Hatırlanacaktır, 7 Haziran 2015 genel seçimleri öncesinde demokratik siyaset alanının parti (HDP) olarak değil de o zamana kadar olduğu gibi bağımsız adaylar şeklinde girmesi için AKP elinden gelen her şeyi yapmıştı. Hatta HDP’nin parti olarak seçime girmesini uluslararası güçlerin bir komplosu olarak değerlendirmişti. Çünkü AKP, Türkiye demokratik ulusunun partisi olan HDP’nin parti olarak seçime girmesini, kendi iktidarının sonu olarak görüyordu. Nitekim öyle de oldu. 7 Haziran seçim sonuçları AKP’yi iktidardan düşürdü. Tekçi ulus-devlet halinde kurulan ve o güne kadar gelen TC’nin kimyasını çoklu demokratik ulus zihniyeti temelinde bozan seçim sonuçları, Türkiye’de yeni ittifakların oluşmasına neden oldu. AKP-MHP- Ergenekon ittifakı bu seçim sonuçlarına dayalı olarak gelişti. O gün bugündür TC darbe ile yönetilmektedir. O günden bugüne yapılan tüm genel seçimler göstermeliktir ve yönetim gasbının tescili anlamındadır.
AKP-MHP-Ergenekon ittifakının kurulması, başkanlık sistemine geçilmesi, ittifakın sürdürülmesi esas olarak yüz yıllık ulus-devletin demokratik cumhuriyete dönüşmemesi içindir. Demokratik cumhuriyet ise cumhuriyet tarihi boyunca soykırıma uğratılan halkların; ezilen kimliklerin, inançların, toplumsal kesimlerin, kadınların, devrimci-demokratların demokratik ulus zihniyeti temelinde bir araya gelmesiyle mümkün olacaktır. Diğer bir deyişle HDK-HDP, DTK-DBP’yi yaratan paradigmanın başarılı olmasıyla mümkün olacaktır. 7 Haziran ile birlikte Türkiye ve Kurdistan halklarının nasıl bir araya geldiğini, soykırıma uğratılan tüm farklılıkların bu paradigmada nasıl birleştiğini gören faşist soykırımcı rejim, bu paradigmanın başarılı olmaması için oldukça dikkatli ve tetiktedir.
Bu kapsamda son seçimlerde HDP’nin hedefine ulaşmamasını fırsata çevirerek değişik kişi ve çevrelerin diliyle ulus-devletin panzehiri olan demokratik ulus zihniyetine ve onun bedenleşmelerine saldırılmaktadır. Ama bunu Türk milliyetçiliği adına yapmanın verimsizliğini gördüğünden ‘Kürt kökenli’ olarak gördükleri üzerinden yapmaya çalışmaktadır.
Kürt halkı adına demokratik ulus çizgisine saldırmak üzere kimilerini konuşturmaktadır. Bu kesimler güya HDP’yi yeterince Kürt görmüyorlarmış. Demokratik ulus çizgisinin Kürt’e kazandırmadığını, milliyetçilikle Kürt halkının daha fazla kazanacağını söylüyormuş.
Dikkatlice bakıldığında bu çevrelerin geçimlerini PKK’ye, Kürt Özgürlük Hareketi’ne saldırarak sağladıkları rahatlıkla görülebilir. Milliyetçi olduğunu söyleyen bu kesimler görünürde HDP’den hatta Kürt Özgürlük Hareketi’nden daha radikal şeyler istiyorlar, ama her nedense ne zindana giriyorlar ne vuruluyorlar ne de bedel ödüyorlar. Yani devlet Kürtler adına kendisinden bu kadar çok isteyen kesimlere hiçbir şey yapmazken, güya daha az şey isteyenlerin kökünü kazımak için seferber oluyor. İlginç ve tuhaf bir denklem. Madem sen Kürt halkı için bu kadar çok şey istiyorsun, peki, Kurdistan’ı sömürgeleştirmiş, soykırım politikalarının alanı haline getirmiş olan TC’ye karşı ne yapıyorsun? Kürt’ün varlığını bile inkar eden bu soykırım rejiminin Kürt’e hiçbir şey veremeyeceği açık olduğuna göre, Kürt için istediklerini nasıl elde edeceksin? Bunun için ne yapacaksın? Kürt Özgürlük Hareketi’ne saldırmaktan başka Kürt halkının önüne hangi programla çıkacaksın?
Açık ki ortada Kürtlük adına çok büyük bir sahtekarlık, kendini satmışlık, işbirlikçilik ve ulusal duyguların istismarı vardır. Bu kesimler sadece ve sadece Kürt kanı üzerinden yaşamlarını sürdüren kan emicilerdir.
Kurdistan’da diğer yerlerdeki gibi milliyetçi falan çıkmaz. Kurdistan’da Kürt Özgürlük Hareketi yürüttüğü mücadele ve yarattığı değerlerle yurtseverlik çizgisini halkların birlikte kurtuluşu temelinde geliştirmiş ve hakim kılmıştır. Bu açıdan karşımızda milliyetçi değil, milliyetçilik adına özgürlükçü yurtsever çizgiye soykırımcı rejime yaltaklanmak için saldıran görevliler vardır.
Açık ki Kürtler yaşadıkları varlık ve özgürlük sorunlarını ancak birlikte yaşadığı halklarla yürütecekleri ortak mücadele ve kurtuluşla çözebilir. Rojava ve Bakur mücadele deneyimi bu çizginin ne kadar gerekli ve başarılı olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Diğeri kazandırmaz, Başur’a bakıp başarılı olunduğu sanılmasın. Başur halkı alabildiğine umutsuzdur, ülkesini terk eden terk edenedir. Barzanilerin temsil ettiği Başur yönetimi verilen mücadeleye ihanet etmiş, Kurdistan’ın tüm imkanlarını başta soykırımcı rejim olmak üzere herkese pazarlamaktadır. Dahası o da varlığını Kürt Özgürlük Hareketi’ne düşmanlık yapabilme ve Kurdistan’ı satma kapasitesine borçludur. Kürtlük adına en iradesiz, teslimiyetçi yönetimi temsil etmektedir. Nitekim Kerkük başta olmak üzere Başur’un yüzde 45’ni nasıl da tek bir mermi atmadan bıraktığını, Şengal’i ne hale getirdiğini, DAİŞ saldırdığında Hewler’i bile bırakıp kaçtığını tüm dünya bilmektedir. Kürt milliyetçisi diye övülen bu yönetim, mevcut durumda başta Bakur ve Rojava olmak üzere tüm Kurdistan’ın düşmanı haline gelmiş, soykırımcı rejimin kendisine verdiği görevleri yapmaktadır. Zaten dikkatlice bakıldığında Bakur’da söz konusu saldırıları milliyetçilik adına yapanların da bu işbirlikçi, ihanetçi çizginin bir uzantısı olduğu görülür.
Kaynak: Yeni Özgür Politika