Uzun yıllardır Başûrê Kurdistan’ın temel sorunlarından biri olan gazetecilerin katledilmesi, tutuklanması, işkenceye maruz kalmaları ve baskı altında tutulmaları son olarak Süleyman Ahmed’in KDP güçleri tarafından gözaltına alınmasıyla ve uzun süredir kendisinden haber alınamamasıyla tekrar gündemimize girdi. KDP’nin medya kuruluşları dışında Başûr’daki tüm medya kuruluşları, Rojnews çalışanı gazeteci Süleyman Ahmed’i sahiplenerek duyarlılık çağrısında bulundu.
Kurdistan Bölgesel Yönetiminin gazetecileri, aydınları, demokratları, devrimcileri cezalandırması ve hapse atmasını Başûrê Kurdistan’da oluşturulan sistemi ve hapishane gerçekliğini ortaya koymadan anlatmak eksiklik barındırır.
İçinde doğup büyüdüğümüz toplumda hapishaneler, “yaşayanların mezarı” olarak tanımlanır. Egemenliğin ortaya çıktığı günden beri zindanlar hep olagelmiştir. Çünkü egemenliğin kendisi hırsızlık, haksızlık, zulüm, savaş ve cinayettir. O yüzden egemenler topluma karşı suçlu olduklarından dolayı hep korkuyla yaşarlar. Toplumu baskılayacak her türlü yol ve yönteme başvururlar. Zindanlar hep vardı ama Hz. İsa’nın çarmıha gerilişinden sonra egemenler; fiziksel ölümden daha çok fikirlerin öldürülmesi gerektiğinin önemini daha iyi anladılar. Düşünceleri karşısında zafer elde etmeden kişiyi fiziksel olarak imha etmenin -Hz. İsa örneğinde olduğu gibi- o düşünceyi ölümsüzleştirmek olduğunu egemenler çok iyi öğrendi.
'SON SÖZÜ DİRENENLER SÖYLER' GERÇEĞİ
Kapitalizm ise bunu hukuk ve insan hakları örtüsü altında daha ince yöntemlerle yapmaktadır. Eğer esir aldığı kişi veya kişilerin düşüncesini esir alamazsa, işte o zaman o hukuk ve insan hakları örtüsünü yüzünden indirip vahşi yüzünü ortaya sermektedir. İmralı, bunun en bariz örneğidir.
Bu uygulamalar ülkelere, coğrafyalara, hükümetlere ve dönemine göre değişse de özünde aynıdır: Teslim almak, iradesizleştirmek, kimliksizleştirmek, düşkünleştirmek, köleleştirmek... Tarih bunun örnekleriyle doludur. Ama tarih, buna karşı direnenlerin örnekleriyle de doludur. Zaten ‘son sözü direnenler söyler’ gerçeği hep olagelmiştir.
İnsanın düşünceleri, onun kimliği ve benliğidir. İnsanı doğadaki tüm canlılardan ayıran özelliği de budur. İnsanın düşüncelerini elinden almak, onu insanlaşma süreci öncesindeki hayvanlaşma seviyesine itmektir. İster ezilen bir ulus için ezenlere karşı, ister sömürülen bir sınıf için sömüren sınıfa karşı, ister ezilen bir cins için ezen cinse karşı, ister irade olmak için iradesizleştirmeye karşı ve isterse tüm doğanın ve insanlığın düşmanı olan kapitalist-emperyalist sisteme karşı mücadele edenler, doğru bir ideolojik hat ve örgütlülük içinde olmadığı müddetçe karşısında mücadele ettiği gücün, sistemin çok kötü bir kopyası ve çok çirkin bir taklitçisi olmaktan öteye gidemez. Tarih bunun örnekleriyle de doludur. ‘Bir şeyin orijinali ne kadar iyiyse taklidi o kadar çirkindir’ derler.
