Eylül 2014 tarihinden itibaren yaşanan sadece bir Kurdistan özgürlük mücadelesi değildir. Faşizme karşı sadece Ortadoğu’da, bölgesel düzeyde değil, küresel düzeyde bir mücadele yürütülüyor. Günümüz dünyasında faşizmin egemenlik kuramayacağı ve yenilgiye mahkum olacağı bu direniş ile bir kez daha kanıtlanmış oluyor.
İşte bu tarihi devrimsel gelişmeleri önlemek için 24 Temmuz tarihinden itibaren faşist AKP yönetimi kapsamlı bir siyasi ve askeri saldırı süreci başlatmıştı. AKP hükümetinin 24 Temmuz tarihinden itibaren başlattığı topyekûn özel savaş saldırısı şunları amaçlıyordu:
Birinci husus: Kuşkusuz en başta düşman saldırılarının intikamcı bir karakteri vardır. AKP faşizmi yenilgi ve başarısızlıkların intikamını almak istemektedir. Önder Apo’dan, özgürlük hareketimizden, demokratik siyasetten, Kürt halkından ve Türkiye demokratik güçlerinden intikam alma çabası içindedir. 2013’ten bu yana geliştirdiği oyalama ve engelleme politikalarının, hesap ve planlarının İmralı görüşmeleri temelinde bozulmuş olmasının intikamını almak istemektedir. Bu temelde geçen süreçte yaşadığı tarihi yenilgileri yengiye dönüştürmek istemekte, hareketimizin ve Türkiye demokratik güçlerinin sağladığı tarihi başarıları ise ortadan kaldırmaya ve yok etmeye çalışmaktadır.
İkinci husus: Söz konusu topyekûn saldırılarla AKP hükümeti Rojava’da, Bakûr’da, Başûr’da ve Türkiye’de yaşanan devrimci gelişmeleri durdurmak ve büyük devrimsel hamlelerin önünü almak istemektedir. Yine AKP Hükümeti 24 Temmuzdan itibaren başlattığı topyekûn saldırıyla bu gelişmelerin önünü almak, özgür Kurdistan ve demokratik Türkiye devrimlerinin zaferini engellemek istemektedir. Çünkü süreç her bakımdan büyük bir devrimci hamle sürecidir. AKP ve TC devleti işte bu gelişmelerde kendi sonunu ve yok oluşunu görmektedir. Böylesi devrimsel gelişmeleri engellemek, devrim potansiyelini darbelemek, ezmek, zayıflatmak için 24 Temmuz’dan itibaren söz konusu siyasi ve askeri topyekûn saldırıyı başlatmıştır. Böyle bir saldırıyla özgür Kurdistan ve demokratik Türkiye devrimlerini engelleyebileceğine ya da geciktirebileceğine inanmaktadır.
Üçüncü husus: AKP iktidar ömrünü uzatmayı; Kurdistan Özgürlük Hareketi’ne ve Türkiye demokrasi mücadelesine karşı siyasi ve askeri anlamda topyekûn saldırıda görmektedir. Yeniden savaşı ve saldırıları tırmandırarak Türkiye’deki faşist gerici güçlerin desteğini almayı ve bu temelde iktidarda kalmayı hedeflemektedir. Hem Tayyip Erdoğan hem de AKP yöneticileri varlıklarını ve geleceklerini bu temelde iktidarda kalmaya bağlamışlardır. Çünkü çok kirli ve çok suçludurlar. Geçen 20 yıl boyunca yapmadıkları kötülük, hile, hırsızlık, yolsuzluk, soygun kalmamıştır. Herkese karşı kanun dışı, hukuk tanımaz saldırılar yürütmüşlerdir. Dünyanın ve bölgenin büyük güçlerini arkalarına alarak amansız bir faşist saldırı içinde olmuşlardır.
Geçmişte topluma karşı işlemiş oldukları büyük suçun hesabını vermekten duydukları korku onları can havliyle özgürlük gerillasına, Kürt halkına, demokratik siyasete ve Türkiye demokratik güçlerine saldırtmaktadır. AKP, Önder Apo’nun imhası ve PKK’nin tasfiyesi üzerinde gerçekleştirilmek istenen Kürt gerçeğini inkar ve imha siyasetini başarıya taşımakla görevli kılınmış bir gruptur. Bu görevi yerine getirdiği ölçüde iktidarda kalabilmiştir.
