaşımız ve komutanımızdı. Onu örnek alırdık. Hepimiz onun gibi olmaya çalışırdık. Hala da onun öğretileriyle yaşamaya ve mücadelemizi sürdürmeye çalışıyoruz. Zaten Ulaş yoldaş ile birlikte savaşmak, yaşamak büyük bir onur ve biz hala onun onurunu yaşıyoruz. Ulaş yoldaş ile yaşamak hem çok kolay hem de çok zordu. Kolaydı, çünkü  eğer Ulaş yoldaş varsa çözülemeyecek herhangi bir sorunun olmadığını bilirdiniz. Öte yandan eğer onunla bir kavgaya, bir savaşa girdiğinizde hiçbir korkunuz ve çekinceniz olmazdı. Çünkü öyle müthiş bir güven ve motivasyon veriyordu, kendinizi yenilmez hissederdiniz. Ölümün bile bir anlamı kalmazdı. Onunla yaşamak bu yönüyle insanı çok rahatlatıyordu ve bu da yaşamı çok kolaylaştırıyordu. Ama bir yandan da çok zordu. Zor yanı neydi? Çünkü Ulaş yoldaşın yanındaysanız devrimcilik dışında bir seçeneğiniz yoktu. Hayatının 24 saatini devrim ve devrimcilikle yaşamanız gerekirdi. Liberal davranmanıza müsaade etmezdi. Kaldırabileceğinizden daha az yük taşımanızı, daha az sorumluluk kaldırmanıza izin vermezdi. Siz kendi potansiyelinizin farkında olmasanız bile o, potansiyelinizi görürdü. Bize sürekli şöyle derdi, "gelişimin önünde en büyük engel, ihtiyaç ve kendini zorlamadır. Kendini zorlamadan gelişemezsin." Bu nedenle gelişme için hep zorlardı ve  daha fazla sorumluluk almanızı isterdi. Devrimimizin mütevazı, çalışkan ve üretken komutanları olabilmemiz için sürekli emek harcardı.

Rojava Devrimi'nin ilk yıllarında Ulaş Bayraktaroğlu Türkiye zindanlarından çıktığı gibi soluğu Rojava'da aldı. Onun Rojava'daki mücadelesini anlatır mısınız?

Başta da dediğim gibi Ulaş yoldaşı uzun yıllardan beri tanıyorum. 2006 lise yıllarımdan beri tanıyorum. Gezi ayaklanmasının başlangıcından bittiği sürece kadar öncülük rolü oynadı.

Bostancı direnişinin büyük eylemcisi Orhan Yılmazkaya’yı da anmak gerekiyor. Ulaş yoldaş, onun eylemini ve cenazesini sahiplendiği için Gezi ayaklanmasından hemen sonra tutuklandı. Devlet sık sık devrimcileri korkutmak, yıldırmak ve teslim almak için zindanlara atar. Belki bu durum çok az kişide etkili olabiliyor ama Ulaş yoldaş gibi insanlar söz konusu olduğunda başarılı olamaz. Çünkü Ulaş yoldaş nereye gitse, nerede olsa, zindan da bile olsa orayı bir direniş kalesi, bir özgürlük alanı haline getirir. Devrimci faaliyetlerinden kaynaklı daha önce de birçok defa tutuklanmıştı. Gezi ayaklanması bizim için de, Ulaş yoldaş için de bir eşikti. Bu ayaklanmada bir kez daha gördü ve zindanda iken de bunun analizini yapmıştı. Legal ve yarı legal örgütlenmelerin bu tür ayaklanmalarda yetersizliğini çok açık bir şekilde gördü. Zaten daha zindandayken planlar yapmaya başlamıştı. Nasıl bir yenilmez, profesyonel, devrimci ve militan bir savaş örgütü kuracağının planlarını ve hazırlıklarını yapmaya başlamıştı. Zindandan çıkar çıkmaz da ön hazırlıklarını yaptı.

