9 Ekim’i kimler tezgahladı, amaçları neydi?

15 Şubat 1999’da Kürt Halk Önderi’nin kaçırılıp esir alınmasıyla sonuçlanan 129 günlük Uluslararası Komplo’nun ilk perdesi 9 Ekim’de sahnelendi.9 Ekim’e giden süreçte Suriye, Mısır, İran, İsrail, Yunanistan, ABD ve KDP-YNK ikilisi nasıl bir rol oynadı?

30 Haziran 1998 günü Türkiye’de ANAP’ın lideri Mesut Yılmaz başbakanlığında yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu. Yeni Türk hükümetinin ilk işi, Kürdistan’da yoğunlaşan savaşın karşısında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan diyaloga geçmekti. Bunun için hemen ulaklar devreye girdi. Ankara-Brüksel ve o dönem Suriye’nin başkenti Şam’da bulunan Abdullah Öcalan arasında gidip gelen mesajların ardından, 29 Ağustos 1998 akşamı MED TV ekranlarında Kürt, Türk ve dünya medyasından birçok gazetecinin katıldığı bir basın toplantısı gerçekleşti.

Programa telefonla bağlanan Abdullah Öcalan, 1 Eylül 1998’den geçerli olmak üzere ateşkes ilan etti. Kürt Halk Önderi ateşkesin tanımını ve süresini şöyle ifade ediyordu: “İşte bunun bir adımı olarak, şüphesiz dünya barış güçlerinin 1 Eylül'deki barış özlemlerine, AP'nin aldığı karara ve Türkiye ortamında yükselen oldukça güçlü kamuoyuna yanıt verebilmek için biz 1 Eylül'den itibaren süresi belirlenmemiş, uzun veya kısalığı bize değil de bize yanıt vermesi gereken çevrelere bağlı -ki şart diye de dayatmıyoruz-; özellikle sorunların çözümü için daha elverişli siyasi koşullara ulaşmak, Kürt meselesi de dahil bunları çözebilmek için bizden beklenen ilk adımın atılması için; tek taraflı demeyeceğim veya tek taraflı gibi de anlaşılsa bir ateşkesi başlatmayı uygun bulmaktayız.”

Dünya medyasında geniş yankı uyandıran Abdullah Öcalan’ın ateşkes çağrısından sonra gözler Ankara’ya çevrildi. Çağrının yapılmasından bir gün sonra, 30 Ağustos’ta Türk devlet erkanının Kürdistan’daki savaşta ölen bir askerin cenaze törenine akın etmesi Kürt Halk Önderi’ne verilen bir yanıt olarak yorumlandı. Zaten Türk medyası “Apo'ya karşı gövde gösterisi” başlığıyla cenaze törenine yer verdi. “Mehmetçik burada, Apo nerede?” gibi ırkçı sloganlarının dikkat çektiği o cenaze töreni sonrası Türk başbakanı Mesut Yılmaz şu açıklamayı yaptı: “Eğer Türk devletiyle savaşmak çaresizliğini anlayıp da teslim olmak için bir adım atıyorsa, ben bunu olumlu görürüm.” Aynı şekilde dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit de “Bizim kendi ülkemizin sorunlarını bir bölücü terör örgütüyle görüşmemiz söz konusu değil” diyordu.

YILMAZ’IN ORTADOĞU GEZİSİ

Eylül’ün ilk haftasında Ürdün, İsrail ve Filistin’i kapsayan Ortadoğu turuna çıkan Türk Başbakanı Yılmaz’ın gündeminde de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın durumu vardı. Yılmaz, Ortadoğu gezisini eleştiren Suriye yönetimini kast ederek “Asıl en büyük düşmanlığı siz yapıyorsunuz” çıkışında bulundu. Şam yönetimine baskı için artık düğmeye basılmıştı. Yılmaz’ın Tel Aviv gezisinde Ürdün, İsrail ve Türkiye arasında gizli bir işbirliğinin de yapıldığı daha sonra ortaya çıkacaktı. Ortadoğu sahasına hakim olan Ürdün ve İsrail istihbaratı Suriye’de bulunan Abdulah Öcalan ile Güney Kürdistan’daki PKK güçlerine ilişkin Ankara’ya bilgi aktaracak, Türk devleti ise bunun karşılığında hava sahasını her iki ülkenin eğitim uçuşlarına açacaktı.

EYLÜL’ÜN ORTASINDA İKİ KRİTİK GELİŞME

Kürt Halk Önderi’ne göre artık ateşkes için yapılan girişimler ve Türk Genelkurmayı’nın diyalog kanalını açması bir oyundu. Fakat buna rağmen o ateşkesi bozan taraf olmak istemiyordu. 14 Eylül 1998 günü Genelkurmay’ından PKK cephesine bir not gitti. O mesajda “İkinci bir gelişmeye kadar görüşmelere son verdik” deniliyordu. İşin seyrini ele veren gelişme ise dönemin Türk Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in 16 Eylül 1998 günü Hatay’ın Reyhanlı ilçesine gidişi oldu. Suriye sınırının sıfır noktasına giden Ateş “Sabrımız tükenmek üzeredir. Sabrımızı taşırtmasınlar” diyerek Hafız Esad’ın liderliğindeki Suriye yönetimini açık şekilde tehdit etti.

Bir gün sonra ABD’nin başkenti Washington’da da kritik bir gelişme yaşandı. Birbirleriyle yıllardır savaşan KDP ve YNK’nin uzlaşması için Türkiye ve İngiltere’nin de içinde yer aldığı Dublin ve Ankara’daki görüşmelere artık Washington ev sahipliği yapıyordu. Dönemin ABD yönetiminin hazırladığı protokole imza atan KDP lideri Mesut Barzani ve YNK lideri Celal Talabani barıştıklarını deklere ettiler. İmza törenine katılan ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’in Barzani ve Talabani’nin ellerini havaya kaldırmasıyla hafızalarda yer alan o görüşmede varılan anlaşmanın temel maddelerinden birisi, PKK güçlerinin Güney Kürdistan’da çıkartılmasıydı. Her iki gelişmeyle hem Abdullah Öcalan’a hem Kürt gerillasına “Artık hiçbir yerde barınamazsınız” mesajı veriliyordu. Böylelikle 9 Ekim’de vuku bulacak olan Uluslararası Komplo’nun ilk perdesi için, artık hem iç hem de dış şartlar “uygun” hale getiriliyordu.

MGK TOPLANTISIYLA DÜĞMEYE BASTILAR

30 Eylül 1998 günü Türk Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplandı. 6 saat 10 dakika süren toplantının tek gündem maddesi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKK ile mücadeleydi. Toplantıda Suriye’ye yönelik diplomatik yollarla yapılan baskıların sonuç vermediği belirtilerek askeri seçenekler masaya yatırıldı. MGK’de “Şam’a baskının dozajını düzeltin” kararının çıktığını bir gün sonra, Demirel’in 1 Ekim’deki Meclis’in açılış konuşmasında rahatlıkla anlamak mümkündü. Şam’ı açıkça tehdit eden Demirel şöyle diyordu: "Tüm uyarılarımıza ve barışçı açılımlarımıza rağmen hasmane tutumdan vazgeçmeyen Suriye'ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kere daha tüm dünyaya ilan ediyorum.”

MÜBAREK’İN OYNADIĞI ROL

Birkaç gün sonra ise Ankara-Şam krizinde beklenmeyen bir aktör devreye girdi. Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek Türkiye-Suriye gerginliğini görüşmek için soluğu Suudi Arabistan’da aldı. Kral Fahd ile görüşen Mübarek şöyle diyordu: “Gerilimi durdurmalı, kontrol altına almalıyız. Bu yönde Ankara ve Şam’da bütün gayreti sarf etmeye hazırım.” Zaten Mübarek’in ikinci durağı da Şam oldu. Suriye Devlet Başkanı Hafız Esat ile 2 saat görüşen Mübarek, gazetecilere hiç açıklama yapmadan Suriye’den ayrıldı.

5 Ekim’de ise arabulucu rolü üstlenen Mübarek, Ankara’ya uçtu. Demirel bir araya geldiği Mübarek’e “Suriye’nin yapması gerekenler”in sıralandığı bir dosya verdi, ardından “Beklentilerimiz gerçekleşmezse gereğini yapacağız. Gerekenin ne olduğunu siz bizden daha iyi biliyorsunuz” dedi. 8 Ekim 1998 günü Ankara-Şam arasındaki krizde arabuluculuk yapma sırası bu kez İran’daydı. Önce Şam’a giden İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi akşam saatlerinde de Ankara’ya doğru hareket etti.

NATO’NUN İSKENDERUN’DAKİ ‘GİZEMLİ’ TATBİKATI

O günlerde Ankara-Şam eksenli bu gelişmeler yaşanırken, Akdeniz’de de dikkat çekici gelişmeler yaşanıyordu. 3 Ekim 1998 günü 11 NATO ülkesi “Dynamic Mix 98” isimli tatbikatının Türkiye bölümünü hiç planda olmamasın rağmen Suriye sınırına yakın İskenderun’da başlatmıştı. Hatta ABD 2. Deniz Piyade ve Deniz Kuvvetleri’ne ait 2 bin 500 asker İskenderun’da konuşlandırıldı. Birçok gözlemciye göre bu hareketlilik NATO’nun da içinde yer alacağı Suriye’ye karşı bir savaş hazırlığıydı. Bu gelişmeleri fark eden Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 9 Ekim’de Suriye’den çıktı.

KÜRT HALK ÖNDERİ’NDEN BİR HAFTA HABER ALINAMADI

Şam’dan havayoluyla ayrılan ve bir hafta kendisinden haber alınamayan Kürt Halk Önderi, 15 Ekim akşamı telefonla MED TV’ye bağlandı. Abdullah Öcalan konuşmasına şu sözlerle başladı: “Her şeyden önce gerek halkımız ve gerekse tüm Müslüman ülkeler ve ilerici insanlık için, şahsımızda Ortadoğu halklarına dayatılan kapsamlı bir komplonun şimdilik yarım kalıp tam başarıya gidememesinden ötürü geçmiş olsun diyorum.”

Kürt Halk Önderi aynı konuşmasında 9 Ekim günü yaşananları ve boşa çıkan oyunu detaylarıyla şöyle anlattı:

“MED TV ekranının karartıldığı gün aslında biz havadaydık. İşte bu savaşın başlayabilmesi için uzun mesafeli uçaklar, gemideki hazırlıklar, Akdeniz kıyısındaki gemide bulunan füzelerin kusması benim içindir. Şahsımın hangi saatte hangi mekanda olduğunun tespit edilmesi gerekiyordu. Şimdi dikkat edilirse "Apo" deniliyor, başka bir şey denilmiyor. Gazeteler manşet atmıştı; "Ya Apo, ya savaş" diye. Aslında bu doğruydu. Bütün her şey gelip bende kilitlenmişti. Savaş başlayacak, ama bu adam nerede? Suriyeliler şaşkın; "Nerede olduğunu bilmiyoruz" diyorlar. "Hayır, bulup getireceksin" diyorlar. "Zaman verin" diyor Suriye. "Hayır, zaman tanımayız" diyorlar. Zaman bitti. Sıfır noktasına gelindi, bıçak kemiğe dayandı. Şimdi savaş kararı da kesin, fakat benim nerede olduğum çok önemli.

9 Ekim'de bombalama olacak. Olabilmesi için gerçekten nokta ve saat gerekiyor. O günkü telaşa bakın; Mesut Yılmaz "Bitti, son uyarı" dedi. Asıl savaş kararı var, bunu herkes biliyor. Meclisten de "tek yumruk, tek ses" diye karar ve tam yetki de alındı. Fakat tesadüfen, işte o gün bizim noktanın, yerin, saatin belirlenmesi için de son üç günde yaptıkları bir iş vardı bana göre. Bu biraz daha aydınlatılmaya değer bir husustur. Gerçekten o saatte nerede olabileceğimizi bazı dostlara söyledik. Ve o dostlar, şimdi kuşkulanıyorum demeyeceğim ama araştıracağız, o saatte bir sözü yerine getirmek durumundaydılar. O sözü yerine getirmedikleri gibi, "Filan saatte mutlaka şöyle sonuçlanabilecek bir hareket tarzı içinde olacaksın" dediler. Ben bunu kabul etmedim. Neden bu saatte ille şöyle olacak diyorsunuz? "Ben bunda bir komplo kokusu görürüm" dedim ve kabul etmedim.

Bu durum bir iki saatlik ciddi bir tartışmaya yol açtı. Ki, yüzde yüz beklenmeyen bir şeydi. Bu da geçen cuma akşamı oluyor. Böyle bir tartışma ile hayretler içerisinde kaldık. Demek ki, "bir tür oyun oynadınız" diyoruz. Neden bu saati böyle ısrarla dayatıyorsunuz? Ayrıca tersini dayatıyorsunuz. Hem saati, hem tersini. "Bizim için bu kesinlikle bir komplo" dedik. Kabul edilemez tartışması içinde biz mekanımızı ve bu mekana bağlı olarak zamanı, anladıkları ve bekledikleri gibi değil de başka türlü gerçekleştirdik. Bu bir şanstı, bir tesadüftü veya bir tercihti. Yani o füzelerin kusacağı saat bekledikleri gibi çıkmadığı gibi, mekan da bekledikleri mekan değildi. İki mekan seçmişlerdi, her iki mekan da gidebileceğimiz mekanlar olmayınca plan yürümedi. Şunu çok açıkça söyleyebilirim ki; eğer o saatler kendilerinin beklentileri gibi gerçekleşseydi, bu Ortadoğu'da yeni bir bölge savaşı demekti.

