Mayıs’ın ilk günü, dünya işçi ve emekçilerine adanmış bir gün olarak kabul edilmiştir. Bu kabul ediliş, sadece işçiler, emekçiler ve en genel anlamda da devrimci sosyalistler için değil, egemen iktidar güçleri tarafından da uluslararası alanda kabul edilen bir gün haline gelmiştir. Kuşkusuz devrimci sosyalistlerle egemen iktidar güçlerinin 1 Mayıs’ı işçilere, emekçilere özgü bir gün olarak kabul etmiş olmaları, bakış açılarının ortak bir noktada çakıştıkları anlamına gelmiyor. Tamamen birbirlerine zıt iki bakış açısı, 1 Mayıs’a yaklaşımda da varlığını korumaya devam etmektedir.
Devrimci sosyalistler, 1 Mayıs’ı işçi sınıfının uluslararası “Birlik”, “Mücadele”, “Dayanışma günü” olarak kabul ederken, egemen iktidar güçleri de 1 Mayıs’ı bu temel özelliklerinden arındırarak; özünden boşaltıp sistem içileştirerek kendilerine mal etmenin bir günü haline getirmeye çalışmaktadır. Yıllardır da bunu yapmak için bütün propaganda ve etkileme güçlerini, imkanlarını harekete geçirmişlerdir fakat bunda başarılı olamamışlardır. Gerek Kurdistan ve Türkiye’de gerekse de Ortadoğu ve dünya genelinde işçiler, emekçiler, 1 Mayıs’a sahip çıkarak buna müsaade etmemişlerdir. Zaten 1 Mayıs’a anlam kazandıran, ABD’nin Chicago kentinde işçilerin 8 saatlik iş günü için gittikleri genel grev direnişi, şehitlerinin ruhu ve tüm dünya emekçilerine mal olan direnişleri buna geçit vermemektedir. Her 1 Mayıs günü de bu kararlı tutumlarından vazgeçmeyeceklerini meydanlara çıkarak, sloganlarını haykırmaktan geri kalmamaktadırlar.
ŞEHİTLERE ADANMIŞ AY
Dünya haklarının tarihine bu şekilde ilk günüyle geçen Mayıs ayı, bu özelliğiyle de kendini sınırlandırmamıştır. Anlamına yeni anlamlar katarak boydan boya bir mücadele ve direniş günü haline gelmiştir. Bunu sağlayan da böyle bir mücadele ve direniş ayında; emek, özgürlük, demokrasi, devrim ve sosyalizm uğruna yürütülen mücadelede verilen şehitlerdir. Tüm dünya da olduğu gibi, Kurdistan ve Türkiye’de de Mayıs ayı; emek, özgürlük, devrim ve sosyalizm mücadelesinde kazandığı bur özellikle anlamlaşmıştır. Onun içindir ki, PKK Mayıs ayını kahraman şehitlerine adayarak ilan ettiği ŞEHİTLER AYI, aynı zamanda 1 Mayıs 1886’da Chicago işçilerinin genel grevine öncülük eden ve bu nedenle idam edilerek katledilen işçi liderleri Albert Parsons, Augusy Spies, Adolph Fischer ve George Engel; 1 Mayısların yıl dönüm gösterilerinde katledilen işçi ve emekçiler; 31 Mayıs 1971’de Nurhak dağlarında katledilen Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alparslan Özdoğan; 6 Mayıs 1972’de idam sehpalarında katledilen Deniz Gezmişi, Yusuf Aslanı, Hüseyin İnan; 18 Mayıs 1973’de Diyarbakır’da işkence ile katledilen İbrahim Kaypakkaya; 13 Mayıs 1974’te Irak’ta Saddam rejimi tarafından katledilen Leyla Qasim; 18 Mayıs 1976’da Ankara-Hacettepe Üniversitesinde katledilen Fevzi Aslansoy; 1 Mayıs 1977 Taksim şehitleri ve onlar şahsında tüm emek, özgürlük, devrim ve sosyalizm şehitlerine adanmış bir ay olarak tarihe geçmiştir.
