‘Covid 19’ ekonomisi-Cafer TAR

Ekonomik kriz denince aklımıza hemen 1929 yılında başlayan ve 1930'ların sonuna kadar etkisini artırarak devam ettiren birçok kitapta “büyük buhran” olarak da adlandırılan kapitalizmin en büyük felaketlerinden biri gelir.

1929 krizinden en çok kapitalist metropoller etkilenmişti. Talepte yaşanan daralma bir süre sonra fabrikaların kapanmasına neden olmuş, binlerce insan işsiz kalmıştı. Tarım ürünlerinin fiyatlarında yüzde elliden fazla düşüş yaşanmış, inşaat sektörü neredeyse durma noktasına gelmişti.

1929 krizinin yarattığı yıkım diğer krizlerin ortaya çıkardığı sonuçlarla karşılaştırılınca neden “Büyük Buhran” dendiğini daha iyi anlarız. Bu büyük felaket sonrasında 50 milyon insan işsiz kalmış, toplam üretim yüzde 42, dünya ticareti ise yüzde 65 oranında daralmıştır.

O yıllarda küresel ekonominin büyüklüğü bu kadar değildi; dünya ölçeğinde mal ve sermaye hareketleri bu boyutta yoğunluk kazanmamıştı, fakat buna rağmen daha sonra yaşanan hiçbir krizde dünya ticaretinde yaşanan daralma yüzde 7'yi aşmamıştır.

Konumuz esas olarak 1929 Büyük Buhranı olmadığı için; krizin nedenleri ve sonrasında krizden nasıl çıkıldığı konusuna girmiyorum; fakat hemen sonrasında bütün dünyayı çatışma bölgesine dönüştüren ve binlerce insanın ölümüne neden olan II. Dünya Savaşının bu büyük felaketin bir sonucu olduğunu söylersek sanırım çok yanılmış olmayız.

II. Dünya Savaşının muhakkak birçok başka nedeni de var, burada altını çizmek istediğim şey; bu türden büyük felaketler geride muhakkak derin hasarlar bırakıyorlar. Bu tarihsel donanıma sahip birçok insan daha şimdiden Covid-19 krizinin bütün dünyada ekonomik ve siyasal süreci derinden etkileyeceğini önceden ön görüyorlar.

İnsanlık ilk defa bir salgın hastalıkla karşılaşmıyor, tarih boyunca bunun gibi sayısız salgın hastalık yaşandı, örneğin 165 ve 180 yılları arasında yaşanan Antoninus Vebası sırasında beş milyon insanın hayatına mal oldu. Bu rakam o dönemki nüfusun neredeyse yüzde beşine denk düşmektedir.

Fakat modern zamanların en önemli salgın hastalığı “İspanyol Gribidir.” 1918-1920 yılları arasında yaşanan bu salgın bütün dünyada 500 milyondan daha fazla insana bulaşmış iki yıl içinde tam sayı bilinmemekle birlikte 50 ile 100 milyon arası insanın ölümüne sebep olmuştur.

Bu rakam o dönem dünya üzerinde yaşayan nüfusun yaklaşık yüzde 15'ine denk gelmektedir. Kriz birinci dünya savaşının son aylarına denk gelmiştir. Birçok tarihçi ortaya çıkan salgının cephedeki askerler arasında hızla yayılmasının savaşın bitirilmesinde önemli bir payı olduğunu söylemektedirler.

Salgından çok sonra toplu mezarlarda yapılan çalışmalar sonucunda bu salgının domuz gribi olarak da bilinen H1N1 virüsünden kaynaklandığı ortaya çıkmıştır. Bu virüs Covid-19'un aksine hasta ve yaşlılardan çok nüfusun çalışabilir yaşta olan genç ve sağlıklı kesimlerini etkilemiştir.

Yakın dönem insanlık tarihini derinden etkilemiş bu iki olayı Covid-19 salgını ile ortaya sosyo-ekonomik durumun daha kolay anlaşılabilmesi için özellikle yazmak istedim; çünkü İspanyol gribi bir yandan birinci dünya savaşının erken bitmesine neden olurken; diğer yandan da krizin ortaya çıkardığı yıkım 1929 krizine giden süreci hızlandırmıştır.

“1929 Ekonomik Buhranı” ve “İspanyol Gribi” bütün insanlığı derinden etkilemiş iki önemli olaydır. Biri diğerini tetiklemiş ve sonrasında bir dizi birbirini takip eden önemli siyasal ve ekonomik olaylara neden olmuşlardır.

Covid-19 salgını da İspanyol Gribi gibi bütün dünyada etkili oldu. Daha şimdiden yüz binden fazla insanın ölümüne yol açtı. Uzmanlar etkili bir aşı bulununcaya kadar Covid-19'a bağlı ölüm olaylarının birkaç yıl daha artarak devam edeceğini söylüyorlar...