BAŞÛRÊ KURDISTAN HAPİSHANELERİ, ORTA ÇAĞ VE KAPİTALİST ZİNDANLARIN KOPYASI
Michel Foucault, “Hapishanenin Doğuşu” adlı eserinde hapishanenin tarihinden daha çok iktidar ile bağını ve iktidarın bir yöntemi olarak ele alıp gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koyar. Bir ülkenin demokratik düzeyi cezaevlerindeki uygulamalarıyla ölçülür. Bir iktidarın karakterini veya gerçek yüzünü cezaevlerindeki uygulamalarıyla anlarsın.
Bu çerçevede Başûrê Kurdistan’daki cezaevlerine baktığımızda, coğrafya olarak Ortadoğu’da yer aldığından ve yönetimi kapitalist sistem tarafından inşa edildiğinden tek kelime ile yönetim şekli ve cezaevi uygulamaları Orta Çağ'ın kaba, ilkel krallık ve ailesel yöntemiyle kapitalizmin sermayeye dayalı faşizan yönteminin harmanlanmış çok kaba bir kopyası ve çok çirkin bir taklidi olmaktan öteye gitmemektedir. Çağdaş bir ideolojiye, devrimci bir geleneğe ve geçmişe sahip olmadıklarından Saddam’dan, faşist TC devletinden, Suriye ve İran rejiminden gördüklerini, öğrendiklerini taklit etmekten öteye gitmemektedirler. Barzani ailesi öncülüğünde inşa edilen Başûr sistemi, sermaye olarak Batı kapitalizmini esas alırken, yönetim sistemi olarak Ortadoğu’daki Arap krallıklarını taklit etmektedir. Yani babadan oğula geçen yönetim sistemidir.
KDP, kurulduğu 1946 yılından beri Barzanilerin yönetimi altındadır. Başûr hükümeti kurulduğu 1992 yılından beri Barzani ailesinin elindedir. Bu sistemde hukuktan yargı sistemine kadar her şey o aile iktidarının elinde ve o aileye hizmet etmekle yükümlüdür. Ayrıca KDP daha kuruluşunun başında Barzanilerin başkanlığını yaptığı Parastin adlı istihbarat örgütünü oluşturmuş ve bir parti olmaktan daha çok bir istihbarat örgütü olarak hareket etmiştir. Günümüzde de KDP ve Başûrê Kurdistan hükümetinin her şeyini belirleyen, Parastin adlı istihbarat örgütüdür.
KDP’nin güçlü olduğu 1963’den 1975’e kadar olan süreçte meşhur Rayat, Xelan ve Mawet adında 3 hapishanesi vardı ve burada yüzlerce insan işkence ile katledildi. Bu hapishanede tutulanların ve katledilenlerin yüzde 99’u Kürt devrimcileriydi. Çoğu Komünist Parti üyesiydi.
Karşı devrimci olan bir partinin, zindanlarda devrimcileri tutsak etmesi doğası gereğidir. KDP’nin tarihine baktığımızda düşmandan daha çok Kurdistan’daki devrimci-demokratik hareketlere karşı mücadele etmiştir. Başûrê Kurdistan’da ortaya çıkan devrimci-demokratik hareketler KDP gerçeğini doğru anlayıp onu aşamadıkları için, o kadar bedel ve mücadeleye rağmen yok olmaktan kurtulamamıştır.
HER ÜLKENİN BİR GUANTANAMOSU VARDIR
Nasıl ki bir iktidarın yönetim şeklini anlamak için onun hapishanelerine bakmak gerekiyorsa, hapishanedeki uygulamaları anlamak için de o iktidarın şekline, tarihine ve yönetim modeline bakmak gerektiği için kısaca giriş maiyetinde KDP ve Barzanilere değindik.
