Olayların kendi özgünlüğünde ve birbiriyle bağ içindeki analizini niçin yaparız? Çok açık ki, onlardan ne yapacağımız gerektiği ve bunları nasıl yapacağımız hususlarında sonuç çıkarmak için. Çünkü söz konusu değerlendirmeler bize bilinç kazandırır, mevcut durumu anlama ve geleceği öngörmemizi sağlar. Yani neyi, nasıl yapmamız gerektiği konusunda bizi bilinçlendirir. Durumun vahametini ve olumluluklarını görmemize yol açar.
Peki böyle bir durumda ne yaparız? Çok açık ki, durum vahimse anında tepki gösteririz; çok vahimse çok tepki, az vahimse az tepki gösteririz. Olumsuz durumu değiştirmek için mücadele ederiz. Olumlulukları da doğru anlayıp böylesi bir mücadelede başarılı olmak için kullanırız. Vahamet karşısında tepki veremeyen ve olumsuzluklar karşısında mücadele edemeyen bu dünyada yaşama gücü gösteremez. Aslında yaşama hakkı olmaz da denebilir. Bu dünyada yaşama hakkına sahip olmak, olaylar karşısında tepki gösterme ve mücadele etme gücüne bağlıdır.
Şimdi bu belirlemeler temelinde yaşadığımız güncel olaylara bakarsak, çoğunlukla sınıfta kaldığımızı görürüz. Örneğin çete başı Sedat Peker’in anlattıklarının Türkiye toplumu açısından vahim olmadığını, hem de çok vahim olmadığını hiç kimse söyleyemez. Çünkü alenen işlenmiş cinayetlerden ve bu cinayetleri işleyen katillerden söz ediyor. Devlet adına nasıl Kürt düşmanlığı yapıldığını belirtiyor. Devlet imkânları kullanılarak nasıl uyuşturucu ticareti yapıldığını ortaya koyuyor. Devletin faşist mafya çeteleri tarafından nasıl parsellenmiş olduğunu gösteriyor. Ve daha neler, neler!
Peki bütün bunlar karşısında yeterli tepki gösteriliyor mu? Hayır; gösterilen tepkiyi yeterli görmek mümkün değildir. Sınırlı bazı açıklama ve makale yayınlamaktan öteye yeterli, ciddi ve durumu değiştirici bir tepki ortada yok. Eğer bu düzeyde kalırsa, devlet çeteciliğinin yaptıkları karşısında gösterilen tutumlar bir tür sızlanma düzeyini aşmadı denebilir. Çünkü ortada etkili ve bütünlüklü bir tutum yok. Sokakları dolduran bir hareket yok. Tek gündem olarak bu durumun ve bunu yaratanların üzerine gitme yok. Tepki böyle zayıf kalınca da bütün bunların yaratılmasının baş sorumlusu olan Tayyip Erdoğan TV ekranlarına çıkıp “Yeni anayasa” demogojisi yaparak gündem saptırmaya çalışabiliyor. Yaptığı bu çeteciliği anayasal yapıya kavuşturacağını söyleyebiliyor. Böylece Kürtlüğün her şeyini “anayasal suç” sayarak saldıracağını ortaya koyabiliyor.
Halbuki Sedat Peker’in anlattıkları karşısında büyük bir tepki olmalıydı, hem de çok büyük ve şiddetli bir tepki ortaya konmalıydı. Bu temelde AKP-MHP faşizmine karşı her alandaki mücadele çok daha fazla büyütülmeli ve güçlü yürütülmeliydi. Çünkü Sedat Peker’in anlattıkları kesinlikle bunu gerektiriyordu. Ülkesi ve toplumuyla Türkiye’nin imkânlarının faşist çeteler tarafından paylaşıldığını ortaya koyuyordu. Türkiye’nin bugününün nasıl tüketildiğini ve geleceğinin nasıl karartıldığını gösteriyordu. Peki Türkiye toplumu, işçi ve emekçileri, kadın ve gençleri buna tepki göstermeyecek de başka neye tepki gösterecekti? Bu duruma karşı mücadele etmeyecek de başka neyle mücadele edecekti?
Benzer bir durumu AKP-MHP faşizminin Güney Kürdistan’a yönelik geliştirdiği işgal karşısında gösterilen tepkiler açısından da söyleyebiliriz. Çünkü en son halkası Metîna, Zap ve Avaşîn işgali olan TC saldırılarının Kürtler açısından vahim olmadığını hiç kimse söyleyemez. Aslında yaşananlar vahimin de ötesindedir. Tayyip Erdoğan Yönetimi, Kürt Özgürlük Hareketini Kuzey Kürdistan’da bitirdiğini, Kürdistan’ın diğer parçalarında da bitirerek Kürtlüğü yok edeceğini açıkça söylemektedir. Her ne kadar Mesrur Barzani ve benzerleri “TC’nin sorunu Kürtlerle değil, PKK’yledir” dese de, işgalci çete başı Tayyip Erdoğan, Mesrur Barzani’yi tekzip edercesine “Bütün Kürtlüğü bitireceğim” demektedir.