AKP’liler de işledikleri suçlar karşısında hesap verme korkusuyla iktidar ömürlerini ancak böyle bir faşist saldırganlıkla, dağı-taşı vuran, yakan, binlerce insanı yeniden sorgusuz sualsiz tutuklayıp cezaevlerine koyan, sivil katliamları gerçekleştiren vahşi bir faşist saldırıyla iktidarda kalabileceklerini veya iktidar ömürlerini biraz daha uzatabileceklerini düşünmektedir. Bu nedenledir ki, bir iktidarın şimdiye kadar gerçekleştirmediği düzeyde vahşi topyekûn bir saldırı yürütmektedirler. Bu noktada 12 Eylül faşist cuntasını bile, Çiller-Ağar-Güreş özel savaş çetesini bile aşan bir faşist sömürgeci saldırganlığı bugün özgürlük hareketimize, halkımıza ve Türkiye demokratik güçlerine yöneltmiş bulunmaktadırlar.
Bu anlamda bu kadar saldırgan olmadaki amaçları çok açıktır ve bunu kendileri de netçe ifade etmektedirler. Hiçbir yerde herhangi bir irade tanımayacağını, tek iradenin kendisi olduğunu, kendisinin verdiği emir dışında hiçbir kararı ve toplumsal yaşamı kabul etmeyeceğini ifade ederek bu yürüttüğü faşist saldırıları tamamen böyle bir amaca bağladığını açıkça belirtmektedir.
Bu temelde devrim potansiyeli tasfiye edilmek istenmektedir. Yine Kurdistan Özgürlük Devrimiyle Türkiye demokratik devriminin stratejik birliği ve ittifakı parçalanmaya çalışılmaktadır. Özellikle Kurdistan Özgürlük Hareketi ile ilişki-ittifak kuran, Türkiyeli örgütlere, siyasi çevrelere dönük faşist saldırıların arttırılması bunu ifade etmektedir. Türkiye’deki herkese AKP faşizmi ve özel savaş sistemi tarafından şu söylenmektedir: Kim ki Kürtlerin özgürlüğünü ister ve Kurdistan Özgürlük Hareketi’yle ittifak ve dayanışma içinde olursa, onun sonu Kürtlere dayatılan özel savaş saldırısının sonuyla aynı olacaktır. Kürtlere dayatılan baskı ve katliam onlarla ittifak yapan Türkiyeli güçlere de dayatılacaktır.
AKP yöneticilerinin demagojik sözleri ne olursa olsun gerçekte Kürt halkının özgürlük iradesini tanımadıkları ve Kürt sorununun çözümüne karşı oldukları açıktır. AKP’nin Kürt halkının varlığını tanımadığı bizzat Tayyip Erdoğan tarafından dillendirilmektedir. AKP’deki zihniyet ve izlenen politikalar Türk-İslam sentezcidir ve Kürt düşmanıdır. Kürt karşıtı cumhuriyet stratejisini bazı demagojik sözlerle gizleyerek yürütmeye çalışmaktadır. Özellikle de bazı Kürt çevrelerini ve demokratik güçleri aldatarak bu inkar ve imha politikasını hayata geçirmek istemektedir.
Bu noktada şu hususları da ifade etmekte yarar vardır. AKP’nin 24 Temmuz’dan itibaren başlattığı siyasi ve askeri saldırılar 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısında kararlaştırılan topyekûn özel savaş konseptinin uygulanmasıdır. Kurdistan Özgürlük Hareketi ezilene kadar bu saldırıların sürdürüleceği söylenmektedir. Bu temelde AKP’den beklentili söz ve davranış içerisinde olmak kesinlikle yanlıştır. Bu, AKP’nin özel savaşın hilelerine aldanmak ve alet olmaktan başka bir anlamı ifade etmeyecektir. Bu konuda özellikle de Önder Apo’nun savunmalarının beşinci cildinde yaptığı AKP çözümlemesini derinliğine özümseyerek tutum geliştirmek gereklidir.