Salgının ortaya çıktığı zaman da oldukça önemli olmaktadır. Dünyanın önemli ekonomilerinin uzun bir süredir durgunlukla boğuştuğu, büyüme oranlarının gerilediği; özellikle gelişmekte olan ülkelerin borçlarının yükseldiği ve geri ödemede zorluklar yaşadıkları bir dönemde Covid-19 krizi dünya ekonomisini büsbütün çıkmaza sokmuştur.

İspanyol Gribinin yaşadığı yıllarda dünya bu kadar iç içe geçmemiş ve üretim bu kadar küresel tedarik zincirleri ile örgütlenmiyordu. Bir ülkede yaşananlar başka bir ülkeyi ya hiç etkilemiyor ya da çok sonra etkili oluyordu. Fakat Covid-19 salgınında gördük ki; hepimiz birbirimize kuvvetle bağlanmış durumundayız. Çin’de Eylül ayında başlayan salgın daha aradan birkaç ay bile geçmeden bütün dünyayı etkisi altına aldı ve binlerce insanın ölümüne neden oldu.

Londra merkezli uluslararası yatırım danışmanlık firması TENEO'nun başkan yardımcısı Wolfango Piccoli bu krizin 2009'a benzemediğini belirterek “Şu anda salgın nedeniyle talep ve tedarik şoku yaşıyoruz, ayrıca 2009'dan farklı olarak anlamlı bir uluslararası iş birliği de yok. Yatırım için hiçbir yer güvenli değil” demektedir.

Ayrıca Uluslararası Finans Kurumu'nun (IIF) 12 Mart’taki Küresel Makro Görüş Raporu'na göre Covid-19, yabancı sermaye hareketlerinin durduğu bir döneme denk geldi ve küresel aktiviteyi keskin bir şekilde durduracak. Türkiye gibi gelişmekte olan kırılgan piyasalar ise söz konusu ani duruşun ön cephesinde yer alacaklar.

Kiel'de faaliyet gösteren Küresel Ekonomi Enstitüsü'nde ekonomist olarak çalışan Rolf Langhammer salgının ülkelerin ekonomilerini etkileme derecesini üç faktörün şekillendireceğini söylemektedir

1. Çok sayıda yatırımcı telaşlı bir şekilde gelişmekte olan ve yeni sanayileşen ülkelerin para birimlerinden ABD dolarına kaçtı. Sermayenin çok kısa bir süre içinde bu ülkeleri terk etmesi yerli para birimlerinin dolar karşısında hızla değer kaybetmesine neden oldu.

2. Birçok ülke milli gelirlerini daha çok yüksek hammadde fiyatı üzerinden hesaplıyordu. Hammadde fiyatlarının düşmesi bu ülke ekonomilerine çok büyük zarar verdi. Petrol üreticisi ülkeler, Brezilya ve Güney Afrika'yı bu ülkelere örnek gösterilebiliriz.

3. Çin'in talebinin düşmesi neredeyse bütün ülkelerin ekonomilerini olumsuz etkiledi.

Dünya ekonomisinin durgunluğa düşmesi açısından tek başına yeterince kötü iken üçünün aynı anda gerçekleşmesi işleri büsbütün zorlaştırmaktadır. Öte yandan turizmin gelir yaratmak açısından önemli olduğu Tayland, Türkiye gibi ülkeler Covid-19 salgınından daha fazla etkilenmektedirler; çünkü virüsün yaygınlaşmasını önlemek için getirilen seyahat yasakları turizmi neredeyse imkansız hale getirmiştir.

Almanya'da faaliyet gösteren Sparkasse'nin bir yan kuruluşu olan Deka Bank 2020 yılı için büyüme tahminlerini Asya için yüzde 5,3’ten yüzde 2,8'e, Latin Amerika için içinse yüzde 1'den yüzde eksi 1,7'ye düşürmüş bulunuyor. Covid-19 salgını başladıktan sonra birçok üçüncü dünya ülkesinin parası gibi Türk Lirası da dolar karşısında yüzde 20 değer kaybetti. Yine Meksika Pesosu ve Rus Rublesi dolar karşısında yüzde 20'ye yakın değer kaybettiler.

Gelişmiş sanayi ülkeleri salgından hemen sonra ekonomilerini ayakta tutabilmek için yardım paketleri hazırlarken, başta Türkiye olmak üzere birçok az gelişmiş ülke bunu yapamadı. Salgın öncesi ellerindeki kaynakları altından kalkamayacakları projelere aktardılar. Bunların birçoğu seçmenin gözünü boyamak ve kendi çevrelerine rant yaratmak için yapılmış ekonomik karşılığı fazla olmayan yatırımlardır.