Çok açık ki, Tayyip Erdoğan’ın bu sözleri yoruma veya tercümeye gerek bırakmayacak kadar açıktır. Tayyip Erdoğan açık bir biçimde Kürtlüğü bitireceğini söylemektedir. Çünkü Kürtlüğü PKK ile, PKK’yi de terörle özdeşleştirerek, “terörü bitireceğim” diyerek esasta Kürtlüğü bitirmek istediğini ortaya koymaktadır. Bu temelde Kuzey Kürdistan’da yapmadığı katliam ve vahşet kalmamıştır. Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê’yi işgal etmiştir. Heftanîn’den Xakurkê’ye kadar Medya Savunma Alanlarını işgal etmiştir. Rojava ve Başûr’u işgal etmek istediğini BM kürsüsünden açıkça söylemiştir. Her gün Rojava, Şengal ve Başûr’a saldırmakta ve buraları tehdit etmektedir. Şimdi Maxmûr Kampına yönelik saldırı hazırlığında olduğunu açıkça belirtmektedir. İşgal ettiği yerlerde Kürtlük adına ne varsa hepsini yok etmektedir. Doğayı, yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarını talan etmektedir. Ve daha neler, neler!..
Peki tüm bunlar karşısında Kürtlerin gösterdiği tepki yeterli midir? Hayır; buna karşı gerilla kahramanca savaşıp Kürtlerin bir kısmı önemli bir tepki gösterse de, hem bunlar yeterli olmamakta ve hem de söz konusu tepki herkesi içine almamaktadır. Mevcut durum açıkça gösteriyor ki tepki az, mücadele zayıftır. Dahası başta KDP olmak üzere benzer bazı güçler, bu işgalden dolayı işgalci AKP-MHP’yi değil, tersine işgale karşı direnen PKK’yi suçlamaktadır. Her fırsatta TC işgalciliğine destek vermektedir. Hewlêr ve Bağdat Yönetimleri sanki Güney Kürdistan’ı veya en azından bir bölümünü TC’ye satmış gibidir. Belli ki buraların yağma ve talanından elde edilenler bu güçler arasında paylaşılmaktadır.
AKP-MHP faşizminin, Hewlêr ve Bağdat Yönetimlerinin tutumu böyleyken, Kürdistan’ın cennet gibi en güzel toprak parçaları TC tarafından işgal edilirken, buraların yönetimi olduğunu söyleyenlerin esasta bu toprakları TC’ye sattığı giderek netleşirken, peki tüm bunlara karşı başta Güney Kürdistan halkı olmak üzere tüm Kürtlerin tepkisine “Yeterlidir” denebilir mi? Denemeyeceği açıktır. Çünkü TC’nin mevcut işgal saldırıları Kürtlerin sadece bugününü değil, geçmişini ve geleceğini, her şeyini yok etmeyi, tarihten silmeyi, kökünü kazımayı hedeflemektedir. Dünyanın gözü önünde alenen soykırım uygulamaktadır.
İşte durum Kürtler açısından bu denli vahimdir. Peki böyle bir vahamet karşısında Kürtler tepki göstermeyecek ve mücadele etmeyecek de başka ne zaman edecektir? Demek ki ortada gerçekten çok ciddi bir gaflet durumu yaşanmaktadır. Böyle bir ortamda soykırımcı işgalden yana olanların durumunu ise gaflet ve ihanet de ifade etmemektedir, onların durumu ihanetin de ötesine geçmiştir. Herhalde tarihin lanetlileri arasında anılacaklardır.
Mevcut durum gösteriyor ki, yaşanan olaylara ilişkin yapılan analizler doğru ve yeterli olmamaktadır. Olaylara ilişkin konuşulan ve yazılanlar, yapılan durum değerlendirmeleri neleri, nasıl yapmamız gerektiğini yeterince ortaya koymamaktadır; bilinci ve öfkeyi artırıp yeterli bir tepki ve mücadele ortaya çıkarmamaktadır. Her alandaki mevcut tepkiler az, mücadeleler zayıftır. O halde daha çok tepki ve daha güçlü mücadele gereklidir. En azından Sudan’da, Mısır’da Arap toplumunun gösterdiği tepki ve mücadele düzeyine ulaşmak gerekir.
Kuşkusuz bu belirttiklerimiz hiç tepki gösterilmediği ve mücadele edilmediği anlamına gelmemektedir. Yanlış anlamamak gereklidir. Elbette önemli ve çok değerli tepkiler ve mücadeleler de vardır. Ancak bütün bunlar, yaşanan olayların vahametini tam karşılamamaktadır. Çeteleşmiş ve işgalci AKP-MHP faşizminden yaptıklarının hesabını yeterince sormamaktadır. Oysa faşist-soykırımcılıktan her türlü hesabı soran ve AKP-MHP faşizmini tarihe gömen bir tepki ve mücadele düzeyine ihtiyaç vardır. Elbette bu düzey tutturulamaz değildir. Ama bunun için doğru bir analiz, yeterli bir birlik ve kararlı, yaratıcı bir pratik gerekir. Tüm devrimci ve demokratik güçlerin arayışı bu yönde olmalıdır.
Kaynak: Yeni Özgür Politika