SADECE ANMAK ANLAMINA GELMİYOR
O nedenledir ki içerisinde olunan yeni bir şehit ayında şehitleri anmak, onların izinde yürüyenler için tarihi bir görev ve sorumluluğu yerine getirmek anlamına gelmektedir. Bu, sadece her Mayıs ayında şehitleri anmak anlamına gelmemektedir. Senenin her gününde şehitlerin verildiği ve verilmeye devam ettiği bir dünya ve mücadele gerçekliği içerisinde bu mümkün de değildir. Burada kast edilen de bu değildir. Özünde Mayıs ayının şehitlere adanması; mücadelede yoğunlaşma, onların mücadele çizgisinde ne kadar yüründüğü ve hangi sonuçlara ulaşıldığının muhasebesini yaparak yaşanan bir hesaplaşmayı anlatmaktadır. Bu aynı zamanda pratiğin sorgulanması temelinde özeleştiri süzgecinden geçerek, yeniden bir kararlaşmayla yeni bir mücadele dönemine giriş/başlangıç anlamına gelmektedir. Tüm devrim hareketlerinde olduğu gibi, bu gerçeklik Kurdistan Özgürlük Devrimi için de geçerlidir. Ki, PKK mücadele tarihi de bunun doğrulanmış olan en canlı bir kanıtıdır.
ÖNDER APO’NUN CEVAP OLMA SÖZÜ
Önder Apo, ikinci doğuşu Mahir Çayanların, Deniz Gezmişlerin, İbrahim Kaypakkayaların anılarına cevap olmanın sözünü vererek yaşamıştı. Onların, ancak anılarına bağlı kalarak yükseltilecek olan mücadeleyle yaşatılabileceğine inanmıştı. Kasım 1972’de Mamak Askeri Cezaevi’nden ayağını ilk dışarıya attığı andan itibaren verdiği bu sözün gereklerini yerine getirmek için insan üstü bir çabayla mücadeleye koyulmuştu.
Önder Apo, en aktif bir şekilde Türkiye Devrimci Gençlik Hareketleriyle okumak için gittiği İstanbul’da tanışmıştı. Orada nasıl bir mücadele içerisinde olunduğuna tanık olmuştu. O süreçte Sinan Cemgil ve yoldaşları Nurhak Dağı’nda, Hüseyin Cevahir’de İstanbul/Maltepe’de katledilmişti. Üniversite kaydını Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne aldırdıktan sonra önce İstanbul-Arnavut köyde Ulaş Bardakçı, ondan 43 gün sonra da Kızıldere’de Mahir Çayan ve yoldaşları katledilmişti. Zindana da Mahir Çayan ve yoldaşlarını Kızıldere’de katledilmesi karşısında, okuduğu Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öncülük ettiği gösteride tutuklanarak alınmıştı. Zindanda Deniz Gezmişleri tanımıştı. Zindandan çıktıktan sonra da İbrahim Kaypakkaya Diyarbakır’da işkence tezgahlarında katledilmişti.
Önder Apo’nun ikinci doğuşunda bunlar önemli etmenler olarak rol oynamıştı. İşte Önder Apo onlar unutulmamalı, yaşatılmalı sözünü vererek, zindandan çıktıktan sonraki mücadele sürecini başlatmıştı.
İLK YOL ARKADAŞLARI HAKİ KARER VE KEMAL PİR
Bu mücadelede ilk yol arkadaşları ise Haki Karer ve Kemal Pir’di. Önder Apo öncesinde Haki Karer ve Kemal Pir’i tanımıyordu. Bir arkadaşının verdiği adres üzerine, Haki ve Kemal yoldaşların kaldıkları eve gitmesiyle tanışmışlardı. Paylaştıkları yaşam ve aralarında yaşanan tartışmalar, onları daha da birbirlerine yakınlaştırarak düşünsel bir birliğe ve birlikte hareket etmeye götürmüştü. Aslında aralarında oluşan bu birlik Apocu Hareket’in ortaya çıkışında atılan ilk adımdı.
