Bahçeli’nin istediği kanun ve mahkemeler
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Kürt siyasetçiler için özlemini duyduğu Hıyanet-i Vataniye Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri, Türk devletinin terör aparatları olarak işlev gördü.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Kürt siyasetçiler için özlemini duyduğu Hıyanet-i Vataniye Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri, Türk devletinin terör aparatları olarak işlev gördü.
AKP’nin ortağı MHP’nin şefi Devlet Bahçeli’nin, DEM Parti milletvekillerinin maaşlarının kesilerek dokunulmazlıklarının kaldırılması; Anayasa Mahkemesi'nin yeniden yapılandırılması veya kapatılması istemine dair tartışmalar devam ediyor. Bahçeli, geçmişte de Meclis’te grubu bulunan HDP'nin kapatılmasını, süreci hızlandırmayan Anayasa Mahkemesi'nin kapatılmasını, İstiklal Mahkemeleri'nin geri getirilmesini ve Kürt siyasetinin yasal temsilcilerinin "Hıyanet-i Vataniye Kanunu" kapsamında yangılanmasını istemişti. Kobanê Kumpas Davası'nda çıkan kararların ardından DEM Parti Eşbaşkanları da "İstiklâl Mahkemeleri'nin ruhu hortladı" demişti.
Kürtlere karşı her fırsatta gündeme gelen İstiklâl Mahkemeleri'nden önce, onu doğuran Hıyanet- i Vataniye Kanunu'nu hatırlamakta fayda var.
Hıyanet-i Vataniye Kanunu, 23 Nisan 1920’de Meclis’in açılmasından yalnızca 6 gün sonra 29 Nisan 1920’de çıkartıldı. 1921 tarihli düzenleme ile anayasaya da dahil edildi ve 12 Nisan 1991’e kadar anayasada kaldı.
UYGULAMADA RESMİ ÇERÇEVE DİKKATE ALINMADI
Kemalist tarih yazımının kuruluş savaşı esnasında "hızlı hareket edebilmeyi" sağlaması açısından elzem bulduğu kanunun, kendini tanımlar nitelikteki ilk maddesi, “Makam-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanatı ve memalik-i mahsusâ-i şahaneyi yed-i ecanipten tahlis ve taarruzatı def-i maksadına ma’tuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyanı mutaızammın kavlen veya fiilen veya tahiren muhalefet veya ifsadatta bulunan kesan, hain-i vatan addolunur" şeklindedir. Bugünün Türkçesiyle şöyle; hilafet ve saltanat makamını ve onun topraklarını İtilaf ordularının saldırılarından kurtarma ve onları def etme maksadı ile kurulan Büyük Millet Meclisi'nin meşrutiyetine sözlü veya fiili olarak muhalefet eden ve halka bu doğrultuda yolunu saptıran kişiler vatan haini sayılır. ‘Vatan hainliği’ tanımına kanunda esas alınan 'işgali sonlandırma amacıyla teşekkül etmiş bir Meclis’in meşruluğuna muhalefet' olsa da uygulama, akla hayale sığmayacak kadar geniş bir kesimi kapsayacaktır. Öyle ki kanun çıkartıldığı esnada Meclis’te bulunan, kanunu destekleyen ancak zamanla Mustafa Kemal'e ters düşen birçok vekil hakkında çıkarılan idam kararlarında 'Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na muhalefet' yazacaktır. Kanun belirli bir süre sonra ibresini tamamen Kürtlere döndürecektir.
HEM İÇERİK HEM UYGULAMA USULLERİNE GÖRE
Kanunun amaç ve kapsamını tanımlayan ilk maddeden sonra gelen 2. madde, vatana ihanet suçunun karşılığı olarak idam cezasını öngörür, 3. madde ise sözlü ve yazılı olarak vatan hainliğine teşvik eden kişiler ile bu tahrik ve teşviği yaygınlaştıranların geçici olarak kürek mahkumu edileceği belirtilir. Fiili karşıtlık dışında eleştiri ve antipropagandanın da önünü kanun yoluyla kapatan madde, Meclis’in ilk çalışma haftasında basın ve yayın sansürünü gündeme alışına dair en ciddi örnek niteliği taşır. Devamında gelen maddeler, kanunun kapsam ve uygulamasına dair usulü içerir. İçlerinde çarpıcı olanlar şunlardır:
* 4. madde, vatana ihanet suçu işleyenler için karar mercii olanın, suç işlendiği varsayılan bölgedeki mahkeme olduğunu ama 'acele' bir durum olması halinde zanlının yakalandığı yerdeki mahkemenin de hakkında hüküm verebileceğini belirtir. İstiklâl Mahkemeleri bu maddeye binaen idam sehpalarını Anadolu ve Kurdistan'ın dört bir yanında kuracaktır.
