Siirtli esnaf Cemil Taşkesen’in İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e belirttiği “Burası Kürdistan’dır, ben de Kürt’üm” çıkışı nedense fazla tartışılmadı. Yetersiz düzeydeki tartışmalar da kısa sürede kesildi.
Tartışma daha çok devletçi siyasetin kendi arasında yaşandı. Malum olduğu gibi, ilk tepki AKP ve MHP’den geldi. Faşist sözcüler, “Cemil Taşkesen’e gereken cevabı veremedi” diyerek Meral Akşener’i tahrik etmeye çalıştılar.
Meral Akşener ise, “HDP ile PKK’nin aynı olduğunu kendilerinin söylediğini” belirterek, kendisinin daha çok Kürt düşmanı olduğu yönünde kendini savundu.
Meral Akşener’e tek destek, ortağı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan geldi. Ortağının çok sıkışmış olduğunu düşünmüş olacak ki, “Kandil’i yerle yeksan edeceğim, size Kılıçdaroğlu sözü veriyorum” diyerek, Kemal Kılıçdaroğlu kendinden beklenmeyen bir meydan okumada bulundu.
Birçoklarını şaşırtan bu çıkışa dönük ilk tepkiler ise Kılıçdaroğlu’nun yakınında yer alanlardan geldi. “Böyle bir tepkiye gerek yoktu” dediler. Belli ki “Meral Akşener’in ortaklığı bozabileceğinden duyduğu derin korkuyu” fazla anlayamadılar.
Kuşkusuz Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kandil’i yerle yeksan edip edemeyeceği hususu ayrı bir konudur. Çünkü bu iş öyle kolay olsaydı AKP-MHP faşizmi şimdiye kadar kırk kez bunu yapardı ve bu temelde Kılıçdaroğlu’na da hiçbir ihtiyaç kalmazdı.
Fakat bütün çabalarına rağmen AKP-MHP faşizmi şimdiye kadar bunu yapamadı. Peki Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri neyi ortaya çıkardı?
Birincisi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun son dönemlerde “Kürt sorununu mecliste çözeceğim” biçimindeki içi pek dolu olmayan sözlerinin bile aslında yalan ve boş söz olduğunu gösterdi.
İkincisi ise, Kemal Kılıçdaroğlu’nun da aslında Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’den farklı bir zihniyete sahip olmadığını, dolayısıyla Kürtlere dönük verdiği sözde iyimser mesajların aslında yeni bir oyun anlamına geldiğini ortaya koydu. Yani ‘tencere dibin kara, seninki benden kara’ misali bir şey!
Oysa Siirtli esnaf Cemil Taşkesen’in Meral Akşener’e söyledikleri ziyadesiyle önemliydi. Çünkü çıplak bir gerçeği ve Kürt halkının anlayış ve tutumunu ifade ediyordu.
Söylerken gayet sakin ve de samimi görünüyordu. Bu etkileyici tutum karşısında Meral Akşener’in içine düştüğü durumun ciddi bir şaşkınlık olduğunu resme bakan herkes hemen anlayabiliyordu.
Gerçekten de bu diyaloğu veren resim çok çarpıcıydı ve derin mesaj içeriyordu. Meral Akşener’in yaşadığı şaşkınlık, belli ki onun böyle bir şeyle karşılaşmayı beklememesinden kaynaklanıyordu.
Peki Akşener neden böyle bir tutum beklemiyordu? Belli ki AKP-MHP saldırılarının Kürtlüğü bitirmiş ve Kürt insanını sindirmiş olduğuna inanıyordu.
Çünkü AKP-MHP faşizminin Kürdistan’da uyguladığı ve kendisinin de tüm gücüyle desteklediği soykırımcı terör adeta göz açtırmıyordu. Bu temelde Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün “Bitirdim, sonuç aldım' sözlerine Akşener iyice inanmıştı.
Kuşkusuz bütün bunlar yaşanan olayın bir boyutudur. Esas önemli olan ikinci boyut ise, Siirtli esnaf Cemil Taşkesen’in sözlerinin ve tutumunun ne anlama geldiğidir.
Bunların Kürt halkının anlayış ve tutumunu ifade ettiğini yukarıda belirttik. İçeriğinde sanki bir tepki varmış gibi görünse de, aslında Siirtli esnafın basına yansıyan görüntülerinde öyle bir tepki fazla gözlenmiyordu.
Tersine Cemil Taşkesen son derece sakin ve samimi bir duruş ve üsluba sahip görünüyordu. Sadece “Burası Kürdistan’dır” sözünün içerdiği yalınlık, on yıllardır süren baskı sonucunda Kürt insanının yaşadığı tepkisel durumu ifade edebilirdi. Yani “Burası Kürdistan’dır, ben de Kürt’üm, ne yapacaksanız yapın!” der gibi bir şeydi.
Şimdi Kürt özgürlük mücadelesi ve Kürt halkının tutumu açısından bu durum neyi ifade etmektedir? Başka bir deyişle Siirtli esnaf Cemil Taşkesen’in söz konusu ifadelerinden hangi sonuçları çıkarmalıyız?