ASKERİ YOĞUNLAŞMA KONUSUNDA BÜYÜK EMEK HARCADI

Ulaş yoldaş o zaman bunun farkına varmıştı; DAİŞ faşizmi sadece Kürtlerin ya da Ortadoğu’nun başına bela değildi. Eğer DAİŞ burada başarılı olabilseydi, yarın öbür gün Türkiye’deki devrimcilerin, Türkiye’deki halkların da başına bir karabasan gibi çökecekti. Sadece devrimciler için de değil seküler, Alevi, kısacası her kesim için büyük bir tehlike oluşturacaktı. Ayrıca AKP’nin DAİŞ’e desteğini çok açık görüyorduk. DAİŞ’in yenilgisinin aynı zamanda AKP’nin yenilgisi anlamına geleceğini de biliyorduk. Mehmet yoldaş, yenilmez bir askeri savaş örgütü yaratabilmek için burayı bir ön hazırlık ve ön cephe olarak kafasında planlamıştı. Çünkü savaşı, ancak savaşarak öğrenebiliriz. Bu anlamıyla direkt Kasım atılımını başlattı. Bu atılımla birlikte ilk gruplar, Kobanê savaşıyla birlikte DAİŞ'e karşı savaşta yer almaya başladı. Ve Kobanê savaşı içinde DKP örgütünün kuruluşunu ilan ettik. DKP’nin kuruluşundan sonra özellikle çok yoğun bir askeri çalışmanın içine girdik. Her cephede, her savaş alanında bulunduk. Çünkü bizim için en acil olan buydu.

Elbette böyle bir örgütün sıfırdan kurulmasının çok büyük eksikliklerini, tecrübesizliğini ve zorlanmasını yaşadık. Çok fazla eksiliğimiz vardı ama en acil olan askeri yoğunlaşmaydı. Mehmet yoldaş burada çok yoğun bir emek harcadı. Bir taraftan askeri çalışmalar yürütüyor, bir yandan teorik açılımlar yapıyor, bir yandan günlük sorunlarla ilgileniyor bir yandan da devrimci kadro, militan çalışmasıyla ilgileniyordu. Yani böyle bir örgütlenmeye sıfırdan girişmenin yükü ve sorumluluğu çok ağırdır. Özellikle baş komutanımız olarak Mehmet yoldaşın yükü ve sorumlulukları çoktu. Bu nedenle çok yoğun bir çalışma temposu içindeydi. Ve hepimize şunu da söylerdi, "Burjuva egemen sınıfları yenmek için onlardan daha disiplinli, daha çalışkan ve daha planlı olmamız gerekir." Bizi de sürekli bu yönde teşvik ederdi. Sürekli kendimizi devrimci kurmaylar, devrimci komutanlar, sadece bir asker değil, devrimin ihtiyaçların gören ve bu ihtiyaçları karşılayabilecek kurmaylar olabilmemiz yönünde emek sarf etti. Türkiye’de de hep öyleydi; sokağa çıktığında o sokak inlerdi, savaş alanına dönerdi. Çünkü özgürlüğün sokakta olduğunu bilirdi. Özgürlüğün sokakta kazanılması gerektiğini bilirdi. Burada da öyleydi. Müthiş bir savaş azmi, müthiş bir savaşma isteği vardı. Düşmana kini vardı. Bir yerde savaş olduğunda yerinde duramazdı. Minbic hamlesine, Reqa hamlesine dahil oldu. Normalde baş komutanımız olarak bizi geri cepheden yönetmesi gerekirdi. Ama Mehmet yoldaş öyle bir insan değildi, duramazdı. En önden bizimle birlikte saldırıya katılırdı. Geçmişte de öyleydi. Hep en önde ilk hamleyi o yapardı.

ADANMIŞ BİR FEDAİ OLARAK YAŞADI

Bize örnek olurdu. Kendisinin yapmadığı bir şeyi asla savaşçılarından istemezdi. Yapamadığı hiçbir şey yoktu ve dolayısıyla o varken bizim de yapamayacağımız bir şey yoktu. Bu anlamıyla yoğun bir savaş pratiğini geçiriyorduk. Bu yoğun savaş pratiği içinde birçok açıdan da zorlanıyorduk. Ve ne yazık ki bizim için şehadeti çok erken oldu. Rojava’ya geldikten 3 yıl sonra düşman mayını sonucu ölümsüzleşti. Bu büyük bir kayıptı. Hem bizim için hem Türkiye devrimci hareketi için büyük bir kayıptı. Ama Mehmet yoldaş bu kısa süre içerisinde bile birçok şeyi başarmıştı. Öncelikle düşmana karşı savaşabilecek bir devrimci örgütün yolunu açmıştı. Türkiye devrimci hareketlerine ışık olabilecek bir örgüt kurmuştu ve birçok yoldaşı eğitmişti. Düşmandan sürekli Mehmet yoldaşın intikamını alabilecek, işçi sınıfının intikamını alabilecek bir miras bıraktı bize. Mehmet yoldaş belki fiziki olarak aramızda değil ama onun en büyük özelliği büyük bir özgürlük tutkunu ve savaşçısı olmasıydı. Bu anlamda nerede olursa olsun özgürlük için savaşan herkesin yanında fikirleriyle ve maneviyatıyla yer alacak ve onları yenilmez kılmaya da devam edecek. Mehmet yoldaşın hep bize söylediği bir söz vardı, "İnsan bir kere yaşar, bir kere ölür. Devrimci her ikisini de doğru yapandır" derdi. Yani doğru bir şekilde yaşayarak ve doğru bir şekilde ölmek gerektiğinden söz ederdi. Kendisi de hep bu doğrultuda adanmış bir fedai olarak yaşadı, önderlik etti. Biz de mümkün mertebe de onun açtığı bu yolda yürümeye çalışacağız.