* 7. madde ise vatana ihanet suçlamasıyla yargılanan kişilerin mahkemelerinin zorunlu bir sebep olmadığı sürece 24 gün içerisinde sonuçlanmasına hükmeder. Bu süre zarfında 'yargılamayı bitirmeyen sorumluların da cezalandırılacağı' belirtilir. Bu madde sebebiyle binlerce insan, hakkında yalnızca söylentiden ibaret iddialarla yargılanmış ve haklarında hızlıca idam kararı verilmiştir.
* 8. maddede ise verilen kararların kesin olduğunu ve Meclis onayından sonra infazının gerçekleşeceğini belirtir. Dolayısıyla yargılananlar açısından herhangi bir itiraz ve temyiz hakkı bulunmamaktadır.
İSTİKLAL MAHKEMELERİ KURULUYOR
Hıyanet-i Vataniye Kanunu çıkartılmış olsa da Osmanlı'dan kalan idari ve adli teşkilatların çoğu işlevsiz halde olduğu için Mustafa Kemal güdümündeki Meclis, kendi teşkilatlanmasına gidecektir. Çoğunluğu asker kökenli olan vekillerin oluşturduğu Meclis’te, 'asker kaçaklarını ibret-i alem için yargılama' motivasyonu karşılığını hızlıca bulacak ve 11 Eylül 1920 tarihli oturumda kabul edilen 'Firariler Hakkında Kanun' sonrasında 18 Eylül 1920'de İstiklâl Mahkemeleri'nin kurulması kararı alınacaktır. İstiklâl Mahkemeleri’nin yetki ve işleyiş usulüne dair tartışmalar bir hafta kadar sürer ve 26 Eylül 1920 tarihli oturumla mahkemelerin Hiyanet-i Vataniye ve askeri casusluk kapsamındaki suçları ele alması kararlaştırılır. Her birinde bir başkan ve üç üyeden oluşmak üzere 8 İstiklal Mahkemesi kurulmasına karar verilir. Bunlar Eskişehir, Kastamonu, Ankara, Konya, Isparta, Pozantı, Sivas ve Diyarbakır İstiklâl Mahkemeleri'dir. Merkezi illerde kurulan ve bölge mahkemesi niteliği taşıyan bu mahkemeler, civar illerde yaşanan olaylara dair yargılama yürütme yetkisine sahiptir. 8 Ocak 1921 tarihli ve doğrudan Mustafa Kemal'in nezaretindeki Meclis oturumunda, Elazığ ve Trabzon'da da birer İstiklâl Mahkemesi açılması kararı verilir ve sayı 10'a yükselir.
BİN 54 İDAM CEZASI İNFAZ EDİLDİ
Resmi verilere göre; 1 Ekim 1920’den 11 Mayıs 1923'e kadar süren ilk dönem İstiklâl Mahkemeleri'nde Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na dayanarak, toplam 59 bin 164 kişi yargılandı. Bu kişilerin 41 bin 678’ine 40 ila 100 değnek, malını mülkünü müsadere, para cezası, yerine evden başkasının askere alınması, halka teşhir, hapis, evinin yakılması gibi çeşitli cezalar verildi. Bin 54 idam cezası infaz edildi. Bu rakamlar, yalnızca mahkemesi görülen dosyalar üzerinden ulaşılan rakamlar. Sözgelimi bölge komutanlarının, 'Divanı Harp' uygulamaları altında binlerce insanı yargısız infazla kurşuna dizip süngüden geçirdiği biliniyor. Koçgirî'de yaşananlar bunun en bariz örneğidir.