Önder Apo’nun Haki Karer ve Kemal Pir’le birlikte attığı bu ilk adım, sonrasında atılacak adımlarında hazırlayıcısı oldu. Daha sonra başka adımlar da atıldı fakat ilk Apocu grup bu temel üzerinde kendini var etti. Aradan geçen üç yıl gibi bir süre sonra da 1975’î 1976’ya bağlayan yılbaşı günlerinde Apocu Grup yapmış olduğu toplantıda kendi içerisinde örgütsel bir işleyişe sahip hale geldi. Yapılan iş bölümünde de Haki Karer, Önder Apo’nun yardımcısı olarak belirlendi. Kendisi Türkiyeli olmasına rağmen herkesten daha önce Kurdistan’a giderek örgütlenme çalışmalarında yer alan o oldu. Bir devrimci önder olarak yaşamıyla, davranışıyla, yüksek feragat duygusuyla, kararlılığı ve cesaretiyle rolünü oynamaktaydı. Örgütçü olduğu kadar eylemciydi. Propaganda çalışmaları yürüttüğü kadar örgütlediği, taraftar haline getirdiği kim varsa onları eğitendi. Gününün 24 saatini devrime adayandı. Yaşamsal ve faaliyetler için gerekli olan ihtiyaçların karşılanması için inşaatlarda amelelik yapandı. En güzel, en yeni ve temiz olanı yoldaşıyla paylaşandı. Her yönüyle bir devrimci için örnek bir önder devrimciydi.
PARTİLEŞME KARARIYLA KARŞILIK
O nedenle Haki Karer son derece bilinçli bir hedef olarak seçilerek katledildi. Aslında onun şahsında yok edilmek istenen Apocu Hareket’ti. Haki Karer katledilerek böyle bir hedefe ulaşılmak istendi. Ancak Önder Apo buna müsaade etmedi. Haki Karer’in katline; Apocu Hareketi partileştirme kararı ile karşılık verdi.
Haki Karer, öyle sıradan, rastgele seçilmiş bir hedef olarak belirlenmemişti. Apocu Hareket’in başta Antep, Maraş, Urfa, Adıyaman gibi Güneybatı, Serhat, Dersim, Elazığ gibi Kurdistan illerinde etkili ve yaygın bir şekilde örgütlendiği, oralardaki faşist gerici odakları, ajan yapıları dağıttığı bir süreçte Haki Karer katledilmişti. Haki Karer aynı zamanda Önder Apo’nun yardımcısıydı. Apocu kimliği ile bilinenlerin en başında gelendi. Örnek bir devrimci olarak sadece Apocu Hareket tarafından değil, başka sosyalist, devrimci grup, hareket ve kişiler tarafından da kabul görendi. Apocu Hareket içerisinde Türkiyeli kimliğiyle enternasyonalizmi temsil etmekteydi. Aslında bu yönüyle hedeflenen Haki Karer’in şahsında Kurdistan ve Türkiye halkları arasında kurulan köprünün yıkılmasıydı.
Böylesine çok yönlü hedefler doğrultusunda kurulan bir komployla 18 Mayıs 1977 günü Antep’te yüzüne takılan “sol maske” ile kendini “Stêrka Sor” olarak tanıtan ve genel olarak da “Beş Parçacılar” adıyla bilinen MİT tarafından kurulmuş olan Ajan-Provokatör bir çete tarafından katledildi. İşlenen bu cinayet soykırımcı TC Devleti’nin, olası yönelimlerinin de habercisi olma gibi bir özellik taşımaktaydı. O süreçte yaşanalar da bunu doğrulamaktaydı. 1 Mayıs 1977 İstanbul Taksim’de 1 Mayıs gösterileri için bir araya gelen sayısı yarım milyonu geçen insanın üzerine açılan ateş sonucu yaşanan provokasyonda resmi rakamlara göre; içerisinde işçi, emekçi devrimci, sosyalist, demokrat vb. kesimlere mensup olan 34 kişinin yaşamını kaybettiği, 136 kişinin yaralandığı bir katliam yaşanmıştı. Yine aynı günlerde Bülent Ecevit’e yönelik suikast girişiminde bulunulmuştu. Ordu İçerisinde zamanın Kara Kuvvetler Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun tarafından örgütlenen faşist bir darbe deşifre olmuştu. Haki Karer tam da böyle bir süreçte katledilmişti. Ardından da Önder Apo’ya yönelik bir komplo boşa çıkarılmıştı.
