Özgür yaşam bilinci

Kurdistan’da ve Ortadoğu’da kapitalist modernite güçleri ve bölgenin statükocu güçleri mazlum halklara karşı soykırım savaşlarını yürütürlerken ‘barış’ diye bir kavram, süreci anlamak açısından yeterli olabilir mi?

Fransa’da aydın, yazar, hukukçu, sporcu, sanatçı ve seçilmişler; Kurdistan’da barışa ses olmak için 13 Ocak’ta Fransa-Marsilya’da konferansta buluşmaya çağırdığı gün, faşist TC devleti Kuzey ve Doğu Suriye topraklarını, Başûrê Kurdistan topraklarını bombalamaya devam etti.

Elbette böyle bir bildirinin yayınlanması önemlidir; çünkü faşist Türk rejimi Kürt soykırımını ısrarla dünyanın gözü önünde sürdürüyor, sürdürmek istiyor. Bölgede giderek genişleyen 3. Dünya Savaşı ortamından da yararlanarak Kürt halkını katletme, katledemediğini de yerinden yurdundan etme gibi bir planı hızla uygulamaya devam ediyor.

Durum böyleyken Kürt halkının dostları da faşist TC devletinin bu niyetini daha çok deşifre etmek için ‘Kurdistan’da Barış’a Ses Olalım’ çağrısıyla 13 Ocak’ta Marsilya’da bir konferans düzenlenmeye karar veriyorlar. Tabii ki böyle bir çağrı ve böyle bir girişim çok ama çok değerlidir. Bildiriye imza atan herkesi bu onurlu duruşlarından dolayı kutlamak gerekiyor. Çünkü dünyanın gözü önünde insanlık gelişimine önemli katkısı olmuş kadim bir halk soykırıma uğratılmak isteniyor.

Bu temelde hem Kürt halkı eylem zenginliğiyle mücadeleyi büyütüyor hem de Kürt halkının dostları dünyanın her yerinde eylem halindeler, Önder Apo’nun düşünceleri etrafında bir araya geliyorlar. Önder Apo tanındıkça Kürt halkı ve Kurdistan daha iyi tanınır hale geliyor. Böylelikle Kürt sorunu denilen sorunun yakıcılığı insanlığın temel sorunu olduğu gerçeği çok daha iyi anlaşılıyor. Kürt halkının dostları çoğalıyor, bu da Kurdistan Özgürlük Mücadelesinin halkı bir mücadele olduğunu somut olarak kanıtlıyor. Kürt sorununu doğuran kesimler bütün güçleriyle Kurdistan Özgürlük Mücadelesini terörize ve kriminalize etmeye çalışsalar da bu çabaları her geçen gün boşa çıkıyor. El birliğiyle Kurdistan Özgürlük Mücadelesini sınırlamak isteseler de tersi bir durum yaşanıyor. Dünya ezilen insanlığı, onurlu düşün insanları, sosyalistleri, aydınları artık Kurdistan Özgürlük Mücadelesini kendi mücadeleleri olarak görüyorlar. Haklı olarak da kendi cephelerinden faşizme, militarizme karşı çıkıyorlar. Kürt halkına yapılan saldırıyı kendilerine yapılmış gibi görüyorlar.

Bu noktada önemli olan bir konu da şu oluyor: Günümüzde insanlığın düşüncede derinleşmesine ihtiyacı var. Çünkü kapitalist modernite düzeni insanlığa düşünmemeyi dayatıyor. İnsanları derinlikli ve kapsamlı bir sömürü altına almanın en kolay yollarından biri insanı düşünemez hale getirmek oluyor. Böylelikle toplumun örgütsel yapısını dağıtıyor.  Örgütsel yapısı dağıtılan bir toplumu sömürü altına almak da her bakımdan çok daha kolay oluyor. Böylelikle direnmesiz, tepkisiz köle bir toplum yaratılmak isteniyor. Bu bakımdan egemen sistem düşünce gücünü tümüyle kendi tekeline almak istiyor. Halkları, kadınları, gençleri, emekçi ve tüm ezilen kesimleri mümkün olduğu kadar düşüncesiz kılmaya çalışıyor.

Bu noktada kapitalist modernite sistemin insanlarda yaratmak istediği algıyı da deşifre etmek önemli oluyor. Çünkü sistem, toplumları kendi zeminine çekmek ve köleleştirmek için çok yoğun bir şekilde algı oluşturuyor, toplum yoğun bir propaganda bombardımanına tabi tutuluyor. Demek ki düşün dünyasından insanların entelektüel görevleri var. Ancak bu görevler yerine getirilebilirse kapitalist modernite sistemi düşünce alanında geriletilebilir. Bu görevler yerine getirilemezse de onun binbir suratlı yanı teşhir edilemez.

