Tayyip Erdoğan yönetimi altında Hakan Fidan tarafından planlanıp uygulanan 9 Ocak 2013 Paris katliamının on ikinci yılına giriyoruz. Aynı kişilerden kaynaklı katliam ve provokasyonlar devam ediyor. Bunun son örneği, 3 Ocak tarihinde İran’ın Kirman kentinde General Kasım Süleymani’nin türbesini ziyaret eden halka dönük gerçekleştirilen DAİŞ imzalı katliam oluyor. Bazı istihbarat örgütleri kirli ve sözde gizli işlerini DAİŞ adıyla yapmayı sürdürüyor.
Tuhaf bir his olmalı, 3 Ocak günü saat beş civarı Kasım Süleymani’nin türbesini ziyaret edenlere dönük iki patlamayla katliam yapıldığını duyunca, içimden hemen 10 Ekim 2015 tarihli Ankara-Gar katliamı geldi ve yanımdakilere bir anda “DAİŞ yapmıştır” deyiverdim. Bunu böyle söylerken, olaya dair herhangi bir açıklama ortada yoktu. İran devleti adına hiçbir açıklama yapılmamıştı. Sadece Türkiye’de tek ağızdan konuşan resmi basın çevreleri, tüm güçleriyle söz konusu katliam saldırısının arkasında İsrail olduğunu beyinlere pompalamaya çalışıyordu.
Kuşkusuz Ortadoğu’daki siyasi süreç çok karmaşıktı. İki gün sonra İran Cumhurbaşkanı Reisi resmi ziyaret için Türkiye’ye gidecekti. Daha önce bir sefer bazı nedenlerle gidememiş, ziyaret ertelenmişti. AKP yardakçısı basın bunu öne çıkartıyor, İran-Türkiye ilişkilerinin engellenme çabalarından söz ediyordu. Ancak esas amacı İran-İsrail savaşı çıkartmaktı, Gazze’de yaşanan savaşa İran’ı da dahil etmekti, böylece savaşı Ortadoğu çapında daha da yaygın hale getirmek ve bu temelde Hamas’ı kurtarmaya çalışmaktı. Tüm güçleriyle böyle bir savaşı tahrik ediyor, açıkça savaş kışkırtıcılığı yapıyorlardı.
Bunların üzerimde etkisi olsa da, ben öncelikle katliam saldırısının yapılış biçimine odaklanmıştım. Çünkü hedef sivil topluluktu, peş peşe iki patlama olmuştu. Hemen aklıma Ankara-Gar katliamı geldi. Basını izleyenler, ‘paketler patlamış, insanlar değil’ dediler. Öyle de olsa hislerim değişmedi. Çünkü neredeyse ölü ve yaralı sayıları da Gar katliamında yaşananlara benzer düzeydeydi. Ben yine de ısrar ettim, “Sonunda bu saldırıyı DAİŞ üslenecek” dedim. Çünkü çok farklı nedenlerle AKP basınının belirttiği gibi olamazdı. Bazı çıkarların uzlaşmasıyla da DAİŞ harekete geçiriliyordu. Yaşadığımız ortamda böyle çıkar ortaklaşmaları olabilirdi. Nitekim sonuçta saldırıyı DAİŞ üslendi. Fakat böyle de olsa bazı çevrelerin olayı çarpıtma girişimleri devam etti ve de ediyor.
Tabii 2015 yılında yaşadığımız Suruç, Amed, Gar katliamlarının DAİŞ tarafından yapıldığı ilan edildi. Fakat bizler çok iyi biliyoruz ki, bunların hepsini başında Hakan Fidan’ın bulunduğu MİT yaptı veya yaptırdı. Böyle katliamlar yaptırabilmek için, Hakan Fidan DAİŞ içinde MİT örgütlenmesi gerçekleştirmişti. Bu örgütlenmeyi en fazla da Kürt soykırım savaşında kullanıyordu. 9 Ocak 2013 Paris katliamı benzer bir olaydı. Daha sonra 23 Aralık 2022 tarihinde de yine Paris’te benzer bir katliam yaptırıldı. 9 Ocak’ta üç Kürt kadın devrimci Sara, Rojbin ve Ronahi katledildi. 23 Aralık’ta ise, Evîn Goyi, Mir Perwer ve Abdurrahman Kızıl katledildi.
Bunlar AKP’nin yurtdışındaki katliamlarıydı. AKP’nin ülke içindeki katliamları kuşkusuz çok daha fazlaydı. 28 Aralık 2011’de Roboskî katliamı yaşanmıştı. 2016 yılının ocak ayında Silopi, Cizre ve Sur gibi alanlarda katliamlar bodrumlarda insanların yakılması biçiminde sürmüştü. Silopi’de yine üç Kürt kadın devrimci Sevê, Fatma ve Pakize katledilmişlerdi. Bunlara Medya Savunma Alanları’ndaki katliamlar da eklenirse her şey zirve yapar. Belli ki AKP Yönetimi altında TC katliamları zirve yapmıştır. Çünkü siyaset darbe mekaniği tarafından belirlenir hale gelmiştir.