HESABI ANCAK BÖYLE SORULABİLİRDİ
Tüm bu saldırı ve provokasyonların bir arada, öylesi bir süreçte yaşanması tesadüf olamazdı. Darbeci faşist generaller yeniden devreye girmiş, özel kontra güçlerini harekete geçirmişlerdi. Yapılmak isteten çok açıktı. Dayatılan her yönüyle bir katliam ve tasfiyeydi. Bunun karşısında yapılması gerekenlerde çok netti. O da güçlü bir örgütlenme ve hazırlık ile soykırımcı TC Devleti’nin deşifre olan bu yönelimine karşı mücadelenin daha da yetkin kılınarak geliştirilmesiydi. Haki Karer’i katledenlerden hesap ancak böyle sorulabilirdi. Önder Apo tarafından başlatılan partileşme sürecine de Haki Karer’i katledenlerden intikamın mutlaka alınacağı sözünün gereklerinin yerine getirilmesi temelinde girildi. Onun içindir ki, Haki Karer ilk partileşme şehidi, 18 Mayıs’ta partileşmenin kararlaştırıldığı gün olarak tarihsel bir anlama kavuşturuldu.
HER CEPHEDEN SALDIRI FURYASI
Haki Karer’e verilen sözün, alınan partileşme kararının gereklerinin yerine getirilmesi de o kadar kolay olmayacaktı. Aşılması gereken büyük badireler vardı. Soykırımcı TC Devleti’nin kararı netti. Engeller ise soykırımcı TC Devleti ile sınırlı değildi. Partileşme kararı ile içerisine girilen süreç, o zamana kadar ideolojik, teorik düzeyde savunulanların, propagandası yapılanların örgütlendirilerek pratikleştirilmesini ertelenemez bir görev haline getirmiş bulunuyordu. Bu varlık-yokluk noktasında olan bir kararlaşma demekti. Soykırımcı TC Devleti ve onun sistemi içerisinde kendine bir “yer” edinmiş olanlar için de bu önem geçerliydi. Artık ok yaydan çıkmış; kıyasıya bir mücadele sürecine girilmişti. Fırtınalı günler yaşanmaya başlamıştı. Partileşme sürecine giren Apocu Hareket’e karşı her cepheden bir saldırı furyası başlatılmıştı. Adeta ateşten örülen bir çember içerisinde hareket edilmekteydi. Soykırımcı TC Devleti, o güne kadar yedeğine kimi almışsa, devrimci, sosyalist ve demokratik güçlere karşı; kimi, neyi örgütlemişse tüm beslemeleriyle birlikte harekete geçmişti.
Bu temelde saldırıların odağına alınan ve ‘pilot bölge’ olarak belirlenen alan olarak da Apocu Hareket’in büyük bir gelişme kaydettiği Fırat’ın Batısı olarak adlandırılan Haki Karer’in katledildiği Antep’in de içerisinde olduğu Kurdistan’ın güneybatı illeriydi. Bununla da çok açık bir şekilde, saldırılarına Haki Karer’i katledikleri yerde devam edeceklerini ilan etmekteydiler.