KOÇGIRÎ'DE KANUNLARINI UYGULAMAYAN MECLİS
Sadece belli bir kısmı kamuoyu ile paylaşılan Meclis tutanaklarından takip edilebilen Koçgirî gündemli oturumlarda söz alan bölge vekillerinin konuşmalarında, yaşanan katliamın boyutlarına ve bölgede kanunların nasıl rafa kaldırıldığına dair çok çarpıcı örnekler görmek mümkündür. Sakallı Nurettin'in 'isyanı bastırmak için' görevlendirildiği 14 Mart 1921’den Alişan Bey ve ailesinin esir alındığı 17 Haziran 1921’e kadar binlerce sivil, Hiyanet-i Vataniye Kanunu gerekçe gösterilerek, mahkemeye bile çıkartılmadan katledilmiştir. Oysa kanuna göre; bir kişi, Hıyanet'i Vataniye Kanunu kapsamında cezalandırılacaksa (kanunun belirttiği istisnai durumlar dışında) mutlak surette mahkeme kararı olması gerekmektedir. Meclis, Sivas İstiklâl Mahkemesi'ni isyanın başladığı gün olarak kabul edilen 14 Mart'tan bir gün sonra, 15 Mart 1921'de kapatmıştır.
MECLİS ONAYLI KATLİAM
Koçgirî'de yaşanılanların mahkeme tutanaklarıyla dahi olsa kayıt altına alınmamasını amaçlayan bu uygulama, Meclis onaylı soykırım harekatının kabulüdür. Sivas Valisi Ebubekir Hazım Tepeyran, o dönem yaşananları anılarında şöyle anlatmaktadır: "Askerle çevrilen köylerin halkı söylentilerin doğruluğuna, yani Kürtlerin tenkil edileceğine inanarak hayatlarını kurtarmak için köylerini, evlerini bırakarak dağlara sığınmak zorunda kalmışlardır. Sırf can korkusuyla kaçan, ayaklanma ve eşkıyalıkla suçlanarak, boş kalan köyler yakılıp yıkılarak bütün mal ve eşyası ve hayvanları devlet adına ellerinden alınmıştır... Nurettin Paşa, bu kadar insanı çatışmayla değil katliam biçiminde öldürmüştür."
İSTİKLAL MAHKEMELERİNDE 2. DÖNEM
Cumhuriyetin ilanına doğru ilerleyen süreçte Meclis, 1 Nisan 1923’te kendini feshetme ve seçimlere yeniden gitme kararı aldı. Hıyânet-i Vataniye Kanunu’nun 1. maddesinde değişiklik yapan 15 Nisan 1339 (1923) tarih ve 334 sayılı Hıyânet-i Vataniye Kanunu’nun 1. Maddesinin Tâdili Hakkında Kanun’un kabulünden bir gün sonra dağıldı. Yapılan bu değişiklikle saltanatı geri getirmek için çalışanlar da vatan haini sayılıyordu. Meclis’in çalışmadığı dönemde Lozan Antlaşması imzalandı (24 Temmuz 1923). Kendisine güçlü bir şekilde muhalafet edebilecek kimseyi yeni Meclis’te istemediğini söyleyen ve "Kız gibi bir Meclis kuracağım" diyen Mustafa Kemal'in oluşturduğu yeni Meclis’te yine onun belirlediği formalite seçimleri ilk grup kazandı. İkinci gruptan çok az kişinin ikinci defa girebildiği Meclis, 11 Ağustos 1923’te toplandı ve ilk işi Lozan Antlaşması’nı onaylamak oldu. Birinci grubun oluşturduğu Halk Fırkası kuruldu. Ankara’yı değişmez başşehir yapan kanunun kabulünden kısa bir süre sonra Cumhuriyet ilân edildi.
ŞÊX SAÎD VE HIYANET-İ VATANİYE’NİN GENİŞLEMESİ
Şêx Seîd öncülüğündeki direniş, 13 Şubat 1925’te başladı. 'Hilafet ve saltanat ile onun kurtarılmış topraklarını korumak için' ilan edilen kanunun ilk maddesi, 1922 ve 1924 yıllarında saltanatın ve hilafetin kaldırılması ile kademeli olarak değiştirilmişti, ancak doğrudan Şêx Seîd ve direnişe dahil olanların olası yargılamaları için 25 Şubat 1925’te 1. maddede düzenlemeye gidildi. "Dini ve dini mukaddesatı siyasi gayelere esas almak veya alet etmek amacıyla cemiyetler kurmak, bu cemiyetlere girmek, dini kullanarak devletin şeklini değiştirmek ve bozmak, fesat ve nifak sokmak, gerek tek tek ve gerek toplu olarak, sözlü veya yazılı veya fiili bir şekilde nutuk söylemek veyahut yayın suretiyle harekette bulunmak vatan hainliği sayılır" şeklinde düzenlenen maddeden sonra hükümet değişikliğine gidildi. Fethi Okyar'ın istifa etmesinden sonra 2 Mart 1925'te başvekilliğe İsmet İnönü getirildi. 4 Mart 1925'te Takrîr-i Sükûn Kanunu ve ‘şark bölgesi’ ile Ankara’da birer İstiklâl Mahkemesi kurulması kararı Meclis’te kabul edildi.
