31 Mart yerel seçimleri üçüncü ayını dolduruyor. Üç ay önemli bir süre ve yeniden bir siyasi değerlendirme yapmayı gerektiriyor. Çünkü, çok bilinmeyen ve tahmin edilemeyen gelişmeler olmasa da değerlendirilmesi ve yeniden vurgulanması gereken olaylar var. Zaten birçok çevre de giderek daha fazla siyasi olayları anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyor. Bunların içinde önemli görüşler olduğu gibi, durumu bir kör döğüşüne dönüştürerek amaçtan koparan girişimler de var. Kuşkusuz biz ikinci türden olmayacağız ve yürütülen ciddi tartışmalara katılmaya ve mümkünse katkı sunmaya çalışacağız.
31 Mart yerel seçimlerinin önemli siyasi sonuçlar ortaya çıkardığını bir kez daha vurgulayarak konuya başlayalım. Seçim sonuçlarını önemli kılan hususlar şunlardı: AKP’nin bütün baskı ve hilesine rağmen Kürt halkı faşizme geçit vermemiş, Kürdistan’da demokratik siyaset yeniden zafer kazanmıştı. Seçimde AKP yenilmiş, birinci parti olma konumunu kaybetmiş ve iktidar olma meşruiyeti siyaseten ortadan kalkmıştı. Benzer durumlar önceki süreçtede yaşanmış olsa da AKP yönetimi ilk kez bu sonucu kabul etmek zorunda kalmıştı. Üçüncü olarak da CHP seçimi kazanmış, birinci parti haline gelmiş ve siyasi iktidar olmasının önü açılmıştı.
Söz konusu bu sonuçlara göre ilgili siyasi çevrelerin izleyeceği veya izlemeleri gereken siyasetler seçim ardından yoğunca tartışılmıştı. Kuşkusuz seçim sonuçlarının, kaybeden partilere ödeteceği şeyler olacaktı ve bunların başında da AKP geliyordu. AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, seçim ardından yaptığı ilk konuşmada, ‘Kürtlere ve demokratik güçlere yönelik saldırıları artırarak sürdüreceğini ve diğer çevrelerle ilişki içinde olacağını’ ifade ederek, üç aydır izlemekte olduğu politikayı kalın hatlarıyla çizmişti. Merak konusu olan, seçimi kazanan CHP’nin yeni yönetiminin izleyeceği politikalardı. Yine demokratik siyaset alanının etkinliğini ne kadar artırabileceğiydi. Bunlar üzerine birçok görüş ortaya kondu, değerlendirme ve tartışma yapıldı. Geçen sürecin en ilginç ve şaibeli partisi olan İyi Parti ise, zaten hemen seçim ardından dağılma sürecine girdi.
Şimdi seçim sonrası sürecin üçüncü ayını doldurmasının son haftasındayız. Bu süreçte ilgili siyasi çevreler çok yönlü çaba içinde oldular. Kuşkusuz en çok çaba harcayanlardan biri Tayyip Erdoğan oldu. Tayyip Erdoğan, bir yandan AKP’nin ve Cumhur İttifakı’nın birliğini korumak için yoğun çaba harcadı, bir yandan da CHP ile ilişkilenerek iktidarını sürdürmek ve kendini CHP nezdinde meşrulaştırmak için yoğun çaba harcadı. Bu çabalarında başarılı olabilmek için de “milliyetçilik ve teröre karşı mücadele” söylemlerini sürekli dillendirdi.
Peki Tayyip Erdoğan açısından sonuç nedir? Yoğun baskı, hile ve satın alma uygulaması temelinde AKP’nin ve Cumhur İttifakı’nın tümden dağılmasını geçen üç aylık süre içinde engellemiştir. Fakat AKP’nin içi derinden kaynayan bir kazanı andırmakta, AKP-MHP ilişkileri ise en krizli ve çekişmeli sürecini yaşamaktadır. Biraz da Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli kişiliklerinin kaderi nedeniyle ve onların çabası sonucunda şimdiye kadar ilişkilerin kopması engellenebilmiştir. Ancak hem AKP ve hem de Cumhur İttifakı için gelecek karanlıktır, her türlü olasılığın yaşanma ihtimali vardır.
Tayyip Erdoğan, geçen süreçte CHP politikasında önemli değişiklik yapmıştır. CHP yönetimiyle ağız dalaşı yerine, görüşme ve uzlaşma siyasetini benimsemiştir. Zaten iktidarda kalabilmesi için başka çaresi de yoktur. Bu siyaset yeni CHP yönetimi nezdinde de karşılık bulunca, Tayyip Erdoğan ve Özgür Özel arasında iki görüşme olmuş ve siyasette “Normalleşme”, “Yumuşama” tartışmaları başlamıştır. Yeni CHP yönetiminin neden böyle bir siyaset izlediği günümüzün en önemli siyasi tartışma konularından birisidir. Özgür Özel yönetimi bundan rahatsızlık duysa da bu konu tartışılmaya devam edecektir. Çünkü seçim kaybetmiş olan, içte ve dışta ciddi krizler yaşayan Tayyip Erdoğan yönetimini ayakta tutan CHP’nin bu siyaseti olmaktadır.