Her ülkenin, her iktidarın bir Guantanamosu vardır. Irak’ta Ebu Gureyb, İran’da Evin, Türkiye’de İmralı vb. vardır. KDP’nin ise Akre cezaevidir. Bu iktidarların cezaevlerindeki uygulamaları, diğer tüm cezaevlerindeki uygulamaları belirler ve bu uygulamalar toplumu yönetme tarzına dönüşür. Buna karşı cezaevlerindeki bu uygulamalara karşı devrimci direnişler de toplumun bu sistem karşısındaki direniş ve mücadele şeklini belirler. 1982’de Türk faşizmine karşı Diyarbakır Zindan direnişçileri Kürt halkının ve Kürt Özgürlük Hareketinin yürüteceği mücadelenin karakterini belirlemişlerdir. İktidarlar cezaevlerini devrimciler mezarlığına dönüştürmeye çalışsa da devrimciler, cehennem misali bu mekanları iradenin sınandığı ve çelikleştiği bir okula, akademiye, aydınlanma merkezlerine ve iktidarla hesaplaşma sahasına çevirmiştir. Kurdistan’ı işgal altında tutan ülkelerin cezaevlerinde ve onların işbirlikçisi olan KDP’nin cezaevlerinde bu direniş geleneği tüm canlılığıyla devam ettirilmektedir.
KDP’NİN KRALDAN DAHA KRALCILIĞI YENİ DEĞİLDİR
Kapitalist dönemde devrimcilerin cezaevindeki direniş yöntemlerinden biri de açlık grevleridir. Yani düşüncelerini yaşatabilmek için bedenini ölüme yatırmadır. Düşünceyi yani kimliğini, benliğini, onurunu yaşatmak için hiçbir koşul kalmadığında bedenini ölüme yatırarak düşünceye can suyu vermektir. 2023 yılında KDP’nin denetimindeki Hewlêr cezaevinde Mazlum Dağ ve Abdurrahman Er adlı devrimci yurtsever esirlerin açlık grevi eylemiyle birlikte KDP zindanları yeniden gündeme gelip sorgulanmaya başlandı. Bu her iki devrimci yurtseverin idamla cezalandırılmaları ve cezaevine konulmalarının sebebi; Kurdistan’daki işgalci gücün bir elemanının devrimciler tarafından cezalandırılmasına yardım etmeleridir. Başûrê Kurdistan Bölgesel Yönetiminin mahkemeleri, bundan dolayı acele bir şekilde bu iki devrimci yurtsevere idam cezası verip cezaevine koymuştur.
KDP’nin bu kraldan daha kralcı tavrı yeni bir şey değildir. KDP 1992, 1995 ve 1997’de Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı işgalci Türk devletiyle birlikte savaşmış ve yaralı olarak KDP’ye esir düşen gerillaların bazılarını işgalcilere teslim etmiş, bazılarını katletmiş ve bazılarını ise cezaevine koyup yıllarca işkence altında tutarak devrimcilikten vazgeçirmeyi, teslimiyeti ve işgalciler ile işbirliği içine girmeyi dayatmıştır. Bunu başarmak için işgalcilerden öğrendikleri tüm klasik ve modern uygulamaları denemiştir. Tüm bu uygulamalar karşısında devrimci tutum ve direniş hiç eksik olmamıştır.
Eskiden KDP’nin Akre Cezaevi bu uygulamaların merkeziydi. Tüm cezaevlerindeki uygulamaları belirleyen, Akre Cezaevindeki uygulamalardı. Şimdi KDP denetimindeki tüm zindanlar, Akre cezaevine dönüştü. Ama bunlar dışında KDP’nin istihbarat örgütü olan ve Mesrur Barzani’nin denetiminde olan Parastin’a ait gizli zindanlar vardır. Bu cezaevleri direkt Barzani ailesine ve Parastin denen istihbarat örgütüne bağlı zindanlardır. Kurdistan Bölgesel Hükumetinin bu zindanlar üzerinde hiçbir yetkisi ve tasarrufu yoktur. Buralarda hiçbir hukuk ve hak geçerli değildir. Bu zindanlara sadece devrimci, demokrat ve Barzani karşıtı olanlar konur. Bir ülkenin, bir bölgenin veya bir partinin üstte yönetim şekli nasılsa alta doğru tüm kurumların yönetim şekli de öyle olur.
