Bir soruna doğru ve uygulanabilir çözüm yolları bulabilmek için, önce sorunu doğru ve yeterli anlamak ve bu temelde tanımlayabilmek gerekir. Peki bu formülü günümüz Kürdistan’ına nasıl uygulayabiliriz?
Açık ki çözüm aranan sorun Kürt siyaseti içindeki durumdur. Kürt siyasetindeki gerginlik ve iç savaş ihtimalidir. Kürt siyasetinin demokratik birlikten yoksun olmasıdır. Daha somut olarak, KDP-PKK arasındaki gerginlik ve savaş ihtimalidir. KDP’nin Zînî Wertê’ye askeri güç konumlandırmasıyla başlayan ve en son 5 Haziran’da Metîna sırtına güç çıkarma yönelimi ve bu sırada yaşanan olayın yarattığı durumdur.
Doğru veya yanlış, TC dışında bu sorunu dile getiren herkes çatışmanın olmamasını, gerginliğin sona ermesini, dahası Kürt siyasetinin ulusal-demokratik birlik oluşturmasını istemektedir. Kuşkusuz bunları gerçekten isteyenler de vardır, öyle görünmeye çalışanlar da vardır. Ancak görüntüde de olsa bu noktada genel bir birliğin olduğu söylenebilir.
Peki söz konusu bu çözüm yolunu gerçekleştirmek için neler yapılmaktadır? Çok açık ki en yoğun ve genel planda yapılan kamuoyuna açıklama olmaktadır. Peki bu açıklamada neler ifade edilmektedir? Yine açık ki, en çok kullanılan ifade “Tarafları sağduyulu olmaya ve gerginliği gidermeye çağırıyoruz” olmaktadır. Yani KDP ile PKK aynı konumda görülmekte, mevcut durumdan birlikte sorumlu tutulmakta ve en çok kullanılan bir ifade ile “Taraf değiliz” anlamında her iki parti de eşit düzeyde çözüm bulmaya çağrılmaktadır.
Peki söz konusu bu çağrıların pratikte ortaya çıkardığı bir sonuç var mıdır? Yoktur. Aylardır, hatta yıllardır söz konusu çağrı yapılmasına rağmen, herhangi bir çözüm ortaya çıkmamaktadır. Tersine bu durum KDP saldırganlığını daha da artırmaktadır. Ne yapsa da PKK ile eşit tutulmakta olduğunu gören KDP Yönetimi, bu duruma yol açan tehlikeli ilişkilerini ve saldırgan tutumunu daha da geliştirmektedir.
Açıkça görülüyor ki, bu kadar yoğun çağrıya rağmen, sorun ortaya doğru konmadığı için, öngörülen çözüm yöntemleri de herhangi bir sonuç vermemektedir. Yoksa Kürt partileri arasında gerginlik ve savaş olmasını istememek, tersine ulusal-demokratik birliğin gerçekleşmesini istemek bir ulusal toplum açısından çok iyi bir şeydir ve normalde gerçekleşmesi gerekir. Böyle bir sonuç ortaya çıkmadığına göre, o halde sorun ortaya doğru konmamaktadır.
Peki yanlış nerededir ve sorunun ortaya doğru konuşu nasıldır? Çok açık ki, yanlış her iki partiyi de eşit görmekte ve yaşananlardan aynı derecede sorumlu görerek ikisine de birlikte çözüm bulma çağrısı yapmaktadır. Oysa sorun denen mevcut durumda KDP ile PKK’nin konumu aynı değildir.
Herkesin görebileceği kadar açık ki, TC devleti ve AKP-MHP faşist iktidarı, NATO’dan da aldığı güçle PKK’ye saldırmakta ve PKK’yi savaşla yok edeceğini açık bir biçimde ilan etmektedir. Doğal olarak, PKK de söz konusu bu soykırımcı saldırganlığa karşı tüm gücüyle direnmekte ve böyle bir direnişle Türk sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetini kırarak Kürtlerin özgürlüğünü sağlamak istemektedir. İki güç arasında Kuzey Kürdistan’da yoğunlaşan bu amansız savaş giderek tüm Kürdistan’a yayılmakta ve Kürdistan’da yaşayan herkesi etkilemektedir. KDP de etkilenen bu güçlerden biridir.
Konunun buradan ötesi çok daha önemlidir. Her türlü dış desteğe ve Türkiye’nin tüm imkânlarını seferber etmeye rağmen, TC devleti 1979 yılından beri, yani kırk yılı aşkın bir süredir “PKK’yi yok etme” amacını bir türlü gerçekleştirememektedir. Ne yapsa da PKK direnişi karşısında hep başarısız kalmaktadır. Bu durumu aşmak için de PKK’ye karşı savaşacak yeni güçlere ihtiyaç duymaktadır. Bu temelde, 15 Ağustos Gerilla Atılımı’ndan bir yıl sonra, yani 1985 güzünden bu yana Kürdistan’da iki gücü çeşitli yollarla PKK’ye karşı savaşır hale getirmeye çalışmaktadır. Bu güçler, Kuzey Kürdistan’da “Köy korucusu” denen çeteler, Güney Kürdistan’da da KDP’dir. KDP, PKK’ye karşı 1985 güzünden beri savaşmaktadır. Aslında elindeki tüm kazanımları da söz konusu bu savaş sayesinde ve “PKK’ye karşı savaş primi” olarak elde etmiştir.
