Önderlik olmadan hiç kimse özgür olamaz -I

Eğer Önder Apo bir amaç edinmemiş olsaydı, Kürtlere yaşanacak bir kader bile bırakılmamıştı. Başta Türk sömürgeciliği olmak üzere tüm ezilen bölge milliyetçiliklerinin elindeki kalemin hangi yana oynatılacağını hiçbir güç bilemezdi.

20. yüzyıl Kürtler için büyük anlam içeren bir yüzyıldır. Büyük katliamlarla başlayan, giderek soykırım saldırıları altında yok olma eşiğine gelen Kürtler, yüzyılın son çeyreğinde ölüm yatağından kalkıp doğruldular. Ortadoğu'yu şekillendiren faşist akıl, Kürtleri ölüm sınırına getirip 20. yüzyılda adeta bir cenazeye dönüştürmüştü. PKK çıkışı, işte bu cenazenin mezardan çıkış hareketidir. Türk soykırımcı sisteme verilen rol gereği, Kürtler karşısında sürdürülen imha ve inkar savaşı bu yüzyılda da sürdürüldü, ancak bu yüzyılın farkı, ölüme sessiz sessiz gitmek, boyun eğmek olmadı. Kürtler, bu yüzyılda inkar ve imha çemberinden çıkmayı başardılar.

Önder Apo’nun çıkışı, bu soykırım çemberinden kurtulmakla birlikte Kürtlere nasıl yaşanacağına dair fikir verdi, hayal kurdurdu. Tabii bunu söylerken, Kürtlerin PKK’den önce hiç hayalleri yoktu demiyoruz. Kuşkusuz hayalleri vardı ancak bugün hayal bile denemeyecek sayıklamalar şeklindeki olgulardı Kürtlerin başına gelen. Adeta lanetlenmiş bir gerçeklik, soykırımlardan kıl payı kurtulmuşluğun gizli hikayeleri, asimilasyon çemberinden faşizm lehine başarıyla çıkışla ulaşılan bir memurluk ya da ölüm… Bundan ötesi yoktu Kürtler için.

Bugün Kürtler ve Kürdistan üzerindeki saldırılar, var olmaya başlayan Kürtlüğe-Kürtlere olan öfkenin sonucudur. Varoluşu Kürtlerin aklına düşüren PKK’ye olan öfkenin nedeni ve sonucu budur. İşgal, inkar ve imhanın histerik bir şekilde sürdürülmesi eğiliminin dışa vurumudur. Eskiden biraz gizleniyordu ancak bugün tüm dünya biliyor ki, Türk faşizmine göre Kürtler yok hükmündeydi. Var olmaya hakları yoktu, var olamamaları için her şeyleri ellerinden alınmalıydı. Şarkıları, giysileri, renkleri, emekleri ve her şeyleri... Eğer Önder Apo hayal kurmamış olsaydı, bir amaç edinmemiş olsaydı, Kürtlere yaşanacak bir kader bile bırakılmamıştı. Çünkü bunu yazan bir ilahi adalet yoktu, başta Türk sömürgeciliği olmak üzere tüm ezilen bölge milliyetçiliklerinin elindeki kalemin hangi yana oynatılacağını hiçbir güç bilemezdi.

DAĞLAR KÜRT’ÜN ÖLÜM HİKAYELERİ İLE DOLDURULMUŞTU

Kuşkusuz Kürtler ve PKK gerillaları için ölmek değildi mesele. Ölümün kaçınılmaz olduğunu herkesten çok gerillalar biliyor ne de olsa. Ancak nasıl yaşadığın kadar nasıl öldüğün ve hayatın kimi anlarında karşına çıkardıklarını nasıl karşıladığın önemli. Şırnak özyönetim direnişlerinde şehit düşen Zeryan adlı gerillanın söylediği söz akıllardan ve yüreklerden çıkmayacak cinstendir. “Biz ölsek de kazandık!” Gerillalar bu sözü hep hatırlar ve söyler.