Soykırımcı TC Devleti belirlemiş olduğu bu hedefe ulaşmak için tüm cephelerden saldırıya geçti. Kurdistan’da beli kırılmış olan MHP odaklı faşist kontra çeteler yeniden toparlanarak saldırıya geçirildi. Yapılan bu saldırlarda Antep’te Avukat Hasan Aydın katledildi. Urfa’da da benzer bir senaryo daha geniş bir kapsamla uygulamaya konuldu. Şehir merkezinde MHP’li faşist kontralar polis kontrolü ve desteğinde harekete geçirildi. Urfa Eğitim Enstitüsü öğrencileri İsmail Caymaz, Mehmet Gülhan, Hasari Akgöz kurşunlandı. Urfa’daki saldırılar sadece şehir merkeziyle de sınırlı kalmadı. MHP gibi sömürgeci sistem partileriyle ilişki halinde olan yerel gerici, iş birlikçi aşiret egemenleri ve onların etrafında toparlanmış çete güçleri de devreye konuldu. Bunun bir sonucu olarak da Hilvan’da Süleymanlar aşiretinin egemenleri polisin denetimi kontrolü ve desteği altında etrafında topladığı çetelerle saldırıya geçti. 19 Mayıs 1978 günü Halil Çavgun böyle bir saldırı sonucunda katledildi. Halil Çavgun da her yönüyle Haki Karer’i kendisine örnek almıştı. O da Hilvan’da Apocu Hareket’in öncülüğünde ağalık düzenine ve iş birlikçi ihanete karşı yurtsever yoksul Kürt köylüsünün direnişe geçmesine öncülük etmekteydi. Katledilmesinde hedef olarak seçilmesinin nedeni de buydu. Halil Çavgun’un katlinden bir süre sonra aynı çeteler bu sefer Cemal Çobanyıldızı katlettiler. Malatya’da yapılan bir provokasyonla Kürt Alevilerine karşı bir katliam devreye konuldu. Elazığ’da faşist saldırılar tırmanışa geçti.
PERİNÇEK’İN BAŞINDA BULUNDUĞU AJAN YAPILANMA
Soykırımcı TC Devleti yürüttüğü bu saldırıların, tamamlayıcı bir unsuru olarak; sol, devrimci, demokratik güçler içerisine sızdırdığı provokatörler ile yüzüne “sol maske” takmış olan ajan yapılanmalarını devreye koymaktan da geri kalmadı. Doğu Perinçek’in başında olduğu kendini o zamanki adıyla “Aydınlık Grubu” olarak adlandıran tescilli ajan yapılanma bunlar içerisinde harekete ilk geçirilen güç oldu. Çıkardıkları günlük “Aydınlık” gazetesi bir yanda Apocu Hareket’e karşı kara propagandaya dayalı özel psikolojik savaş yürütürken diğer yandan da Apocu olarak bilinenlerin resimlerinin, isimlerinin, adreslerinin açık deşifre edildiği ihbarname rolü oynadı. Bir çok yerde provokasyon girişiminde bulunan bu grubun üyeleri polisle birlikte Apocu olarak bilinenleri evlerine yapılan baskınlara, tutsak düşen Apocuların polis sorgularına, işkencelerine katıldı. Yine aynı süreçte kendini; sol, devrimci tarafta gören bazı grupların, hareketlerin dergi ve bildirilerinde de Aydınlık gazetesinde belirtilenlerden geri kalmayan yorum ve değerlendirmeler eksik olmadı. Hatta bu konuda bildiri dağıtanları, özel broşür ve kitap yayınları bile oldu.
KDP’NİN HAREKETE GEÇİRDİKLERİ
Bu saldırılar, sadece Türkiye’de yüzüne taktıkları “sol” maske ile tanınanların yaptıklarıyla sınırlı değildi. Kurdistan’da kendilerini “Kürtçü” gösteren KDP güdümünde, etkisinde olan kimi grupları da içerisine almıştı. Onlar da TC Devleti’nin kontrolünde olan KDP’nin talimatıyla kendi cephelerinden saldırıya geçmişlerdi. Öyle ki, kendi aralarında “Güç Birlikleri” oluşturarak; KDP bölgesi olarak gördükleri; Mardin’in ötesine Botan’a Apocu Hareket’in ulaşmasını engellemek için her türlü saldırıda bulundular. Öyle ki içlerinde sadece bir Apocunun akrabası olanlarında bulunduğu onlarca yurtsever bu gruplar tarafından katledildiler. Öyle ki, bu cinayetleri işleyenler daha sonra çıkarıldıkları TC Devleti’nin sıkıyönetim mahkemelerinde ‘bizi neden yargılıyorsunuz ki, biz Apoculara karşı mücadele ettik’ diyerek kendi gerçekliklerini ele vermişlerdi.