Bu noktada savaşı ve faşizmi teşhir etmeye çalışırken ve bunun mücadelesini yürütürken kullanılan bazı kavramlar süreci tam izah edebilir mi? Ya da neredeyse dünyanın sonunu getirebilecek bir çılgınlık düzeyine gelmiş savaş durumunu açıklığa kavuşturabilir mi?

Mesela Kurdistan’da ve Ortadoğu’da kapitalist modernite güçleri ve bölgenin statükocu güçleri mazlum halklara karşı soykırım savaşlarını yürütürlerken ‘barış’ diye bir kavram, süreci anlamak açısından yeterli olabilir mi?

Ya da ‘barış’ kavramı öne çıkartılarak, toplumlara karşı yok etme savaşını yürütenlerden ‘barışı getirin’ denilebilir mi?

‘Barış’ yapacaklardıysa neden savaş yaptılar ki? Soykırımcı güçlerin barış diye bir dertleri var mıdır?

Halklara karşı soykırım düzeyinde haksız savaşlar yürütülürken; günlük olarak yüzlerce insan yaşamını yitirirken; peki burada ‘barış’tan mı bahsetmek gerekir yoksa zalime ve soykırımcıya karşı ‘haklı savaş’tan mı bahsetmek gerekir?

Gerçekten ‘barış’ diye bir kavram var mıdır?

Sanki böyle bir kavram yoktur, aslında haklı savaşı yürütmesi gereken ezilen kesimleri yanıltmak açısından ‘alın barış kavramının etrafında oyalanın, biz de sizi köleleştirmek için bildiğimiz işi yapalım; yani sizi yok etmek için savaş yapalım’  gibi bir durum oluyor.

Kan gövdeyi götürürken, kellesi kesilirken ‘barış’ demek, boynunu zalime uzatmak olmuyor mu?

Yüz yıldır Kürt halkını bu dünyadan yok etmek isteyen sisteme karşı savaş yürüten bir gerçeklik var. Günümüzde Kürt düşmanlığının bu kadar zirveye çıktığı bir süreç, tarihin hiçbir döneminde yaşanmamıştır.

Durum bu kadar aleni ve açıkken ve Kurdistan Özgürlük Mücadelesinin stratejisi ‘DEVRİMCİ HALK SAVAŞI’ iken, bu aşamada hem haklı savaş yürütüp hem de savaş karşıtlığı biçiminde bir yaklaşım doğru olabilir mi?

Gerçekten de bu noktada çok ama çok dikkatli olmak önemli olacaktır, çünkü kapitalist modernite güçleri açısından ‘savaşsızlık’ , ‘savaşsız bir dünya’ diye bir şey yoktur. Kendisinin varlığı zaten savaş sayesinde olmaktadır. Bütün gıdasını kan akıtarak alan bir sistem söz konusudur.

Peki savaşın olmadığı bir dünya öngörülebilir mi? Savaşsızlık nasıl mümkün olabilir? Sadece ‘barış’ diyerek bu mümkün olabilir mi?

Çok açık ki mümkün değildir. İnsanları yanıltmak, etkisiz kılmak için önlerine ‘barış’ kavramı konuluyor. Önder Apo “iktidar ve devlet sistemi altında ancak ateşkes olabilir fakat barış, savaşsızlık durumudur. Savaş da ancak bu iktidar ve devlet sistemi yok olduğu zaman ortadan kalkar’ demiştir. Demek ki savaş ortadan kalkınca barışa ihtiyaç kalmaz. Dolayısıyla barış yoktur. Gerçekten de uydurma ve sahte bir kavramdır. Bir yanıltma, bir saldırı kavramı gibi değerlendirilebilir.

Mesela demokratik siyaset, ateşkes ortamında gelişebilir. Bu da bir süreliğine geçici bir biçimde savaşın durdurulması anlamına gelmektedir. Demek ki, ‘demokratik siyaset’ barış ortamında yürütülen bir siyaset değildir, ateşkes ortamında yürütülen bir siyasettir. Ateşkes ortamında sorunların çözümüyle uğraşma yöntemine ‘demokratik siyaset’ denilebilir. Dolayısıyla ‘savaş-barış’ ikilemi ya da barış arayışçılığı teorik olarak yanlıştır, pratik olarak da zararlıdır. Günümüzde hiçbir anlamı ve kazandırıcılığı yoktur, sahibini yanıltmaktan başka bir rol oynamayabilir. Dahası bilinç çarpıtmasına yol açabilir. Onun yerine savaşın karşıtı savaşsızlık olabilir ya da ateşkestir.

O zaman ateşkes nedir?