Kürt dağları Kürt’ün ölüm hikayeleriyle doldurulmuştu. Ancak gerillalar sayesinde, sonunda ölüm de olsa nasıl direnildiği anlatılmaktaydı artık. Bir de ‘ölümlerden ölüm beğen’ denilen noktada ölümleri beğenmeyip direne direne yaşamı seçen, taşların santim santim aralığına yaşamı, direnişle örülen yaşam anlamını sığdıran gerillalar var artık. Bundan dolayı ölüm hikayelerine dair algılar da artık değişmek zorundaydı. Öyle bir algı yaratılmıştı ki, Kürt olmak, erken ölmek, ölümden beter hayatlara tahammül etmek, hayatı yaşanacak değil katlanılacak bir olgu bilmekti.

Kürtlük adeta bir canlıya verilecek cezaydı. Daha kötüsü olamazdı. Kuyruklu oluşu, geriliği, vahşiliği, bilmezliği, cahilliği, medeniyet görmemişliği adeta doğal sıfat kılınmıştı. Kürtlere dağla özdeşleştirilen bir kabalık, vahşet ve insan olamayış atfedilmişti.

Böyle bir varlık olağan koşullar böyleyken nasıl insan olabilirdi ki? Nasıl var olabilirdi? Takdir edileceği üzere Kürtlerin cehaletten kurtulması için Kürtlükten uzaklaşması, Türkleşmesi ve ondan sonra okuyup bilim öğrenmesi gerekirdi. Yine Kürtlerin dağlı kabalıktan kurtulmak için Enkidu gibi Gılgamêşlerin tecavüzünden geçerek şehirlere inmesi gerekirdi. Bunun için de onu yaban görmeyen ceylanların ondan ürkmesi, vazgeçmesi, yani başka bir varlık olması, kendi dışında bir şey olması gerekirdi. Asimile olmayan Kürt dağlı kabalığından kurtulamazdı, medeniyet görmeden insan olamazdı. Tüm bunlar Kürtlüğü yok etmenin parametreleri olarak Kürtlüğün karşısındaydı. Bu yolda yürüyen Kürdün ulaşacağı yer, Kürtlüğün bitişiydi.

TÜRKLÜĞÜN GARDİYANI AKP

Soru kapsamında istenildiği kadar uzatılabilir bu tanımlamalar. Ancak meselenin özü Kürtler yok edilmek isteniyor, Türklük denen olgunun Ortadoğu’da yaşaması için Kürtlük dünya hegemonyası tarafından yem olarak kullanılmış, başına da faşist Türklük gardiyanı konulmuştur.

İşte Önder Apo ve PKK çıkışı bu kadersizliğin, bu yok oluşun, bu kabullenişin reddidir. Bu anlamıyla PKK bir ret hareketidir. Yanlış olan onca çok şey varken, bunları reddetmeden bir inşaya girişilemezdi. PKK önce yanlışları reddetmeli, yok etmeliydi ki doğruları inşa edebilsin.

Türk devletine faşist, soykırımcı, katil, Kürt düşmanı, kadın düşmanı, çocuk düşmanı, tecavüzcü ya da başka hangi sıfatlarla seslensek yerini bulur. Hatta hepsinin toplamı bile Kürtlerin öfkesini anlatmaya yetmez. Bugün bu faşist devlet, ABD planı çerçevesinde KDP’nin işbirliği sayesinde saldırılarını çaresizce ve ölçüsüzce sürdürüyor. Kürdistan gerillasının yaşadıkları, son yıllarda gerilla gruplarının başından geçenler az da olsa anlatılıyor, tarihe iz bırakıyor. Son sekiz ayda bu çok daha fazla artmış olsa da, Türk ordusu kimyasal silahları ilk kez kullanmıyor. Nurhaklarda, Cûdî’de, Geliyê Tiyarê’de, Kato Jîrka’da kullanılan kimyasal saldırılar biliniyor. Tabii TC bu alçaklığı sadece gerillaya karşı değil, zamanında Dersim’de on binlerce Alevi Kürt’ü mağaralarda kimyasallarla katlederek yapmıştır. Sonradan bazı askerler elde edilen bir başarı olarak, anılarında ‘oradaki Kürtleri fare zehirler gibi zehirledik’ demişlerdir.  