ORTAK BİR CEPHE İÇİN ÇALIŞTI

Önder Apo mücadele tarihi boyunca sürekli Türkiye’deki sol, sosyalist ve demokratik örgütlerin birleşmesi için çabaladı. Ulaş Bayraktaroğlu'nu halklar arasındaki sosyalist birliğin sembolü ve öncüsü olarak tanımlayabilir miyiz?

Zaten Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu konudaki çalışmaları Filistin’den bu yana bilinen bir durum. Abdullah Öcalan yoldaş, hem Denizlerin, Mahirlerin anısını taçlandırmak, hem Türkiye’yi demokratikleştirmek ve Türkiye devriminin önünü açabilmek için bu uğurda çok yoğun bir çaba ve emek verdi. Ama gelinen düzeyde Türkiye’deki sol ve sosyalist cenahta karşılığını bulamadı. Ama Türkiye sol ve sosyalist hareketleri içinde bu çağrı ve çabaya en güçlü ses veren Ulaş yoldaş oldu. Ulaş yoldaş şunun çok iyi farkındaydı. Türkiye egemen devletinin Türkiye sol hareketini parçalama, bölme çabaları, Kürtlerle ortaklaşmasını engelleme -ki bunun için her türlü zulüm, işkence, özel savaş politikalarını ve yöntemlerini kullanıyor- gibi uygulamalarını kırabilmek ve devrimin önünü açabilmek için özellikle Mehmet yoldaş çok çaba sarf etti. Türkiye’nin batı tarafında özel savaş uygulamalarını kırmak ve Türkiye’deki halkların zihinlerini açabilmek, bilinçli ve örgütlü bir birlik hareketini oluşturmak, Kürt hareketi ile, Kürt halkıyla kader birliği yapmak için büyük çaba sarf etti. En azından buradaki devrime niyeti olan insanların birlikte, ortak bir cephede olması gerektiğini söylüyordu. Bu temelde kısa bir süre içinde enternasyonalist taburun oluşturulmasında ön ayak oldu. Bu tabur bünyesinde birçok sosyalist örgüt vardı. Ve ilk kez birlikte aynı cephede savaştık, beraber öldük, kanlarımız birbirine karıştı. Daha önce Türkiye tarihinde böyle bir şey olmamıştı. Sadece bizimle de sınırlı kalmadı, dünya devrimci hareketlerinden, dünya anarşist hareketlerinden çok sayıda devrimci buraya geldi ve enternasyonalist tabur içinde bizimle birlikte savaştı. Bu, ilk adım için önemli bir gelişmeydi. Ve burada ortaya çıkan dayanışma ve yoldaşlık ilişkisinin Türkiye’ye taşınabilmesi için Mehmet yoldaşın yoğun çabaları ve emekleriyle HBDH kuruldu.

HBDH’nin kuruluşu aslında Türkiye devrimi için çok önemli. Çünkü buradaki tüm devrimci, sol ve sosyalist örgütleri bir araya getiren ortak örgüt olarak kuruldu ve Türkiye’de gerilla faaliyetlerinin  önünü açtı. Bugün istenen ölçüde bir gelişme gerçekleşmemişse bile böyle bir adımın atılması çok önemli çünkü eskiden bizim böyle bir örgütlülüğümüz yoktu. Gezi sürecinde böyle bir örgütümüz yoktu, uygun koşullarımız yoktu ama artık var. Bu da çok önemli ve belirli ölçüde başarı sağladı. Bugün yaşasaydı, eminim bu birlikteliği çok daha üst bir aşamaya taşırdı. Onun kendisine müthiş bir güveni vardı. Devrime müthiş bir bağlılığı vardı. Türkiye’deki sol örgütlerin birbirleriyle rekabetini, birbirlerinin enerjisini emen, birbirlerinin önünü kapatan durumunu kabul edemiyordu. Devrimci dayanışmanın önünü açmak için her türlü çabayı gösteriyordu. Yani kişilerin, bireylerin ya da örgütlerin çıkarları değil, her şeyden önce devrimin çıkarlarının önemli olduğunu ve bunun için çaba harcamak gerektiğini anlatırdı. Örgütler bu anlamıyla ikinci plandadır, önemli olan devrimin çıkarıdır. Devrimin çıkarı için ortak hareket etmeye, bu anlamda ortak anlayış oluşturmaya başladığımızda zaten zafer kaçınılmaz olacaktır. Bugün bu anlayışı Türkiye hareketlerine daha güçlü yayabilmek, AKP-MHP faşizmine, egemen burjuvaziye karşı bu birliktelikleri oluşturabilmek ve ortak mücadele hattını daha güçlü bir şekilde örmek, Mehmet yoldaşın anısını taçlandırmak açısından yapılacak en önemli pratik olur.