Savaş, karşılıklı bir çarpışma anı ise, ateşkes bu çarpışmayı yürütmemedir. Savaş pozisyonunun bitmesi değil çarpışmanın durdurulmasıdır. Öyle bir durumda savaş için her türlü hazırlık yapılabilir ama çarpışma yapılmaz. Bu kadardır. Buna da ‘ateşkes durumu’ denilmektedir. Her an ateşkes bozulabilir, her an çarpışma ve savaş başlayabilir.

Bu nedenle bir barış durumu yoktur. Barışa ulaşma diye bir şey yoktur. Demokrasi, barış ile sağlanamaz, ateşkesle sağlanabilir. Demokrasi ayrı bir durumdur. Demokrasinin barış ile bir alakası yoktur.

O bakımdan iktidar ve devlet var oldukça bu dünyada barış olmaz. Savaş var olur. Savaşla da barışa gitmez. Bu dünya değişir ve savaş ortadan kalkarsa da zaten barışa gerek kalmaz.

Savaşın örgütlenmesi, planlanması neye göre oluyor? Amacı neye göre şekilleniyor?

Çok açık ki, başkalarının ürettiğine, elinde olana, değerine el koymak için planlı, örgütlü şiddet kullanımı biçiminde de şekilleniyor. Başkasının değerine el koymak da onu yok etmeyi ifade ediyor. Dolayısıyla savaşın askeri anlamda özü, karşıtını yok etmedir. Bu yok etme fiziki olarak ortadan kaldırma olarak ortaya çıkabildiği gibi iradesini kırıp teslim alma, kendine hizmet eder hale getirme biçiminde de ortaya çıkabiliyor. Bunlar yok etmenin farklı biçimleri oluyor.

Niçin karşıt yok ediliyor? Karşıtını yok etmekte amaçlanan nedir?

Amaçlanan gasptır, sömürüdür, köleleştirmedir. Karşıdakinin değerlerine el koyma, kendine kullanma istemidir. Dolayısıyla savaşın sınıflaşmayla, sömürüyle, iktidar ve devlet sisteminin gelişimiyle, uygarlığın parçalanmasıyla doğrudan bağı var. Bu tür düşünsel ve pratik gelişmeler savaş denilen eylemi ortaya çıkartıyor. Bunun tersi de doğrudur. Mevcut baskı, sömürü düzeni, iktidar ve devlet aygıtı esas olarak savaş yöntemiyle ve onu uygulayan güç olarak askeri güçle, ordunun etrafında şekilleniyor. İktidar ve devlet sistemini savaş ve ordu doğuruyor. Savaş yapan duruma, eylemliliğe askerlik deniliyor. Savaş yapan örgüte ordu deniliyor. Savaş ile ordu iç içedir. Savaşta yok edilmek istenene de düşman deniliyor. Düşman, yok edilmek istenen hedef anlamına geliyor. Dolayısıyla savaş karşıtlıkları düşmanlık düzeyinde oluyor. Düşmanlık düzeyi bir arada yaşayamama, birbirini yok etme düzeyidir.

Bir güç bir başka varlığı düşman ilan ederse ne olur? Ya da düşman ilan edilenin ne yapması lazım?

Zorunlu olarak düşman ilan edilenin, düşmanlık yapmayı bilmesi gerekiyor. Onu yapamasa da tek taraflı bir saldırıyla ya fiziki olarak imha edilip ortadan kalkar ya da değerleri gasp edilip teslim alınarak köleleştirilir. O nedenle bir başkasının değerine el koyma zihniyeti, siyaseti, örgütü ve saldırı gücü ortaya çıktı mı, birileri kendi dışındaki bazılarını düşman olarak görmeye başladı mı, artık insan yaşamının içine, toplumlara düşmanlık girmiş demektir. Dolayısıyla herkesin bu durumu dikkate alıp var olabilmek ve özgürlüğünü koruyabilmek için düşmanlık yapmayı bilmesi gerekiyor.

Bu noktada çok ama çok dikkatli olmak önemlidir. Düşmanlığı belki dostlukla çözerim diye bir şey yoktur. Böyle bir yaklaşım da boynunu celladına uzatmaktır. Bu düzeyde seni düşman ilan etmiş ve bu dünyada Kürt diye bir varlığı bırakmayacağım diye yemin etmiş bir güçle karşı karşıya bulunulmaktadır. ‘Hayır, düşman tüm bunları yüz yıldır yapsa da belki dostlukla çözerim’ gibi bir yanılgı yaşanmamalıdır. Öyle bir yaklaşım teslim olmaya götürür ki, onun da sonucu köleleşmedir, iradesizleşmedir. O da özgürlüğün yok oluşudur, ki özgürlüksüz de varoluş olmaz.