Barzaniler, Başûrê Kurdistan’da aşiretsel ve ailesel bir yönetim şekli inşa ettikleri için başta cezaevleri olmak üzere tüm kurumlar ailesel ve aşiretsel bir yönetim şekli ile yürütülmektedir. Başûrê Kurdistan’daki her kurum ve kuruluş, bir ailenin veya aşiretin tasarrufundadır. Bu aile ve aşiretler, Barzani ailesiyle işbirliği ve rant paylaşımı içinde olan ve Barzanilere biat etmiş olanlardır. Örneğin daha önce Akre Cezaevi müdürü, Başûrê Kurdistan’ın en büyük aşiretinden biri olan Surçi aşireti içinde etkili olan bir ailenin önde geleniydi. Bu kişi kendi oğlunu, yeğenini müdür yardımcısı yapmıştı ve diğer personelin hepsi onun yeğenleri ve yakın aile çevresindeki akrabalarından oluşuyordu. O yüzden orada gerçekleştirdiği her şey aile içinde kalır ve dışarıya sızmaz. Ayrıca oraya gönderilen maddi kaynağın tümünü kendisi ve aile çevresi için kullanır. Tutsakların en doğal olan tedavi ve ilaç ihtiyacını bile kat kat fazlasıyla tutsaklara satar. Bir de orada tutulanlara işkence yapmama karşılığında ailelerinden yüklü miktarda rüşvet alır. Nasıl ki Başûrê Kurdistan Bölgesel Hükümeti, Barzani ailesinin bir şirketi gibi yönetiliyorsa bu kurum ve kuruluşlar da yönetiminde yer alan ailelerin şirketi gibi yönetilmektedir. Aileye, aşirete dayalı yönetim tarzı Ortadoğu’nun tarihsel klasik, alışılagelmiş iktidar tarzıdır.
TUTSAKLAR DAİŞ ÇETELERİYLE TEHDİT EDİLİYOR
Geçen yıl Mazlum Dağ ve Abdurrahman Er’in açlık grevine girme sebepleri ise; bu iki devrimci yurtseverin DAİŞ’li teröristlerle aynı cezaevinde aynı koğuşa konulmalarıdır. DAİŞ’in başta Kürtler olmak üzere tüm insanlığın düşmanı olduğunu bilmeyen yoktur. Buna rağmen KDP, bu iki devrimci yurtsever ile DAİŞ’lilere aynı yaklaşımı göstermektedir. R. T. Erdoğan yönetimindeki Türk devleti ve MİT ile DAİŞ teröristlerinin organik ilişkisi bilinen bir gerçekliktir. Türk MİT’i DAİŞ teröristleri ile ilişkiye geçerek, bu iki devrimci yurtseveri cezaevinde bir komplo ile katletmeye çalışmış ve bu iki devrimci yurtsever bunu fark edip boşa çıkarmasını başarmışlardır. Bu olaydan sonra bile KDP her ikisini DAİŞ’lilerin içinde tutmaktan vazgeçmemiş ve her ikisi de bu yüzden 65 gün süren bir açlık grevi eylemine girmiştir. KDP, bu her iki gence karşı "ya teslim olup karşı-devrimci olursunuz ya da DAİŞ’liler eliyle katledilirsiniz" politikasını yürütmektedir. KDP, kendisi için devrimcileri DAİŞ’ten daha fazla tehlike olarak görmekte ve korkmaktadır.
Şimdi KDP cezaevlerinde onlarca devrimci gerilla ve sempatizan bulunmaktadır. Eskiden KDP eline esir düşen gerillaları KDP sorgular ve bu devrimcilerin bilgilerini Türk MİT’ine verirdi. MİT, gerillaların sorgulanmasını gizliden takip edip kendini göstermezdi. Ama Mesrur Barzani’nin Başbakan olmasıyla birlikte MİT ve Türkiye’nin Hewlér Konsolosu cezaevlerine gidip esir gerillaları ve PKK sempatizanlarını sorgulayıp tehdit edip çirkin tekliflerde bulunabiliyor. Bu tutsaklara karşı nasıl bir tecrit ve politika uygulanacağının talimatını cezaevi müdürüne verebiliyor. En son gelen bilgilere göre yaralı ve ciddi sağlık sorunu olan bu devrimcilerin hiçbir şekilde tedavi edilmediği, bazılarının Parastina bağlı gizli cezaevlerinde, güneş görmeyen, dar, yazın cehennem sıcağı, kışın da çok soğuk olan 2 metre karelik karanlık hücrelerde yıllarca tek başlarına tutulduğu, sağlık sorunlarının ciddi olduğu ve ölüme terk edildikleri belirtiliyor. Bu uygulamalar bize Türk devletinin 1980 ve 1990’larda Kurdistan devrimcilerine uyguladığı yöntemi hatırlatıyor. Bazılarını ise DAİŞ çetelerinin bulunduğu koğuşlara koymuşlar. KDP’nin bu Kurdistan devrimcilerine -ki bu devrimciler DAİŞ karşısında başta Kürdistan Bölgesel Yönetimi olmak üzere insanlığın onurunu korumuş kişilerdir- karşı uyguladığı politika, ‘ya karşı-devrimci olacaksın yada öleceksin’ politikasıdır.