AMED MERKEZLİ İNFAZ MAHKEMESİ
Direniş bölgesindeki İstiklâl Mahkemesi’nin vereceği idam cezaları, aynı mahkeme tarafından uygulanacak, Ankara İstiklâl Mahkemesi’nin vereceği idam cezaları da Meclis’in onayından sonra infaz edilecekti. Vekiller Heyeti, İstanbul’da yayımlanan 7 gazete ve dergiyi zararlı ve yıkıcı yayın yaptıkları gerekçesiyle kapattı. Örfî İdare Mahkemelerinin vereceği ölüm cezalarını uygulama yetkisi de ordu komutanlarına verildi. Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne de Meclis tatil olduğu zamanlarda idam cezalarının infazı konusunda yetki tanındı.
Amed’de kurulan İsyan Bölgesi İstiklâl Mahkemesi, 12 Nisan 1925’te görevine başladı. Bölgede dolaşarak yargılamalarını sürdürdü. Mahkeme, bölgedeki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şubelerini kapattı. Ayrıca bölgede bulunan bütün tekke ve zâviyeler, birer 'kötülük ve fesat ocağı' olduğu ileri sürülerek mahkeme tarafından kapatıldı.
ŞÊX SEÎD VE ARKADAŞLARI İDAM EDİLDİ
Şêx Seîd’in yargılanmasına 26 Mayıs 1925’te başlandı. Yargılamalar 28 Haziran 1925’e kadar sürdü. Şêx Seîd ve 46 arkadaşı hakkında idam kararı verildi, cezalar 29 Haziran sabahı infaz edildi. Yargılamalar her ne kadar Hıyânet-i Vataniye Kanunu’nun 1. maddesinde yapılan "Dini ve dini mukaddesatı siyasi gayelere esas almak veya alet etmek amacıyla cemiyetler kurmak, bu cemiyetlere girmek, dini kullanarak devletin şeklini değiştirmek ve bozmak" hükmüne dayandırılsa da mahkemenin karar hükümlerinde "Bağımsız Kürdistan" ibaresi geçecekti: "...Güya dini ve şeri ve fakat her halde bağımız bir Kürdistan hükümeti oluşturmak amacıyla cumhuriyet hükümetine karşı fiilen ve silahlı olarak ayaklandıklarından idamlarına…” karar verilmiştir. (Diyarbakır İstiklâl Mahkemesi’nin 28 Haziran 1925 tarihli, 69 Numaralı Şeyh Sait Davası kararından)
MAHKEME 5 BİN 110 KİŞİYİ YARGILADI
Resmi kayıtlara göre; İsyan Bölgesi İstiklâl Mahkemesi, 12 Nisan 1925’ten 7 Mart 1927’ye kadar toplam 5 bin 110 kişiyi yargıladı. 207’si vicahî (yüz yüze) 213’ü gıyabî (mahkemede bulunmaksızın) olmak üzere 420 kişiyi idama mahkum etti. Ayrıca bin 911 kişiye çeşitli cezalar verdi. Resmi kayıtların yapılan yargılamaların ve verilen cezaların çok daha altında olduğuna kanıt, mahkeme başkanı "Cellat Kel Ali" lakaplı Ali Çetinkaya'nın yıllar sonra yaptığı itiraftır. İstiklâl Mahkemeleri'ne başkanlık ettiği süre boyunca "Sadece ben 5 bin 216 kişiyi idam ettim" diyen Ali Çetinkaya'nın en çok İsyan Bölgesi İstiklâl Mahkemesi adıyla kurulan mahkemelerde görev aldığı bilinmektedir. İstiklâl Mahkemeleri, 7 Mart 1927’de Meclis kararıyla kapatıldı.