Elbette TC’nin katliamcı gerçeği sadece AKP’ye bağlı değildir. Daha kuruluşundan itibaren böyle bir komplo ve katliam siyasetini esas almıştır. Çerkez Ethem’den kurtuluş savaşını veren paşaların tasfiyesine, Amed’ten Dersim ve Zilan’a kadar tarih katliamlarla örülmüştür. Kuşkusuz bunun esas nedeni soykırımcı zihniyet ve siyasettir. Ermeni, Süryani ve Rum soykırımlarıyla başlayan bu tarihsel süreç, yüz yılı aşkın süredir Kürt soykırımı olarak devam etmiştir. Kürtler üzerindeki soykırımda odaklanan bu soykırımcı zihniyet ve siyaset değişmedikçe Türkiye’de komplo, provokasyon ve katliamların sonu gelmez. Çünkü Türkiye demokratikleşemez, soykırımcı zihniyet ve siyasetten kurtulamaz. Bu zihniyet ve siyaset de sadece komplo, provokasyon ve katliam üretir. AKP basınının hep bir ağızdan Kirman’daki DAİŞ saldırısını İsrail’e bağlamasının altında da Kürt düşmanı zihniyet ve siyaset vardır. Bu temelde İran’ı İsrail ve benzer güçlerle çatışmalı konuma getirerek, PKK öncülüğündeki Kürtlere karşı İran ile yeni ittifaklar yapabilmek amaçlanmaktadır.
Bununla bağlantılı diğer bir neden, Tayyip Erdoğan Yönetiminin Gazze’de içine düştüğü çıkmazdan kurtuluş arayışlarıdır. Hamas’ı saldırtarak Hindistan’dan Avrupa’ya açılacağı ilan edilen yeni enerji ve ticaret yolunu sabote edebilmeyi umut eden Tayyip Erdoğan, elindeki Hamas’ı da kaybetme tehlikesiyle yüz yüze gelince tam bir çıkmaz ve panik içine girdi. Bu durumu değiştirebilmek için elindeki tüm kozları oyuna sürüyor, tüm gücünü harcıyor. Tabii bu doğrultuda her türlü komplo, provokasyon ve oyuna da başvuruyor.
Tayyip Erdoğan yönetiminin bu doğrultudaki en büyük çabası İran’ı Gazze savaşı içine aktif olarak çekebilmektir. Bunun için şimdiye kadar her yola başvurduğu söylenebilir. Böyle yapabilirse İsrail karşıtı cephenin genişleyip güçleneceğini ve bunun da Hamas’ı kurtaracak ve enerji yolunu sabote edecek sonuçlar vereceğini hesap etmektedir. Nitekim 3 Ocak Kirman katliamı üzerine AKP basınının gösterdiği çaba hep bu yönlü olmuştur. Burada denebilir ki, yaşanan bir olaydan kendi çıkarı doğrultusunda yararlanmanın eleştirilecek bir yanı olamaz. Ancak böyle bir olay yüz kişinin öldüğü ve yüzlercesinin yaralandığı bir katliam olayı ise, işte o zaman bu genel kural geçerli olmaz. Dahası, ‘böyle bir yararlanma amacıyla söz konusu katliamı sen mi yaptın?’ diye insana sorabilirler.
Şimdi Tayyip Erdoğan ile Hakan Fidan’ın yönettiği Türkiye’ye böyle bir soruyu sorma hakkımız vardır. Hele saldırgan bir de DAİŞ olunca, o zaman böyle bir soruyu daha kuvvetli bir biçimde sorabiliriz. Çünkü Suruç ve Gar katliamları gibi örnekler elimizde vardır. DAİŞ’e en büyük desteği AKP Yönetimi vermektedir. Ebubekir Bağdadi Türkiye sınırında ve denetimi altındaki topraklarda gizlenip yaşamıştır. Böyle bir saldırı ile Tayyip Erdoğan yönetimi İran’ı korkutup zayıflatmak, İsrail ile aktif savaşır hale getirmek, PKK’ye karşı İran’ı daha aktif işbirliğine çekmek, İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin Türkiye ziyaretini bu temelde değerlendirmek istemiş olabilir. Dahası Ermenistan ile anlaşarak Zengezor Boğazı’nı Türkiye’ye kapatan İran’a bir ders vermeyi hesaplamış da olabilir.
Dikkat çeken bir ayrıntı da İran Devrim Muhafızları generali Kasım Süleymani’nin türbesinde böyle bir katliamın yapılmış olmasıdır. Denebilir ki, kitleler orada toplanmıştı ve böyle bir saldırı için kolaylıklar orada vardı. Evet söz konusu saldırının bir yönü böyle olabilir. Fakat Kasım Süleymani’nin de İran’ın Ortadoğu politikasında çok önemli bir yerinin olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Türbeyi ziyaret eden kitlelere saldırı, bir anlamda Kasım Süleymani’ye yapılan bir saldırı olarak görülebilir. Bu da herhalde “savaşı tüm Ortadoğu’ya yay, Kasım Süleymani gibi Ortadoğu’da savaş” mesajını içinde taşıyordur. Bu yönüyle de savaşı tüm Ortadoğu’ya yaymaya çalışan AKP-MHP politikalarıyla söz konusu saldırının mesajı uyuşmaktadır. Sanki İran’a, “mevcut uzlaşmalardan vazgeç, Ortadoğu genelinde savaş” demek için söz konusu saldırı yapılmıştır. Ancak İran yönetimi bu mesajlara ne der, AKP-MHP yönetiminin yönlendirme ve Kürt karşıtı uzlaşma çabalarına evet der mi, bilemeyiz. Bunları da önümüzdeki yakın süreçte göreceğiz.
Kaynak: Yeni Özgür Politika