TC ile PKK arasındaki bu savaş, şimdi her zamankinden daha büyüktür ve dolayısıyla “PKK’ye karşı savaş” daha çok para etmektedir. Bir tüccar yönetimi olan AKP-MHP faşist iktidarı da söz konusu bu pazarlamayı çok ustaca yapmaktadır. İşte mevcut KDP Yönetimi, PKK’ye karşı savaşın yarattığı bu primi almak için TC devleti ve AKP-MHP faşist iktidarı ile çok yönlü anlaşmalar yapıp ilişkiler içine girmektedir. Ve aldığı primin karşılığı olarak da TC devleti “PKK’ye karşı savaşa katıl” demekte, o da çeşitli yöntemlerle katılım göstermekte ve PKK gerillasını TC’ye ihbar edip arkadan kuşatmaktadır. İşte KDP ile PKK arasındaki gerginlik ve çatışma ihtimali böyle ortaya çıkmaktadır.
Peki bu durumda her iki partinin konumu da aynı mıdır? “Aynıdır” demenin yalancılık ve vicdansızlık olduğu açıktır. Zira PKK Yöneticileri, “Biz soykırımcı düşman TC işgaline karşı direniyoruz, gel beraber direnelim, gelmiyorsan hiç olmazsa düşmandan yana olma ve beni arkadan vurma” demektedir. Buna karşı KDP Yönetimi ise, “Tüm bu olanların sorumlusu PKK’dir, PKK Kürdistan’dan çıkıp gitmelidir” demektedir. KDP Yönetimi TC ile mevcut ilişkilerini doğru bulmakta, daha da geliştirmekte ve yaşananlardan dolayı TC devletini suçlu görmemektedir.
Peki yurtseverlik açısından KDP Yönetiminin bu siyasetinin doğru bir yanı var mıdır? PKK de dönüp “KDP Kürdistan’dan çıkıp gitsin, yoksa ben çıkartırım” derse ne olacaktır? Öyle ya, KDP bunu söylerse PKK’ye de söyleme hakkı doğar. Açık ki, söz konusu gerginlik ve çatışma durumu PKK siyaseti nedeniyle değil, tamamen KDP zihniyeti ve siyaseti nedeniyle ortaya çıkmaktadır. KDP’nin TC ile ilişkileri ve PKK karşıtlığı öyle bir noktaya gelmiştir ki, işbirlikçiliğin ve ihanetin de ötesine geçmiştir.
Peki bu gerçeğe rağmen, bazı çevreler hala niçin mevcut yaşananlardan KDP ile PKK’yi eşit derecede sorumlu tutmaktadırlar? KDP’ye karşı tek başına söz söylemekten korkuyorlar da ondan. Yoksa bu kadar yalın gerçeği görmenin zor olmadığı açıktır. Bu tür çevreler, KDP’ye karşı küçük bir söz söyleyebilmek için, PKK’yi de ona ortak etmeye çalışmaktadır. Yoksa KDP’nin mevcut konumunda PKK olsa, bu tür çevreler PKK’ye karşı söz söylemekte adeta aslan kesilirler. KDP tüm Kürt toplumunu işte bu denli korkutmaktadır. Çünkü baskı ve zulüm uygulamaktan çekinmemektedir.
Bu noktada bazı güçlerin de KDP’ye duydukları saygıdan dolayı böyle davrandıkları gözlenmektedir. Bu tür çevreler, KDP tarihini ve gerçeğini doğru bilmedikleri için yanılmakta, KDP’yi “İlk Kürt partisi” sayarak saygı duymaktadırlar. Oysa bugünün KDP’si Mahabad’da Qazi Muhammed ve arkadaşlarının kurduğu KDP değildir. Yine Süleymaniye’de Kürt aydınlarının kurduğu KDP de değildir. Bu parti, Mustafa Barzani tarafından bir darbe ile ele geçirilen ve dış güçlere dayalı olarak bugüne kadar yürütülen Barzani partisidir.
Aslında bugünkü KDP’ye parti demek bile zordur. Tamamen bir aile ve aşiret örgütü konumunda olduğu açıktır. Her şeyi Barzani ailesi ve aşiretinin çıkarı için yapmaktadır. Sınır üzerinde bugün TC’ye satılan topraklar da başka aşiretlerin toprağı olduğu için satılmıştır. Öyle ki, buraları satarak diğer aşiretleri zayıflatıp Barzaniler kazanırken, alarak da Kürt düşmanı AKP-MHP faşizmi kazanmaktadır. Kısaca alan memnun, satan memnundur. İşte bu pazarlamaya karşı çıkmak gerekir. Çok açık ki, gerçek Kürdistan yurtseverliği günümüz KDP zihniyet ve politikalarına karşı çıkmayı gerektirir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika