Her insani varoluş, anlamsal bir varoluştur.
Anlamlı yaşamak için anlam yaratma ve bu anlamı yaşama katma bilinci, "bilinmek istenen”in kendini görünür kılma ve kendinden izler bırakma çabasının sonucunda oluşur. Evrenin ruhundan beslenen her soluk alıp verişin, her yaşamın bir anlamı vardır. Anlamsız oluş ve oluşsuz anlam yoktur.
Ancak bazı yaşamların diğer bazı yaşamlardan daha anlamlı olduğu gerçeği de daima bir hakikat halinde öne çıkmasını bilmiştir. İnsani oluşun tarihsel ve güncel pratikleşmeleri içerisinde ifadesini bulan mitolojik, dinsel, felsefik, sanatsal ve bilimsel çıkışların birçoğu bu içerikte bir hakikat haline gelme farklılığına sahiptirler. İnanna’dan peygambersel çıkışlara, Bruno'dan Hallacı Mansur'a ve Ehmedê Xani’den Önder Apo’ya uzanan tüm gerçekleşmelerde bu farklılığı görürüz.
C.A. Bedirxan, Xani için “O’nun zamanı onu duymamıştı" derken çok da haksız bir değerlendirmede bulunmuyordu. 17. yüzyıl Kürtlerindeki okuma yazma oranının düşüklüğü, ulaşım ve iletişim sorunlarının ağırlığı ve benzeri durumlar, gerçekten de Xani’nin duyulması önündeki en önemli engellerdi. Xani’nin zamanında duyamamama haliyse, Kürtlerin ulusal bilinçlenmesi bakımından yaşanan en büyük kayıp oldu. Günümüzün iletişim imkanları gözetildiğinde ise, çarkın tersinden bir hız kazandığını belirtmek mümkün.
Bu da demektir ki Ehmedi Xani'nin “Kılıç ve Kalem”i birleştirme idealini, ideolojik-politik ve örgütsel önderlik- Rêberlikle buluşturan, stratejist ve kuramcı kimliğiyle 21. yüzyıla damgasını vuran Önder Apo için kimse, “O’nun zamanı onu duymamıştı" diyemeyecek. Apocu çizgide varlığını sürdüren Özgürlük Hareketi ve bileşenleri, örgütlü halk inisiyatifleri ve dostları bugün bize bunu söyletiyor.
Fakat bütün bunlara rağmen Önder Apo, “Neden beni anlamıyorsunuz, neden beni anlamak istemiyorsunuz?” sorusunu bıkıp usanmadan sormaya devam ediyor. "Neden?" sorusunu belirleyen durum bir duymama haline duyulan tepkiye vurgu yapmıyor. Tersine, duymanın beraberinde belirginleştireceği anlamlandırma ilişkisinin gereğince oluşmasına işaret ediyor. Çünkü O, ona biçilen mutlak yalnızlık içerisinden çıkıp Biz’de, dostlarında ve yoldaşlarında yankısını bulup somutlaşmak istiyor.
Anlamak ne için? Elbette ki yapmak, kurmak ve yaratmak, özgür varoluşu garantiye almak için. Ama doğru düşünmekle, hissetmekle ve iyi yapmayı bilmekle. Ruhta, duyguda ve düşüncede onunla buluşup anlam gücü haline gelmekle.
Önder Apo, kolay bir insan değil kuşkusuz. Zira dur durak nedir bilmeyen, akışkan ve evrensel bir bilince sahip. Kendisine sabit bir alan oluşturmadığı gibi kendini sabit koşullara, durumlara mahkum etmez. Bu, kendi yarattığı örgüt olsa bile böyledir. Duraganlığı gördüğü her yerde anında karşısına geçer ve kendine zıt yönde bir konum belirler. Düşünce ve sezgileri hep hareket halindedir, kendini hareketin akış gücüne göre şekillendirir. Hiçbir zaman bir önceki an’da konaklayıp durmaz; o an’la olan bağlarını koparır ki yeni olana zincirsiz ve özgürce kulaç atıp ulaşabilsin.
Bu nedenle eylemi düşüncesinin önünde yürüyen kişidir O. Ve yine bu nedenle hep yalnız olandır. Yüreği ve beyni kalabalıklar için çalışan bir yalnızlık.
Bilindik alışkanlıkların ve yolların yolcusu olmadığından bir çok kimsenin rahatını kaçırır; kimileri için tehdittir, kimileri için de karanlığı aydınlatan ışık!
Öyle ki, kendisine "Sistemin sahte aşk ağlarına yakalanmaktansa, sizin özgürlük ağlarınıza tutunmayı daha anlamlı buldum" diye yazana; "O oğlan bir anlamda yeniden özgür doğuşunuzun doğarken yırtıp parçaladığı ağ veya koza olarak anlaşılmalı. Böyle anlarsanız daima kendinizi aşma ve yenileyebilme yeteneğine kavuşur, özgürlüğünüzü süreklileştirirsiniz. Yok, böyle bir anlamlandırma yeteneği göstermez, ağlara yapışıp kalan ve sürekli o ağdan beslenen bir tüketici bağımlılık ilişkisine düşerseniz, bizzat kendiniz bu oluşturucu özgürlük ağlarını tutsaklığın ağlarını dönüştürmüş olursunuz" yanıtını verecek kadar hakiki ve sahicidir.
Bizi halklarımız için birlikte politika yapmaya davet ettiğinde de tutkulu ve kararlıdır, devrimci görevler karşısında yaşadığımız yetersizlikleri yerip doğrultu kazandırdığında da. O da her insan gibi sevendir, aşık olandır ve buna göre davranış geliştirendir. Ama O, bütün davranışlarının, sevgisinin ve aşkının odağına politika yapmayı, politik mücadeleyi koymuştur. Halkının özgürlüğü için politika yapmayı varoluş nedeni haline getirirken doğru söz ve pratik onun amentüsüdür. Şartlar ne olursa olsun, zorluklara bireysel zaaflarının penceresinden değil, halkının özgürlük ve kurtuluş penceresinden bakıp umutla katlanır.
Öfkelendiğinde yalnızlığını bir stranın ağır havasında söze dökecek kadar cesur ve duyguludur, ama duygusal değil.Derviş’e Abdî gibi Şengal dağlarında olmayı arzuladığında da stratejik düşünmenin ufuklarındadır, Rojava'yla devrimin Jeopolitiği kurguladığında da...
"Maalesef arkadaşlarımız ideolojik propaganda düzeni aşamamışlar. Halbuki onca birikim, muazzam stratejik davranan, stratejide derinlik ve üretkenlik gösteren bir gelişmeye yol açmalıydı. Neden askeri bir stratejistimiz yok? Hala bir Giap açığa çıkarabilmiş değiliz? O zaman halkımızın kurtuluşunu, özgürlük sorununu nasıl çözeceğiz? Böyle bir derdi olan var mı?” sorularını yönelttiğinde de umut ve bekleyiş içindedir. Gülerek “Ne kadar eleştirip hayıflansam da gerçek sevgi ve aşkı PKK’deki yoldaşlıkta buldum" dediğinde de...
Alacakaranlık çöküp Minervan'ın Baykuşu kanat açtığında, İmralı'da özgürlüğün Erdem'i ve suretinde görendir O.
Ve evet, bugün mutlak tehditle zincirlenmiş ve suskunluğa mahkum edilmiş olsa da, özgür duruşundan taviz vermeden hala yoldaşlarındaki ve dostlarındaki yankısını duymak istemektedir.
Önder Apo'yu anlamak yankısını bulmasını sağlamaktır.
Kaynak: Yeni Özgür Politika