Peki bu devrimcileri hangi yasaya göre hapse atabiliyor? Irak ve Başûr yasalarına göre, PKK yasal bir parti olmasa bile YASAKLI bir parti de değildir. Bu devrimcileri tutuklayacak ve yargılayacak bir yasa yoktur. DAİŞ saldırısı olduğunda DAİŞ’e karşı gerillayı yardıma çağıran KDP, ne oldu da Mesrur Barzani’nin Başbakanlığı döneminde bu devrimcileri tutuklayıp DAİŞ’lilerle aynı koğuşa koyuyor?
Rojnews çalışanı Süleyman Ahmed de dahil tutuklanan tüm gazetecilerin tek faaliyeti gazetecilik yapmalarıdır. Ama Mesrur Barzani’nin emri altında değil! Behdinan tutukluları olarak tarihe geçen ve hafızalara kazınan gazeteciler ve Rojnews çalışanı Süleyman Ahmed, PKK ile ilişki içinde oldukları gerekçesiyle tutuklandılar. Mesele bu gazetecilerin kiminle ilişkide olduğu değil, tüm mesele Mesrur Barzani’nin oluşturduğu anti-demokratik sistemin hizmetinde olmamalarıdır.
KDP 2003 yılında Ortadoğu’nun en büyük cezaevlerinden birini Dohuk’da inşa etmekle övünen bir yönetim gerçekliğine sahiptir. 1992’de Başûr hükümeti kurulduğunda KDP çok zayıftı ve halk üzerinde ciddi bir hakimiyeti yoktu. Kurmak istediği modelin rüşdünü cezaevlerinden ispatlamadan gerçekleşmeyeceğini bilecek kadar egemenlerle içli dışlıdırlar. Daha sonraki yıllarda halk üzerinde terör estirerek ve yüz binlerce insanın onuruyla oynayarak ve cezaevlerinden geçirerek hakimiyetini geliştirmiştir. Saddam diktatörlüğü ve faşizmi karşısında direnen ve boyun eğmeyen kişilik gerçekliğini yok edip yerine iradesi zayıflatılmış, boyun eğdirilmiş ve her şeyi dışarıdan bekleyen, ülkesinden kaçan, devrime inancı kırılmış bir kişilik gerçekliği ortaya çıkardılar. Ama hakimiyetini zulüm ile sağlayanlar en ufak bir seste, en ufak bir direniş karşısında paniğe kapılıp ters yüz olurlar. Tüm egemenler gibi KDP de en ufak bir direniş karşısında paniklemekte, korkmakta ve ezmek için her şeyi yapmaktadır. Başûrê Kurdistan halkı PKK’yi tek ve son umut olarak görmektedir. O yüzden KDP kendisi için PKK’yi DAİŞ’den daha tehlikeli görmekte ve bunu açıkça dillendirmektedir. Halka umut veren bu devrimci hareketi boğmadan rahat edemeyeceğini çok iyi bilmektedir. O yüzden her fırsatta gerillaya, Şengal ve Rojava Devrimine karşı işgalcilerle birlikte saldırmaktadır. Her şeyden önce tutsak ettiği devrimcileri teslim almadan bunu başaramayacağını bildiğinden öfkeyle her türlü çirkinliği yapmaktadır.
Ama hep olduğu gibi SON SÖZÜ DİRENENLER SÖYLER.