Mevcut saldırılar topyekûndur. Bu topyekûnluk hem hedefler hem de araçlar bakımından böyledir. Dikkat edilirse, tüm özgürlükçü ve demokratik güçler bu saldırının hedefi konumundadır. Bu bakımdan topyekûn özel savaş Önder Apo’yu, partimizi ve gerilla güçlerimizi, tüm demokratik siyaset güçlerini hedeflemektedir. Başta gençlik ve kadın hareketimiz olmak üzere tüm halkımızı hedeflemektedir. Topyekûn bir imha ve tasfiye saldırısı, irade kırma ve teslim alma saldırısı olmaktadır.
Diğer yandan ise, kullanılan araçlar ve yöntemler de topyekûndur. Tüm askeri yöntemler, araçlar bu saldırıda ölçüsüz ve sınırsız bir biçimde kullanılmaktadır. Öyle ki Kurdistan’ın dağı taşı, köyü, vadisi, ormanı vahşice bombalanmakta, yakılıp yıkılmaktadır. Bu saldırıda polis gücü, çete güçleri, kontrgerilla, emniyet, siyasi baskı ve saldırı güçleri ve yöntemleri çok yönlü kullanılmaktadır.
İnkar ve imha sisteminin askeri saldırıları, kontrgerilla saldırıları, kirli savaş ve siyasi soykırım operasyonları, tutuklamalar, sorgusuz sualsiz zindanlara doldurmalar başta olmak üzere tüm baskı altına alma çabaları sürecektir. Bunu hepimizin, tüm yoldaşların, halkımızın, demokratik siyaset güçlerinin ve Türkiye devrimci demokratik güçlerinin iyi görüp anlaması gerekir. Bu saldırılara karşı gerekli tutumu, tavrı, tedbiri geliştirebilmek şarttır. Bu saldırıları boşa çıkaracak tutum ve direniş, kesinlikle gereklidir.
Önder Apo hem 2010 Ağustosu’nda hem de 2013 başından itibaren Devrimci Halk Savaşı yerine demokratik siyasi mücadele yöntemleriyle Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlamak için farklı bir stratejik süreç geliştirmeye çaba harcadı. Bu çabaya rağmen AKP’nin hile ve oyunlarını sürdürmesi, zihniyet ve politika olarak demokratikleşmeye ve Kürt sorununun çözümüne kapalı olması nedeniyle Önderliğimizin bu çabaları sonuç vermemiştir. Bu bakımdan da 1 Haziran 2010’dan itibaren başlamış olan Devrimci Halk Savaşı Stratejik Hamlesi’nin pratikleştirilmesi elzemdir.
Bu açıdan netliğin oluşması önemlidir. Önder Apo’nun ısrarla ve sabırla yürüttüğü demokratik siyasi çözüm arayışı gerçekleşmemiştir. AKP-MHP faşizmi saldırılarını çok yönlü sürdürecektir. Bu durumda Kurdistan özgürlük devrimini ve Türkiye demokratik devrimini başarıya götürmenin yolu Devrimci Halk Savaşıdır.
AKP-MHP faşizminin geliştirdiği saldırılar da böyle bir mücadeleyi gerektirmektedir. Saldırılar, Devrimci Halk Savaşı temelinde topyekûn bir direnişi gerekli kılmaktadır. AKP faşizminin başlattığı topyekûn özel savaş saldırısına karşı doğru devrimci duruş, ancak Devrimci Halk Savaşı temelinde gelişecek bir topyekûn direniş olabilir. Bunun dışında yol yöntem arayışıyla bir tartışmaya yer verilmesi doğru değildir.
Günümüzün Devrimci Halk Savaşı’nı iktidarcı ve devletçi paradigma temelinde süren, mevcut iktidarı yıkıp yerine yeni bir iktidar ya da ulus devlet kurmayı hedefleyen bir savaş olarak görmemek gerekir. Yeni paradigma temelinde gelişen Devrimci Halk Savaşının hedefi Demokratik Özerklik çözümünü gerçekleştirmektir. Bu da 9 boyutta demokratik ulus inşasını gerçekleştirmek ve savunmak anlamına gelmektedir. Demokratik konfederalizmi Kurdistan'da pratikleştirmeyi, demokratik ulusun siyasi çözümü kapsamında Demokratik Özerklik Devrimini gerçekleştirmeyi ifade etmektedir.