KOMÜN GÜCÜNÜ AÇIĞA ÇIKARDI

Ulaş Bayraktaroğlu'nun Kuzey ve Doğu Suriye halkları üzerinde de bıraktığı bir etki var. Kültürünü hatta dilini bile bilmediğin bir halkın üzerinde böylesi bir etki bırakmanın sırrı nedir sizce?

Mehmet yoldaş Türk bir yoldaşımızdı. Kürtçe ve Arapça bilmezdi. Yani bu toplumu çok fazla tanıyan ve bilen bir durumu da yoktu. Antropoloji bilgisi genişti, bu anlamda Ortadoğu halklarını biraz bilirdi. Tarihlerini iyi bilirdi. Ancak dil olarak bilmiyordu. Ama burada yediden yetmişe herkesle çok iyi anlaşırdı, çok iyi diyalog kurardı, herkes onu çok severdi. Dillerini bilmiyordu ama işçi sınıfını iyi bilir, tanırdı. Çevremizde köylüler vardı; sürekli Mehmet yoldaşı ziyarete gelirlerdi. Belki de onun şehadetine en çok onlar üzüldü. Hepsi onun cenaze törenine geldi. Onu çok sahipleniyordu buradaki halk. Dışarıdan gelmiş, onlar için mücadele eden, onlar uğruna savaştığı için gerçekten çok saygı duyarlardı. Zaten etkileyici bir arkadaştı, onunla konuşmasanız bile etkilenirdiniz. Bu anlamda buradaki toplumsal dokuya ayak uydurmada aslında hiç zorlanmadı. Halk ile diyaloglarında bazen tercüman kullanırdı ama çoğunlukla tercüman da kullanmazdı. El hareketleriyle, bazen Türkçe kelimelerle, bazen Kürtçe, bazen Arapça kelimelerle bir şekilde iletişim kurabiliyordu. Halk ile ilişkileri bu anlamıyla çok iyiydi.

Buradaki halkların hepsinin dokusuna işlenmesinin nedeni şuydu bence. O halkları temelde ayıran iki şey vardı. Biri, egemen burjuvazinin kültürü; ikincisi, komünal kültür. Hangi milletten olursa olsun, onların komünal özünü yakalamaya çalışırdı. Dayanışmacı, devrimci ilişkilerin her insanda bulunduğunu bilirdi. Her insanda, her toplumda ve her halkta bu devrimci öğeleri yakalardı ve daha fazla açığa çıkarmaya çalışırdı. Komün gücü diye söz ettiği bir şey vardı. Esasında hepimizin yaşamına bunu yedirmeye çalışırdı. Tüm toplumda ortak değerlerin olduğunu bilirdi ve ortak değerler üzerinde kurardı. Diğer kültürel zenginlikleri de kapsayan yerden yaklaşırdı. Onun için Kürt olması, Arap olması bir ayrım noktası değildi, dil bilmemesi de bir ayrım noktası değildi; ne kadar devrimci yaşadığı önemliydi. Karşısındaki belki teorik olarak devrimciliğe dair hiçbir şey bilmiyordu ama öz olarak devrimci yaşıyordu. Komün gücü ve özgürlük gücü olarak söz ettiği şeyin esasta bu olduğunu biliyordu. "Bir insanda, bir toplumda o özgürlük ve komün gücünü açığa çıkartmayı başarabiliyorsan, sen en büyük devrimcisin" derdi. Ve yaşamın esas dönüştürücü gücünün de bu olacağından söz ederdi. Bence onun en büyük farkı buydu. Bu anlamda da her toplumda bir sevgi ve saygı oluşturdu.