Bu sorunun cevabı olarak, hiç uzatmadan belirtmeliyiz ki, her yerde ve her zaman Kürt yurtseverliğinin tutumu böyle olmalıdır. Cemil Taşkesen, mevcut söz ve tutumuyla bize bunu göstermiş ve de öğretmiştir. Her Kürt insanı “Burası Kürdistan’dır, ben de Kürt’üm” demelidir demiştir.
Peki bu mümkün müdür? Evet mümkündür. Böyle söyleyebilmek uluslaşma düzeyini, yurtseverliği ve direngenliği gösterir.
Eğer herkes böyle söyleyemiyorsa, ülkesi Kürdistan’ın adını söylemekten ve kendi Kürtlüğünü ifade etmekten korkuyor ve çekiniyorsa, orada uluslaşmada ve yurtseverlikte zayıflık var demektir.
Bu durumun baskı, zulüm ve katliamla yaratıldığı da söylenebilir ve belli bir doğruluk payı da vardır. Fakat doğru olmasına rağmen, yurtseverlik açısından söz konusu tutumu kabul etmek ve mazur görmek mümkün değildir.
Dahası söz konusu tutum bir çözüm de üretmemektedir. Tersine faşist-soykırımcı baskı ve zulmün daha da artmasına yol açmakta, çözümsüzlüğü derinleştirip uzatmaktadır.
O halde Siirt olayından çıkartacağımız en önemli sonuç, tüm Kürtlerin Cemil Taşkesen gibi davranan birer yurtsever haline gelmesidir. Baskı ve zulüm ne düzeyde olursa olsun, ülkesi Kürdistan’ın adını ve kendi Kürtlüğünü ifade etmekten asla geri durmamasıdır.
Bu temelde asimilasyonun ve kültürel soykırımın önünü kapatmasıdır. TC Devletine hakim olan “Kürtlüğü Türkleştirme ve Türk ulusu içinde eritme” umut ve beklentisine hiçbir biçimde alet olmaması ve geçit vermemesidir.
İşte Kürt yurtseverliğinin ölçüsünü bu düzeye çıkartmamız gerekiyor. Örneğin böyle bir düzeye ulaşılsa ve herkes Kürtlüğüne güçlü bir biçimde sahip çıkarak her türlü asimilasyonun önünü kapatsa, o zaman kültürel soykırım planları boşa çıkar, soykırımcıların tüm umutları kırılır ve bu da Kürt sorununun çözümünü kolaylaştırır.
Öyle bir durumda soykırımcıların yapabilecekleri fazla bir şey kalmaz. Sadece tüm Kürtleri fiziki katliamdan geçirmek kalır ki, günümüz dünyasında ve bu kadar büyük nüfusa sahip bir halkı tümden fiziki katliama tabi tutmak da öyle kolay olmaz. Bu da Kürt sorununun demokratik çözümünü hızlandırır.
Dikkat edilirse, dıştan gelen işgalci ve soykırımcı saldırılara karşı Kürtler iki yüzyıldır direniyorlar. Söz konusu direnişlerde büyük acılar yaşadılar ve milyonlarca şehit verdiler.
Günümüzde de dört parça Kürdistan benzer bir direniş içinde. Her gün birçok yerde sert çatışmalar yaşanıyor ve gençler şehit veriliyor. Tüm bunlara rağmen, yine de Kürt sorununun çözümü gerçekleştirilemiyor. Neden?
Kuşkusuz bunun birinci nedeni, TC devletinin kültürel soykırımcı gerçeği ve bu temelde kapitalist modernite sisteminden destek almasıdır. Böyle bir soykırımcılık olmasaydı Kürt sorunu daha erken ve kolay çözülebilirdi.
Fakat söz konusu çözümsüzlüğün ikinci nedeni de Kürtlerin asimilasyona açık olması ve uluslaşmada zayıf bir konumu yaşamasıdır. Bu durum Kürtleri hep asimilasyona açık tutmakta ve bu da kültürel soykırımcılara hep umut verip beklenti yaratmaktadır.
Örneğin Kürtler kendilerini asimilasyona kapatsalar söz konusu soykırım umudu ve beklentisi kırılıp gider. Her Kürt her koşulda “Burası Kürdistan’dır, ben de Kürt’üm” dese, soykırımcıların yapabileceği bir şey kalmaz.
Örneğin hiçbir Kürt çocuğunu Türkçe eğitim veren okula göndermese, o zaman hem soykırımcı güçlerin yapabileceği bir şey kalmaz ve hem de Kürt sorununun çözümünün önü açılır.
Örneğin hiçbir Kürt genci Türk ordusuna asker olmasa, o zaman TC devleti Kürt halk iradesini kabul etmeye mecbur olur.
Dikkat edilirse, bütün bu yöntemler Kürt sorununu çözüme götürebilecek yöntemlerdir ve mevcut savaş gerçeğinden de fazlasıyla kolaydır.
Fakat Kürtler işte böyle bir yurtseverlik ve birlik tutumu içine girememektedirler. Öncelikle çözülmesi gereken asıl mesele de işte bu olmaktadır.
Kaynak: Yeni Özgür Politika