9 EKİM’DE ÇIKARTILAN ‘KIRMIZI BÜLTEN’

Ekim günü komployu tezgahlayan güçler Suriye’den çıkışı da hesaba katmışlardı ve bu yüzden Kürt Halk Önderi için “Acil” koduyla İnterpol’ün Kırmızı Bülteni’nde yakalama çıkarmışlardı. Komplo için start verildiği o günden tam 10 gün sonra, 19 Ekim 1998 günü MED TV’ye yine telefonla bağlanan Abdullah Öcalan şu bilgiler veriyordu: “Füzeler Akdeniz'den tutalım bütün Suriye hudutlarına kadar yerleştirilmiş. Zaxo'ya on bin asker yerleştirmişler. Bir de KDP hainleri Garê'de saldırıya geçmişler. Böyle tedbir almışlar, bunların hepsi belge. Uluslararası alanda kırmızı bülten çıkarmışlar, hangi ülkeye gitsek orada güya tutacaklar. Peki dünyanın neresine gireceğiz? Bunlardan kurtulmak için ancak uzaya ya da aya gitmek gerekiyor. Öyle bir komplo tarzı ki, hiç kurtulma şansı yok.”

ATİNA’DAKİ 5 SAAT VE BADAVUS’UN ROLÜ…

9 Ekim 1998’de Şam’dan çıkan Kürt Halk Önderi’nin Yunanistan’ın başkenti Atina’yı seçmesinin önemli bir nedeni vardı. 6 Ekim 1998’de Şam’a giden Yunanistan eski Ulaştırma Bakanı ve PASOK Milletvekili Kostas Baduvas, Kürt Halk Önderi’ne vaatlerde bulunarak havalimanında onu karşılama sözü vermişti. Ancak Abdullah Öcalan’ı taşıyan uçak Hellinikon Havaalanına indiğinde, bizzat davet eden, önceden her şeyin hazırlandığını bildiren ve karşılama sözü veren Baduvas ortalıkta yoktu, telefonlara da çıkmıyordu.

Abdullah Öcalan, 2003’te kendisinin de yargılandığı Atina Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunduğu yazılı savunmasında Badavus’un komplodaki rolünü şöyle anlatacaktı: Daha sonra anlaşıldı ki, Suriye’den çıkarılarak Yunanistan tuzağına çekilmemde Baduvas şahsında İngiltere’nin rolü olmuştur. Bir İngiliz yetiştirmesi olan Baduvas’ın daveti, ABD-İngiltere-Simitis komplosunun ilk adımı olarak devreye konulmuştur. Bu andan itibaren nereye gidersem gideyim amansız takip ve kontrol, NATO ve ABD tarafından devam edecekti. Büyük bir telaş ve tehditle aynı gün saat beşe kadar çıkmam gerektiği, aksi halde zorlanacağım biçiminde bir tavırla karşılaştım. Hiç beklemediğim ve hazır olmadığım bir durumdu. Dört-beş saat boyunca havaalanının transit bölümünde bekletildik. Alelacele Yunan Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan özel bir uçakla aynı gün (9 Ekim) Moskova’ya götürüldüm.”

9 EKİM’DE BAŞLAYAN ‘ATEŞTEN’ 129 GÜN…

Kürt Halk Önderi’ni kalması için Yunanistan’a davet edenler ancak ona 5 saat ev sahipliği yapabilmişlerdi. Yeni durak, Rusya idi. 33 gün zorlu Rusya günlerinin ardından Abdullah Öcalan’ı taşıyan uçak 12 Kasım 1998 günü İtalya’ya indi. 66 gün süren komplonun Roma durağında Kürt halkı, önderleri Abdullah Öcalan etrafında kenetlenecekti.

17 Ocak 1999 günü Roma’dan çıkan Kürt Halk Önderi Moskova-Misk-Atina arasında gidip geldikten sonra, 4 Şubat’ta komplonun en önemli istasyonu Kenya’nın başkenti Nairobi’ye götürüldü.

O ise cehennem ismini verdiği bu Afrika ülkesinin başkentinde tek başına direnecek, son ana kadar bir çıkış yolu bulmaya çalışacaktı. 15 Şubat 1999 günü Yunan ve Kenyalı yetkililer baskıyı artıracak, Kürt Halk Önderi’nin büyükelçilik binasından çıkartıp havalimanına götürecek, ardından da onu, orada bekleyen Türk devletinin özel birimine teslim edeceklerdi. Sadece Abdullah Öcalan’ın hayatı ve mücadele öyküsünde değil, Kürt halkının tarihinin de önemli safhalarından olan, 9 Ekim 1998’de başlayıp 15 Şubat 1999’da son bulan ateşten 129 gün ya da tarihe not düştüğü şekliyle, “Uluslararası Komplo” böylelikle sonuca varacaktı.