Salgının başlamasından hemen sonra Almanya 750 milyar Euro değerinde bir kurtarma paketi açıkladı. Avrupa Birliği 37 milyar, Fransa 345 milyar, krizden en çok etkilenen İtalya ise her şeye rağmen 25 milyar euroluk paketler açıklarken, ABD 2 trilyon değerinde bir yardım paketini kabul etti. Bunun yanı sıra Çin 183 milyar, İngiltere 81 milyar, İsveç 50 milyar değerinde yardım paketleri açıkladılar...

Avrupa Birliği’nin en yoksul ve en borçlu ülkesi olan Bulgaristan bile salgından hemen sonra 2,36 milyar dolarlık bir paket açıklarken Uluslararası Para Fonu'nun resmi verilerine göre; Türkiye, Irak, Lübnan, Sri Lanka, Güney Afrika ve Senegal'le salgınla mücadele edebilmek için yardım kampanyası başlatan ülkeler arasında yer aldı. Erdoğan'ın güçlü Türkiye'si (!) böylece bu salgında bir kez daha açığa çıktı; Türkiye bir kez daha böylesine büyük bir felakette vatandaşlarını kendi kaderiyle başa başa bıraktı.

Salgının ortaya çıkaracağı sosyal ve ekonomik yıkımı çok önceden ön gören Almanya'nın Kalkınma Bakanı Gerd Müller Covid-19 salgını nedeniyle dünyanın en yoksul ülkelerinin borçlarının silinmesi çağrısında bulundu. Bu öneri başlangıçta bir rahatlama sağlasa da sonrasında yoksul ülkelerin krizin ortaya çıkardığı hasarı giderecek kaynak bulmalarına yardım etmeyecek. Çünkü bu ülkeler mali piyasaların belirlediği ölçülerle değil, siyasal etkinin daha fazla olduğu ekonomik örgütlerin para havuzuna bağımlıdırlar.

BM Genel Sekteri Antonio Guterres geçen hafta yaptığı bir açıklamada, salgın nedeniyle uluslararası toplumun "kendilerini koruyabilecek durumda olmayan milyonlarca insanın” imdadına yetişmesi gerektiğini söyledi. Covid-19'un "halihazırda çatışmaların, doğal afetlerin ve iklim değişikliğinin mağduru olan ülkelere” sıçramakta olduğunu kaydeden Genel Sekreter, dünya ülkelerine 2 milyar dolar değerinde insani yardımda bulunma çağrısı yaptı.

Çin'de ortaya çıktıktan sonra küresel ticarette daha aktif olan metropol ülkelerde aktifleşen salgın hızla; Hindistan, Türkiye, Brezilya ve Afrika'nın gibi yoksul ülkelere doğru yayılma eğilimi gösterdi. Bunun çok büyük ekonomik ve sosyal bir yıkıma neden olacağını ön gören uzmanlar Bileşmiş Milletler de dahil olmak üzere birçok uluslararası kurumu çok geç olmadan yardıma çağırmaktadırlar.

Bu ülkelerin birçoğunda insanların suya ve sabuna erişimlerinin sınırlı olduğunun ve hasta olmaları durumunda hastane yatağı ve solunum cihazlarına da erişebilecek durumda olmadıklarının altını çizmektedirler. Bu durumda eğer bütün insanlık birlikte hareket etmez ve sorumluluk üstlenmezse salgın bu ülkelerde milyonlarca insanın ölümüne neden olabilir.

Sosyal mesafe kurallarına uymanın neredeyse imkansız olduğu bu ülkelerde virüs çok daha hızlı yayılacak ve hastalığın tedavisi batının metropol ülkelerinden çok daha zor olacaktır. Bu durumu daha iyi anlayabilmek için Bangladeş örneğine bakabiliriz.

Bangladeş hükümeti sürekli sosyal mesafenin korunması çağrıları yapıyor; ancak kilometreye ortalama 47 bin 400 kişinin düştüğü Dakka kendinde bunu sağlamak mümkün mü? Üstelik 10 milyondan daha fazla nüfusa sahip olan Dakka'da ortalama konut büyüklüğünü de göz önüne alırsak ortaya çıkan tehlikenin büyüklüğü daha iyi anlaşılmış olur.

Birçok uzak doğu ülkesinde aktif devlet desteğinden yoksun milyonlarca insan hayatlarını sürdürebilmek için çalışmak zorundalar ve bu da virüsün yayılmasını hızlandıracaktır. Ayrıca bu ülkelerin birçoğunda insanların önemli bir kısmının küçük birbirine bitişik gecekondularda oturduğu göz önüne alınırsa durumun aciliyeti daha iyi anlaşılır.