Yeni paradigma ve yeni ideolojik siyasi çizgi temelinde geliştirilecek Devrimci Halk Savaşı, Demokratik Özerklik çözümünü gerçekleştirecek bir halk direnişi ve mücadelesi olmalıdır. ‘Topyekûn Direniş’ kavramıyla kast edilen ise AKP-MHP faşizminin geliştirdiği topyekûn özel savaş saldırısına karşı halkımızın ve özgürlük güçlerinin bir bütün olarak topyekûn direniş mücadelesi içerisinde olmayı ifade eder.
Bu noktada da şu hususa kesinlikle dikkat etmek gerekmektedir: Topyekûn direniş, deniliyor diye salt direniş içerisinde olmak, direniş ifade eden siyasi-askeri eylemler yapmak, ama bu eylemlerin hangi amaçla yapıldığına fazla bakmamak yanlıştır. Topyekun direniş, saldırı olduğunda direnişe geçmek değildir. Topyekun direniş kesinlikle böyle anlaşılmamalıdır. “Salt direniş olsun, AKP-MHP faşizminin saldırılarına karşı siyasi ve askeri bakımdan direnilsin, bu saldırılar başarısız kılınsın, saldırı planları bozulsun yeter!” demek yanlıştır. Bu yetmez. Bunda ısrar edilmesi yanlış bir anlayıştır. Salt direniş içerisinde olmak ve AKP-MHP faşizminin planlarını bozmayı yeterli görmek de eski mücadele çizgisinde kalmaktır. Bu duruş, Demokratik Özerklik çözümünü gerçekleştirmeyi hedefleyen mücadele çizgisinin gerisinde olmayı ifade eder. Bu bakımdan da AKP’nin planlarını bozarak çözüme gelmesini beklemeyi ifade eder. Ki, bu da AKP-MHP faşizminden beklentili olma durumudur. Bu yaklaşım bir orta sınıf tutumu ve çizgisidir.
Demek ki sürecin bizden istediği devrimci görevleri zafer çizgisinde yerine getirmenin ilk şartı, ki bu dönemsel süreçlerle de ilgili değildir ve sürekli olması gerekir. Önderlik ve PKK ilke ve ölçülerine uygun bir yaşam ve mücadele çizgisini esas almakla olacaktır. Bunun için de bütün özgürlük güçlerimizin; ideolojik, siyasi, askeri, toplumsal alan güçlerimizin tümünün bir örgütsel bütünlük temelinde, AKP-MHP faşizminin geliştirdiği topyekûn saldırıya karşı verecekleri ortak cevap Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde olmalıdır. Bu noktada “ben bu devrimin içinde değilim” demek kesinlikle çizgi dışı olmayı ifade eder. Bugün bu gerçeği görüp özeleştirisini vererek bir düzeltme sağlamamız ve bunu Önder Apo’ya verilecek bir özeleştiri olarak gerçekleştirmemiz gerekmektedir.
Alan farklılıkları devrimsel amaçlarımızda parçalanmanın ya da birbirinden kopuşun değil, birbirini tamamlayarak çalışmaların bütünlüklü bir çerçevede yürütülmesinin yöntemleri olarak ele alınmalıdır. Hiçbir yoldaşımız, komite veya örgütümüz kendi çalışmasını başka alan çalışmalarının üstünde, karşısında ya da dışında görmemelidir. Her alan, kendi çalışmasının diğer alanlardaki çalışmalarla bütünleşerek devrimsel amaçlara hizmet edeceğini bilerek hareket etmelidir. Önder Apo’nun belirttiği “Varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama” şiarını her bir yoldaşımız ve çalışma birimimiz esas almalıdır. Sistemimizde ruhsal ve sistemsel bütünlük içinde çalışmaları yürütmek ve ortaklaşmak, Önderlik şiarının doğru anlaşılması ve yaşamsallaştırılmasıyla mümkündür. Dönem, devrimci halk savaşı strateji temelinde dönem görevlerine yüklenmektir. Buna bağlı olmayan, bu görevi başarmaya yönelmeyen hiçbir çalışma doğru devrimci çalışma değildir.
İçinden geçtiğimiz tarihsel dönemin tüm sorunları gelip öncülükte düğümlenmektedir. Her şey, parti öncülüğünün, gerilla öncülüğünün, gençlik ve kadın öncülüğünün kendini bilinçlendirip doğru örgütlemesine ve planlayıp pratikleştirmesine, nihayetinde bu temelde istenen sonuçların alınmasına bağlıdır. Bu konuda 15 Ağustos Atılımı gerçeğinden, hamleci ve atılımcı ruhtan çıkarmamız gereken dersler vardır. Nasıl 15 Ağustos Gerilla Atılımı'nın gerçekleşmesi bütün Kurdistan’ı, dünyayı aydınlattı, devrimci olanla olmayanı açığa çıkardı, herkesi netleştirdi ve büyük devrimsel gelişmelerin yaratıcısı olduysa, şimdi de atılacak cesur adımlar zaferi getirecektir.
Tarihi 15 Ağustos 1984 Atılımı’nı gerçekleştirirken ortaya çıkan gecikme ve ertelemeci yaklaşım, hareketimizi siyasal çizgi açısından zorlamıştı. O dönem bu gecikme ve ertelemeci yaklaşım, imkan ve fırsatlarımızın doğru kullanılmasını engellemişti. Önder Apo bu durumu sağ savunmacı çizgi olarak tanımlamıştı. İçinde bulunulan imkan ve fırsatları doğru değerlendirmeyen, bu imkanları, amaçları başarmak üzere devrimci hamle temelinde pratiğe dönüştürmeyen, ürkek yaklaşan, geriye çeken, erteleyen, zayıf gören ve zayıf ele alan, sürece yayan bütün yaklaşımlar sağ savunmacı yaklaşımlardır ve çizgi dışıdır. Demek ki bu tarihsel sürece ürkek yaklaşım zarar verir. Ertelemeci yaklaşım zarar verir. Pratikleşmemek zarar verir. Hepsi de çizgi dışıdır ve devrimci olmamakla tanımlanabilir. Nasıl ki, mücadele amaçtan kopuk ya da yeterince amaç doğrultusunda başarmaya bağlı olmadan geliştirildiğinde çizgi dışı oluyorsa ve sonuçsuz kalıyorsa, aynı zamanda var olan imkan ve fırsatları yerinde ve zamanında, amaç doğrultusunda devrimci ruhla, hamleci bir biçimde değerlendirmemek de sonuçsuz bırakmaktır, geriye çekmektir ve çizgi dışıdır. Böyle bir durum bizi sağ savunmacı bir çizgiye çeker. Bu konumda olanlar sağ savunmacı çizgide olurlar, PKK çizgisinde olamazlar. Bu gerçeklik, bugün için fazlasıyla geçerlidir ve çizginin gerekleri bizleri göreve çağırmaktadır.
Bu konuda içinde bulunduğumuz durumu doğru değerlendiren, görev ve sorumluluklarımızı derinlemesine bilince çıkaran, bunları yaratıcı bir tarzla ve koparıcı bir üslupla planlı ve örgütlü temelde pratiğe dönüştüren bir mücadelenin sahibi olunmalıdır. Bu konuda 15 Ağustos hamle ruhundan öğrenmemiz gerekenler vardır. Bu konuda Agit savaşçılığından ve direnişçiliğinden öğreneceğimiz çok şey vardır. Nasıl ki, 15 Ağustos Atılımı’nı bütün zayıflık ve ertelemelere rağmen Agit hamleciliği ve direnişçiliği var edip Kurdistan Özgürlük Devrimi’nin temellerini attıysa; bugün de Agit çizgisinde gerillacılık, siyasetçilik, örgütçülük ve yöneticiliği esas alan, Agit gerçeğinde ifadesini bulan Apocu hamle ve direniş ruhunu güçlü bir biçimde temsil eden militanlığa ihtiyaç vardır.
AKP-MHP faşizmini ve onun topyekûn özel savaş saldırısını yerle bir edecek pratiği geliştirmek için tüm koşullar uygundur. Halk desteğimiz çoktur. Geriye kalan öncülüktür, öncü ise militanlık yapmaktır. Yeni süreci böyle anlamalı, devrimci görevlerimize böyle yüklenmeliyiz. PKK çizgisinde olmak bunu gerektirir. Dönemin öncülüğünü yaratmak bunu gerektirir.
*Bu yazı pkk-online.com sitesinden alınmıştır