TÜRK ORDUSUNDA SAVAŞ AHLAKI YOK

Bugün tarihe kulak veriyoruz. Tarihin tam ortasından konuşan gerillaların seslerine kulak veriyoruz. Kürdistan dağlarında, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, PKK gerillalarına karşı kullanılan kimyasal silahların hangi zehirli kimyasallarla yapıldığı dahi tam olarak açığa çıkarılmadı. Bir dağın kalbinde, bir mağaradaki gerillalara neler yapılabilir diye kimse düşünüp fikir üretemez. Ancak vahşi ve insanlıktan nasip almamış Türk ordusu, AKP-MHP aklıyla, inkarcı-imhacı akılla hareket edenler bunu yapabilir. Türk ordu mensuplarının yaptıkları kesinlikle savaş bile sayılmaz. Kimileri savaşın ahlakı mı olur der, nihayetinde düşmanını öldüreceksin, yöntemin ne önemi var. Böyle diyenler de var. Ancak Türk ordusunun yaptıkları bundan da öte bir çaresizliğin, bir insanlık düşmanlığının sonucudur.

Kürdistan dağlarına, gerillalara kimyasal gazlarla saldırıyor. Mağaralardaki hava boşluklarını tespit edip kapatıyor. Kapılardan içeriye kimyasal gazlar atıyor. Kayalıkların üst taraflarından sondajla metrelerce uzunluğunda delikler açarak içeriye kimyasal silahlar, zehirli gazlar, zehirli tozlar, yakıcı ve zehirli sıvılar bırakıyor. Mağaraya, üzerine kamera bağlanmış köpekler gönderiyor. Mağaraların kapısına yakın konumlanıp gerillaların havasız kalıp ölmesini ya da kapıya koşmasını bekliyor. Attığı kimyasal gaz birkaç saat sonra dağıldığında, cenaze toplamaya ya da baygın olanları teslim almaya gidiyor ve bunu yaparken Kürtçe sesleniyor gerillalara. Her ihtimale karşı kıyıda köşede birkaç gerilla yaralı da olsa sağ kalmış olabilir diye düşünüp içeriye bombalar atıyor. Ardından yanıcı maddeler atarak yangın çıkarıyor ve kalkıp yürüyemese de baygın olanlar varsa yakmaya çalışıyor.

Sivas olayları, Madımak ne ki! Türk devleti tüm Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti'nde yapılan katliamların toplamından daha vahşi ve insanlık dışı bir sistemdir. Anti insanlıktır Türk devleti. Böyle bir devletin Sivas'ın katillerini, Şenyaşar ailesinin katillerini adaletli bir şekilde yargılamasını beklemek de zordur.

Öyle bir düşmanlık var ki, Kürt’ün tek bir nefes alma olasılığına dahi saldırmakta, onu dahi yok etmek istemektedir. Türk devleti temiz bir damla su, temiz bir nefeslik oksijen, bir parça gıda kalmasın diye her yöntemi uygulamaktadır. 2017 yılında Kato Jîrka’ya yönelik saldırılarda operasyon adı altında yapılanlar Dersim dağlarına yapılandan, Zîlan katliamında yapılandan kat be kat büyük vahşet gösterileridir.

PKK TÜM SALDIRILARA RAĞMEN GÜCÜNÜ KORUDU

Şuna inanıyorum ki, bu saldırılara katılan, bu saldırılara şahit olan hiçbir Türk ordu mensubundan normal bir insan çıkmayacaktır. AKP-MHP iktidarı için Kürt demek soykırımla özdeşleşmiştir. Öyle olmasa eline bıçağı, silahı alan dengesiz fanatik MHP’liler gördüğü her Kürt’e saldırır mıydı? Dolayısıyla yenilmemek, ayakta kalmak adına tüm Türkiye toplumlarını da kendi kirlerine feda etmektedirler. Ancak, böyle bir tarihi temizleyecek bir sabun ne Türk toplumunda ne de dünya insanlık tarihinde vardır. Salt son 10 yılın soykırım bilançosu dahi Kürtlere ezel-ebet düşmanlık duygularını yaşatmaları için yetip artmaktadır.