Yine birçok Afrika ülkesinde durum diğer az gelişmiş ülkelerin durumundan daha iyi değildir. Covid-19 virüsünün sıcak iklimde yaşamayacağı düşünülüyordu. Fakat Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre en az 40 Afrika ülkesinde binlerce Covid-19 vakası kayıtlara geçti.

Bu ülkelerin aşırı derecede zayıf tıbbi alt yapılarının olduğu göz önüne alınırsa, bundan sonra salgının bu ülkelerde yaratacağı dehşeti kolaylıkla ön görebiliriz. Bu ülkelerin birçoğunda akan suya erişmek sadece bir hayaldir ve birçok insan zaten başka hastalıklardan mustarip ve ayrıca yetersiz besleniyor. Buradan bakınca bu ülkelerin her birinin birer saatli bomba haline geldiğini kolaylıkla tespit edebiliriz.

Türkiye'de de durumun farklı olduğu söylenemez; İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük metropol şehirlerin kenarlarında iç içe dairelerde kalabalık aileler halinde yaşayan insanlar göz önüne alınınca sosyal mesafe kurallarına uymanın zorluğunu hemen anlayabiliriz. Ayrıca birçok insan diğer üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi aktif devlet desteğinden yoksun olduğu için sosyal mesafe kurallarının işletilmesinin neredeyse imkansız olduğu ortamlarda çalışmak zorundalar. Bu durumu salgının hızla yayılmasına neden olmaktadır.

Sağlık bakanlığınca açıklanan en son verilere göre vaka sayısı 90 bin 980'e Covid-19 virüsünden kaynaklanan ölümler de 2140'a ulaşmış durumdadır. Ki bu rakamlar Türk Tabipler Birliği (TTB) tarafından şaibeli bulunmakta hem vaka sayısının hem de Covid-19'a bağlı ölümlerin açıklanan rakamların çok üzerinde olduğu iddia edilmektedir. TTB’ye göre, Türkiye vaka ve ölü sayısını DSÖ’nün kodlamasına göre kaydetmiyor.

Covid-19'un sebep olduğu insani kayıplar yanında ekonomik tahribat da çok önemlidir. IMF salgın sonrası yayınladığı raporda yaşanan durumu “büyük tecrit” olarak nitelemektedir. IMF Dünya ölçeğinde büyüme tahminini 2020 için yüzde 3,3'ten yüzde eksi 3'e revize etmiştir. IMF bu yıl ABD'nin yüzde 5,9 ve Euro Bölgesi'nin yüzde 7,5 daralacağını, Çin'in ise sadece yüzde 1,2 oranında büyüyebileceğini ön görmüştür.

Yine aynı IMF raporuna göre bu yıl Türkiye ekonomisi yüzde 5 daralacak ve işsizlik oranı 17,2'ye çıkacaktır. Buna göre ABD, Almanya, Japonya, Fransa, İngiltere, Kanada, Rusya, Brezilya, Meksika ve Suudi Arabistan ekonomileri resesyona girecek. İspanya, İsrail ve Yunanistan resesyonla deflasyon arası bir yerde olacak; Çin durgunluk yaşayacak, Türkiye ve İran ise slumpflasyona girecektir.

Slumpflasyon bir ekonominin enflasyon içinde küçülmesi anlamına gelmektedir. Bu bir ekonominin başına gelmiş en kötü şeylerden birisidir. Kamu kaynaklarını katma değer üreten yerlere yönlendirmek yerine yandaşa rant yaratma projelerini öne çıkaran Erdoğan rejimi ülkeyi uçurumdan yuvarlamıştır.

Türkiye'nin durumu hiç parlak gözükmemektedir. Türkiye Covid-19 salgının neden olduğu ekonomik ve sosyal krize tarihinin en beceriksiz hükümeti döneminde, muazzam yüksek dış borçla, iç dinamizmini önemli ölçüde yitirmiş bir ekonomi ve yüksek işsizlik oranları ile yakalanmıştır.

Slumpflasyon dönemleri; hem fiyatların sürekli ve düzenli olarak arttığı hem de her geçen gün daha fazla insanın işsiz kaldığı bir duruma denk düşer. Bu açıdan baktığımızda Türkiye'de ülke nüfusunun önemli bir çoğunluğunu oluşturan yoksul insanları zor bir dönemin beklediğini kolaylıkla ön görebiliriz.

Covid-19 virüsü önceden ön görülemeyen bir doğa felaketi olarak değerlendirilebilir; fakat durumun bu kadar vahim olmasının birinci elden sorumlusu Erdoğan rejimidir; dolayısıyla bu durumdan çıkış için ilk yapılması gereken de bir an önce halklarımıza yoksulluk ve savaştan başka bir şey vaat etmeyen bu rejimden kurtulmak olmalıdır.