Tabii bir yandan bu şekilde direkt karşı cepheden saldırıya geçenler olduğu gibi, Apocu Hareketi içten vurmaya yönelik saldırılardan da geri kalınmadı. Özellikle de Haki Karer’in Antep’te katledilmesinden sonra bu saldırılar çok açık ve doğrudan bir şekilde yürütüldü. Haki Karer’in katlinde yer aldıkları açığa çıkan bu kişilikler Apocu Hareketi tümden tasfiye etmek için askeri malzemelerine el koyma ve bilinen kadrolarını katletme girişiminden bile geri kalmadılar.
SALDIRILAR SONUÇSUZ KALDI
Soykırımcı TC Devleti’nin tüm cephelerde harekete geçtiği bu saldırılarda sonuç vermedi. Apocu Hareket tüm bu saldırıları boşa çıkarmasını bildi. Antep’te, Urfa’da, Elazığ’da MHP faşist kontra örgütlenmelerinin başlattıkları saldırıların önüne geçtiği gibi, Urfa-Hilvan’da feodal-komprador ağalık düzenine karşı yürüttüğü mücadelede başarıya ulaşarak; devletin doğrudan desteklediği MHP’nin yan bir kolu gibi çalışan Süleymanlar aşiretinin egemenlerini ve onlarında bir araya gelen çeteleri teslim aldı. Şovenizmin ve milliyetçiliğin her türlüsüne karşı yürüttüğü ideolojik mücadelede onların gerçek yüzlerini teşhir etmeyi ve başlattıkları fiili saldırıyı kırmayı başardı. Apocu Hareket, içten vurmaya çalışan hain, ihanet şebekesinin hevesini kursağında bırakarak hüsrana uğrattı. Haki Karer’i, Halil Çavgun’u, Hasan Aydın’ı katledenlerden bir bir hesap sormasını bildi. Apocu Hareket yürüttüğü ve zaferle sonuçlandırdığı bu mücadele ile 18 Mayıs 1977’de Haki Karer’in katli karşısında yaşadığı partileşme kararında belirlediği hedefe ulaşarak, 25-27 Kasım 1978 günü parti kuruluş toplantısını yaparak, tarihinde PKK ile başlayan yeni bir mücadele dönemini başlattı.
MÜCADELEYİ SÜREKLİ KILACAK TEDBİR VE HAZIRLIKLAR
Apocu Hareket’in içerisine girdiği partileşme hazırlıkları, soykırımcı TC Devleti’ni telaşa düşürmüştü. Onun içindir ki, yönelim ve hazırlıklarını daha da boyutlandırdı. Bu, o zamana kadar Apocu Hareket’e ve Türkiye devrimci, demokratik muhalefetine karşı yürüttüğü saldıranlarda daha farklı enstrümanları devreye koyacağı anlamına geliyordu. 19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında yaşanan Maraş Katliamı da böylesi bir süreçte gerçekleşti ve ardından da 10’u Kurdistan olmak üzere toplamda 13 ilde sıkıyönetimin ilan edilmiş olması da bunu doğrulamaktaydı. Önder Apo bunu önceden görmüş ve ona göre de ön hazırlıkları başlatmıştı..
Önder Apo’nun 12 Mart 1971’de NATO’cu generallerin yapmış olduğu askeri faşist darbesinden çıkarmış olduğu sonuçlar, böylesi bir yönelimin tekrarlanma olasılığı karşısında nelerin yapılması gerektiği yönünde bir netliğin oluşmasını sağlamıştı. Yapılan görevlendirmelerle de bunların gereklerinin yerine getirilmesi için harekete geçilmişti. Olası askeri faşist bir darbeye hazırlıksız yakalanmanın neden olacağı sonuçlar da belirlenen bu görevlerin yerine getirilmesini ertelenmez kılıyordu. Bu temelde bir yandan Türkiyeli devrimci, demokratik güçlerle birlikte hareket etmenin koşulları oluşturulmaya çalışılırken, diğer yandan da olası askeri bir darbe koşullarında direniş için alt yapının hazırlanması ve parti örgütlerinin de kedini buna göre yeniden gözden geçirerek konumlandırması gerekiyordu. Sadece bu da değildi. Mücadeleyi sürekli kılacak tedbirlerin de alınması bir zorunluluktu. Tabii bir yanda bunlar yapılırken, diğer yandan da kuruluş kararı alınan, adı belirlenen partinin Kurdistan ve Türkiye halklarına, sosyalist devrimci, demokratik, yurtsever güçlere, ilerici dünya insanlığına ilanının bir an önce yapılması gerekmekteydi. PKK’nin kuruluş ilanı da böylesi bir süreçte gerçekleşti.
KURULUŞ İLANI ŞEHİTLERİ
PKK kuruluş ilanı için hazırlıklarını çok önceden yapmasına rağmen ancak 30 Temmuz 1979 günü ilanını gerçekleştirebildi. Parti ilanının güçlü bir eylemle yapılmasının gerektiği düşüncesi bunda etkili olmuştu. 30 Temmuz 1979 günü Hilvan’ın Kırbaçtı köyünde zamanın Adalet Partisi Urfa milletvekili M. Celal Bucak’a yönelik eylemle PKK’nin kuruluş ilanı gerçekleşti. PKK’nin amaçlarını dile getiren ve çağrılarla sonuçlanan bildirilerle de bu ilan geniş halk kesimlerine ulaştırıldı. Ancak gerçekleşen bu ilan da çıkan çatışmada Salih Kandal şehit düştü.
Bu şekilde PKK’nin kuruluş ilanı aynı zamanda içesine girilen mücadele döneminin nasıl bir yol ve gelişim çizgisi izleyeceğinin de bir göstergesi oldu. Sonrasında yaşananlarda bunun bir göstergesi oldu. Kürdistan’da feodal-komprador düzenin temel ayağı olan ağalığa karşı başlayan bu mücadelede Cuma Tak, Abdurrahman Manap, Sadun Demirkoç, Ali Çat, Cuma Bozkoyun ve Zeki Akıl’ın da içerisinde olduğu şehitler verildi.
FAŞİST ASKERİ DARBE VE DİRENİŞ
Sıkıyönetimin ilan edildiği iller arasında yer alan Urfa’da yaşanan bu çatışmalı süreç, askeri bir darbe hazırlığı içerisinde olan NATO’cu generalleri daha da bir telaşa düşürdü. Kapıldıkları bu telaşla da PKK’nin gerilla mücadelesini başlatacağına dair yaptığı hazırlıkların deşifre olmasını takip eden günlerde de 12 Eylül 1980 günü yaptıkları askeri faşist bir darbeyle de iktidara el koydular.
12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin Kürdistan’da vahşet halini alan sömürgeci baskılarına verilen yanıt ise direniş oldu. O dönemde PKK’nin direniş çizgisinin temsilini bulduğu dağlarda, işkencehanelerde ve zindanlarda yaşanan bu direnişlerde de büyük şehitler verildi. Dağlarda Delil Doğan, Bese Anuç, Kazım Aydın, Azime Demirtaş, Veli Geçit, Hüseyin Durmuş ve Zeki Palabıyık; işkence tezgahlarında Sayıt Şimşek, Abdürrahim Yılmaz, Asker Demir; zindanlarda PKK kurucu ve MK üyeleri Mazlum Doğan, Kemal Pir, M. Hayri Durmuş ile Ali Erek, Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık, Mahmut Zengin, Cemal Arat, M. Emin Yavuz gibi gibi onlarca PKK öncü kadrosu şehit düştü.
