'Bunalım ve krizler eskisi kadar bile aşılmıyor'

İnsan toplumu krizin hiç bu kadar ağırına tanık olmamıştı. Toplumlar, eğer süreceklerse, kriz yönetimlerine uzun süre dayanamazlar. Ya çözülür ve dağılırlar ya da direnir, yeni sistemler geliştirip krizi aşarlar. Şimdi böylesi bir dönemden geçiyoruz.

ABDULLAH ÖCALAN'IN DEĞERLENDİRMELERİ

Cinsiyetçilik, tarihte en çok liberalizm çağında ideolojik bir öğe olarak geliştirilip kullanıldı. Cinsiyetçi toplumu devralan liberalizm, kadını sadece evdeki ücretsiz işçiye dönüştürmekle yetinmedi. Kadını cinsiyet objesi olarak metalaştırıp piyasaya sunmakla daha fazlasını elde etti. Erkekte sadece emek metalaştırılırken, kadın bütün bedeni ve ruhuyla metalaştırıldı. Aslında en tehlikeli kölelik biçimi inşa edilmiş oluyordu. ‘Kocanın karısı’ iyi bir sıfat olmasa da, sınırlı bir istismara konu teşkil eder. Fakat tüm kişiliğiyle metalaşma, firavun köleliğinden daha kötü köle olmak anlamına gelir. Herkesin köleliğine açılmak, bir devlet veya kişinin kölesi olmaktan katbekat daha tehlikelidir. Modernitenin kadına kurduğu tuzak budur. Görünüşte özgürlüğe açılan kadın, en rezil istismar aracı konumuna düşmüş oluyordu. Reklâm araçlığından tutalım seks, porno araçlığına kadar temel istismar aracı kadındır. Rahatlıkla diyebilirim ki, kapitalizmin taşınmasında kadın en ağır yükün altına konulmuştur. 

Sistem için kadın, sömürü ve iktidar çoğaltımında stratejik bir rol oynar. Devletin ailedeki temsilcisi olarak erkek, kadın üzerinde hem sömürü hem de iktidarın geliştirilmesinden kendini sorumlu ve yetki sahibi olarak değerlendirir. Kadın üzerindeki geleneksel baskıyı yaygınlaştırarak, her erkeği iktidarın bir parçasına dönüştürür. Toplum bu yolla azami iktidarlaşma sendromuna girer. Kadının statüsü erkek egemen topluma sınırsız iktidar duygusu ve düşüncesi verir. Öte yandan tavizci işçiliğin oluşumundan işsizliğe, ücretsiz işçilikten asgari ücretliye kadar her olumsuzlukta bedel ödetilenler kadın emekçilerdir; kadının kendisidir. Liberalizmin eklektik cinsiyetçi ideolojisi bu durumu saptırıp farklı göstermekle kalmaz; bir de kadınlar için özenle geliştirdiği ideolojik varyetelere dönüştürür. Kendi köleliğini kendi eliyle benimsetmek gibi bir şey. Denilebilir ki, sistem ideolojik ve maddi olarak kadını istismar etmekle sadece en ağır krizlerini aşmıyor, kendi varoluşunu da sağlıyor ve güvence altına alıyor. Kadın genelde uygarlık tarihinin, özelde kapitalist modernitenin en eski ve en yeni sömürge ulusu konumundadır. Eğer her bakımdan sürdürülemez bir kriz durumu yaşanabiliyorsa, bunda kadının sömürgeleşmesinin payı başta gelmektedir.

SİSTEM İKİ YOLLA BUNALIMLARINI AŞTI

Dünya kapitalist sistemi günümüzde küresel finans tekellerinin hegemonyasında sistemik genel bunalımı kadar finansa özgü krizleri de ortaklaşa yaşamaktadır. Sistemsel genel bunalım (Ekonomi karşıtlığından kaynaklanıyor) finans alanına özgü krizlerle (para basımının altından, hatta Dolardan sıkça kopması, senet, tahvil vb. çeşitli sanal argümanlarla temsil edilmesi) iç içe olup tarihinin en dip sürecini yaşamaktadır. Sistem şimdiye kadar esas olarak iki yolla bunalımlarını aşmıştı: Birincisi, sürekli çoğaltılan iktidar ve ulus-devletin maddi zor aygıtlarıyla. Bunlar her tür savaşlar, hapishaneler, tımarhaneler, hastaneler, işkenceler, gettolar, en tehlikeli soykırımlar ve toplum kırımlardır. İkincisi, sürekli birbirine eklemlenerek geliştirilen liberal ideolojik hegemonya aygıtlarıyla. İdeoloji olarak merkezde liberalizm vardır; eklentileri milliyetçilik, dincilik, bilimcilik ve cinsiyetçiliklerdir. Araçları okul, kışla, ibadethaneler, medya organları, üniversiteler ve en son internet ağlarıdır. Buna sanatın kültür endüstrisi haline getirilmesini de eklemek gerekir. 

Fakat iki yolun da çözüm üretmek yerine kriz yönetimini geliştirmek anlamına geldiğini sıradan bilim insanları bile kabul etmektedir. Bunalım ve krizler eskisi kadar bile aşılmıyor. Tersine, istisnai olan bunalım ve krizler genelleşip sürekli bir hal alırken, normal dönemler ise istisnai hal oluyor. Uygarlık sistemlerinin temelinde bunalım öğeleri yatmakla birlikte, insan toplumu hiç bu kadar ağırına tanık olmamıştı. Toplumlar, eğer süreceklerse, kriz yönetimlerine uzun süre dayanamazlar. Ya çözülür ve dağılırlar, ya da direnir, yeni sistemler geliştirip krizi aşarlar. Şimdi böylesi bir dönemden geçiyoruz. 

* Abdullah Öcalan’ın Özgürlük Sosyolojisi kitabından derlendi

DEVAM EDECEK…