Bugün TC’nin gelip dayandığı yer işte burasıdır. İradesi kırılmış, fanatizmin çöplüğünde kendisi olmaya bile yakınlaşamamış kitleler, karşısında da büyük düşmanlık olmadan yaşanamayacağını anlayan ve direnişten, özgürleşmekten başka bir yol olmadığını bilen Kürtlük vardır. Bugünün on yıl öncekinden farkı da Türk devletinin sadece Bakurê Kürdistan da değil, dört parça Kürdistan’da aynı uygulamanın sahibi olması ve dört parça Kürdistan’da tüm halkların öfkesini kazanmış olmasıdır. Bunu anlamamış olan ve gereklerine göre yaşamayan Kürtlüğün de özgür Kürdistan’da yeri olmayacağını, onurlu olan tüm Kürtler dillendirmektedir.

Bir güç, bir kişi ya da grup hamle yapabiliyorsa, demek ki atağa geçecek gücü vardır, bu gücü biriktirmiş ve kararını vermiştir. Hamle süreçlerinde fiziki güç kadar, belki de ondan daha fazla belirleyici olan, karar verme ortaklığının, kolektif iradenin ortaya çıkmasıdır. Bu anlamıyla PKK, tarihindeki tüm saldırılara rağmen hem fiziki gücünü büyük oranda korumuş hem de tüm çizgisel dayatmalara rağmen kolektif iradesini ortaya koyma başarısına ulaşmıştır. Bu anlamıyla 12 Eylül 2020 hamlesi tarihsel bir kararlılığın pratiğe dökülmesidir.

ZİNDAN ŞEHİTLERİNİN HAMLEDEKİ ROLÜ BELİRLEYİCİDİR

Böyle bir hamleye karar verebilmek, önceki yıl tamamlanan “Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım, Kürdistan’ı Özgürleştirelim” hamlesinde büyük rol oynayan ve şehadetleri ile hamlenin başarı ruhunu tüm topluma ve öncü güce aşılayan, büyüten ve kapsamlılaştıran öncü şehitlerdir. Zindanlarda direnen ve şehit düşen tüm tutsakların bu anlamda hamlenin başarısındaki rolleri belirleyicidir.

Yine Leyla Güven şahsında direnişin uzun döneme yayılması, kadın özgürlük gücünün iradesinin tüm Kürdistan halkını harekete geçirmesi ve öncülük yapması da hamlenin kaderini belirlemiştir. Bu hamle, AKP-MHP faşizminin “bitirdim, susturdum, seslerini kestim” dediği yerde ortaya çıkarak, kitleleri harekete geçirerek, zindan direnişlerinin öncülüğünde toplumumuzda büyük ayaklanmalar yaratarak kendi zaferini ilan etmiş ve tarihsel rolünü oynamıştır.

Kuşkusuz Önder Apo üzerindeki tecridi kırmaya odaklanmış olan hamlenin gelişim süreçleri içinde yapılan görüşmeler, az da olsa gerçekleşen iletişim olanakları, yine faşist TC temsilcilerinin Kürdistan Özgürlük Hareketi PKK ile görüşmek için yol yöntem arayışına girmeleri de faşizmi yıkmanın önemli adımları olmuştu. Tüm bunlar, tümden tecrit kırılmasa da güçlü, hazırlıklı ve zafere odaklanan hamlelerle süreçlerin seyrinin değiştirilebileceğini ortaya koymuştu.

İşte 12 Eylül 2020 tarihinde ilan edilen hamlenin böyle bir tarihsel zemini var. Başarılı bir hamlenin ardından geliştiği için büyük bir iddiayla ve azimle, kararlılıkla başlamıştır Dem Dema Azadiyê ye hamlesi. 2021 yılı boyunca hamlenin büyüyerek geliştiği, kapsamlılaştığı, hamlenin bir yaşam şartı, bir zorunluluk olarak anlam kazandığı bir yıl oldu.

* PKK Merkez Komite Üyesi