DİRENİŞ ÇİZGİSİ DAĞLARA TAŞIRILDI
PKK’nin 1982’de yapılan İkinci Kongre sonrası ve özelliklede 15 Ağustos 1984 Atılımı’yla birlikte de PKK direniş çizgisi dağlara taşırılarak temsil edildi. Dağlarda da direniş çizgisi Şahin Kılavuz, Cahit Dayan, Sultan Yavuz, Çiçek Selcan, Hanım Yaverkaya, Dr. Sirwan (Kawa Ali Salih), İsmail Derik (İsmail İbrahim), Kara Ömer (Haydar Altun), Bêrîtan (Gülnaz Karataş), Numan (Celal Özalp), Azime Herekol (Mihriban Saran), Cuma Bıliki (Selim Ülker), Xalil Derik (Nehro İbrahim), Zîlan (Zeynep Kınacı), Rojhat Bulezeri (Lezgin Yorgun), Viyan Soran (Leyla Wali Hasan), Harun (Hüseyin Özbey), Piling Kiçi (Abdullah Manas) Akif (Xıdır Xırınge), Adıl Bıliki (Ramazan Aybi), Gülbahar Gülhat (Selma Kaya), Hüseyin Mahir (Kadir Çelik), Simko Serhildan (Mecit Kawyan) Rüstem Cudi (Rüstem Osman), Çiçek Botan (Guhar Çekirge), Alişer Koçgiri (Yücel Halis), Numan Amed (Ethem Karabulut), Nuda Karker (Nazan Bayram), Ferhat (Abdurrahman Nalioğlu), Reşit Serdar (Mehmet Can Gürhan), Baran Dersim (İbrahim Aydemir), Rubar Dicle (Hüseyin Poyraz), Atakan Mahir (İbrahim Çoban), Çetin (Musa Erçetin), Yılmaz Dersim (İsmail Sürgeç), Gülnaz Ege (Nuran er), Delal Amed (Hülya Eroğlu), Aze Malazgirt (Aslı Özkaya), Armanç Goçkar (Suna Kızılkaya), Helmet (Garip Diyar), Ali Piling (Şerif Yakut), Çiçek Kurtalan (Hacer Kaya) ve daha on binlerce özgürlük gerillasında temsilini bulmuştur. Sakine Cansız’la, Fidan Doğan’la, Leyla Şaylemez’le, Evin Goyi (Emine Kara), Ozan Mir Perwer (Mehmet Şirin Aydın) ve Abdurrahim Kızıl’la bu direniş çizgisi tüm dünyaya yayılmıştır.
Bu şekilde PKK tarihine bir daha silinmemecesine altın harflerle yazılan şehit gerçekliği her zaman Özgürlük Mücadelemiz içerisinde yaşanan tarihsel süreçlerin temsilini yaşayan/yapan olarak anlam kazanmıştır.
İçerisinden geçmekte olduğumuz Şanlı Şehitler Ayı Mayıs’ta; özgürlük devrimimizin kilometre taşları olan büyük şehitlerimiz Haki Karer, Halil Çavgun, Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık, Mahmut Zengin, Mehmet Karasungur, İbrahim Bilgin, Ramazan Kaplan (Celal Hoca), Gurbet Aydın (Ozan Mizgin), Mustafa Ömürcan (Sarı Ömer), M. Emin Aslan (Sabri), Ahmet Kesip (Cemşit), Zivver Sarıyıldız (Hamza), Murat Demirhan (Sinan Amed), Sadegül Ökmen (Rojbin Serhat), Hıdır Özgen Bingöl (İsmail), Sakine Kıyançiçek (Melsa Munzur), İsmail Nazlıkul’u (Kasım Engin) anarken onların şahsında tüm özgürlük, devrim ve sosyalizm şehitlerinin önün saygıyla eğiliyor, anılarına bağlı kalarak amaçlarını gerecek kılınacağının sözünü veriyoruz.