Kuşkusuz Türkiye’de demokrasi olsaydı, AKP ve Tayyip Erdoğan’da demokratlığın zerresi bulunsaydı, 31 Mart seçim sonuçlarının açıklanması ardından hemen hükümet istifa ederdi. Fakat Türkiye’de, AKP ve Tayyip Erdoğan’da bunlar yoktur ve bu biliniyor. Diğer yandan, yeni CHP yönetimi gerçekten hükümet olmak isteseydi, 31 Mart seçim sonuçlarının netleşmesi ardından Tayyip Erdoğan yönetimini istifaya çağırırdı ve geçen üç aylık süre içerisinde de esas politikasını bunun üzerine oturturdu. Fakat Özgür Özel yönetimi böyle yapmadı. Bunun yerine Tayyip Erdoğan’la görüşme ve AKP-MHP faşizmini meşrulaştırma yolunu seçti. Peki neden? Görünen o ki, CHP yönetimi faşizmle uzlaşma siyaseti izliyor, iktidarı parça parça almaya çalışıyor, iktidarı AKP ile fiilen paylaşıyor, belki de iç yapılanması ve sorunları nedeniyle hükümet olmaya kendini hazır görmüyor. Diğer yandan, demokratik çevrelere de göz kırpmaktan uzak durmuyor. Kısaca iki tarafı da idare eden bir siyaset izlemeye çalışıyor. Ama esas olarak faşizme hizmet ediyor, faşist TC yapılanmasının devam etmesi için çaba harcıyor.
O halde bir kez daha CHP gerçeğinin iyi tanınması gerekiyor. Halbuki koşullar ve imkânlar vardı, CHP yönetimi gerçekten AKP-MHP faşizmine karşı olsaydı, onların hükümetini yıkmak için aktif siyasi mücadele yürütürdü. Gerçekten genel demokrasi ilkelerini esas alsaydı, AKP-MHP faşizmine alternatif bir demokrasi programı ortaya koyar ve demokrasi güçleriyle ilişki ve ittifak halinde bu programı hayata geçirme mücadelesi yürütürdü. Bu konuda tüm demokratik güçler olumlu bir yaklaşım gösterdiler. Özellikle KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, Türkiye’yi yaşadığı tüm krizlerden çıkartacak ilkeler sundu ve CHP yönetimini tutumunu netleştirmeye çağırdı. KCK’nin bu tutumu ve çağrısı, Türkiye ve de CHP için çok önemli bir demokratikleşme ve sorunlarını çözme fırsatı veriyordu.
Ancak açığa çıktı ki, CHP gerçekten Türkiye’nin demokratikleşmesinden yana değil; tersine faşizmle uzlaşma ve Tayyip Erdoğan yönetiminin sürmesini sağlama çabası içindedir. Demokrasi güçlerine göz kırpmanın ötesinde herhangi bir ilişki ve ittifak arayışı içine girmemiştir. Hakkâri belediyesine kayyum atanmasına yönelik göstermelik bir karşı çıkıştan öteye aktif bir tutumu olmamıştır. Kürtler ve demokratik güçler üzerindeki faşist teröre karşı bir duruşu yoktur. Kürdistan’daki savaşın durdurulmasına yönelik herhangi bir tutum ortaya koymamıştır. İmralı’daki hukuksuzluğa ve zindanlardaki faşist zulme karşı çıkmamıştır. Kısaca ciddi bir demokrasi mücadelesi içine girmediği gibi, Tayyip Erdoğan yönetimini cilalama çalışmasından da uzak durmamıştır. Oluşturduğu ‘gölge kabine’, esas olarak hükümetten kaçışını maskelemek içindir. Artık CHP’nin bu tutumunu ve politikalarını teşhir etmenin zamanı gelmiştir.
Elbette demokratik siyasetin geçen üç yıllık performansının da çok yönlü değerlendirilmesi gerekir. Bu alanda belli bir mücadele yürütülse de çok ciddi zayıflığın ve yetersizliğin yaşandığı da açıktır. En başta, siyasi meşruiyetini kaybeden Tayyip Erdoğan yönetimini istifaya zorlama ve bu temelde CHP yönetim ve yapısını yönlendirmede zayıf ve yetersizdir. İkinci olarak, seçim sonuçlarının da ortaya koyduğu çerçevede geniş kitleler içine girme ve demokratik siyaset örgütlenmesini daha da büyütme çabası yetersizdir. Üçüncü olarak, topluma alternatif demokratik yönetim sunacak geniş bir demokrasi ittifakı oluşturma ve sağlamlaştırma çabaları yetersizdir. Son olarak da belli bir mücadele yürütülse de geniş kitleleri eyleme çekme ve faşizmi çöküşe götürecek eylemselliği geliştirme yetersizdir. Kuşkusuz Türkiye’nin geleceği için yapılacak en önemli şey, demokratik siyasetin tüm bu yetersizliklerini aşması ve her alanda doğru ve yeterli bir siyasi çalışma ve mücadele yürütmesidir. 31 Mart yerel seçim sonuçlarının bu konuda ortaya çıkardığı imkân ve fırsatlar devam etmekte ve değerlendirilmeyi beklemektedir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika