Siyasal İslamcıların temel iddiası anti/emperyalizm ve tanrı tanımaz olduğunu iddia ettikleri tağuti devletlere karşı tutum almanın inancın gereği olduğudur. Buna göre Batılı ülkeler bu yüzyılın başında kendi çıkarlarını esas alan devletleşmelerin önünü açmış ve buraların yönetimini Batı yanlısı laik çevrelere devretmişlerdir. Bu nedenle İslami muhalefet çevreleri bütün İslam coğrafyasında laik yönetimlerin devrilip yerlerine şeriata dayalı bir yönetimin getirilmesini önerirler. (Aslına bakarsanız bu iddianın içerisinde bir itiraf da vardır.)
Bu iddiaya göre İslam devletlerinin, özellikle de Ortadoğu’daki devletlerin neredeyse tamamı Batı ülkeler eliyle kurulmuştur. İran ve Türkiye gibi devlet geleneği olan ülkelerin ise en azından sınırları Batılı ülkelerin olur ile çizilmiştir. Fakat siyasal İslamcı jargonla emperyalizm veya Batı, bölgede bir Kurdistan’a izin vermemiştir. Hatta yakın zamana kadar bölgede Kürt özgürlüğünün önündeki en önemli engel bölge ülkeleri değil, Batılı ülkelerin oluşturduğu dünyanın en önemli askeri ittifakı olan NATO olmuştur.
Bu yüzyılın başında özellikle de Birinci Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’da bütün gücü elinde bulunduran, hatta istediği aileye devlet kurduran, o devletin sınırlarını oturdukları masalardan belirleyen İngiltere ve Fransa’nın dış işleri bürokratları Kürtleri oyunun dışında tutmuş adeta tanrılara kurban olarak sunmuşlardır. Kürtleri yok sayma, onları tarih sahnesinden silme misyonunu İngiltere ve Fransa’dan devralan yerli işbirlikçiler de bu geleneği devam ettirmiş ve yüz yıl boyunca Kürt halkına zulmetmişlerdir.
Geldiğimiz noktada Anti/Batı sözüm ona Anti/Emperyalist olan siyasal İslamcılar Kürtlere karşı barbarca bir tutum içerisindedirler. Yıllarca sözde Batı karşıtlığı ve sözde tağut olduğunu ilan ettikleri Türkiye Cumhuriyeti ve onun en suça bulaşmış kurumları ile birlikte Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve bizzat Kürt halkına karşı suç işlemişlerdir. Bütün güçleri ile kendi sahte İslamlarını arkalarına alıp Kürt halkına karşı insanlık dışı eylemlere girişmişlerdir.
DAİŞ’in ayrım gözetmeksizin bütün Ortadoğu coğrafyasında Kürtlere karşı giriştiği insanlık dışı eylemler bütün dünyada infiale neden olmuştur. Êzidî Kürtlerin yaşadıkları zulüm hiçbir zaman unutulmayacaktır. Kimileri DAİŞ’in Êzidî Kürtlere yaptıklarını onların Müslüman olmamasıyla izah ediyorlar. Halbuki DAİŞ; Antep’te Kürt düğününe, Ankara’da HADEP mitingine, Rojava ve Güney Kurdistan’da Müslüman Kürt kentlerine saldırarak gerçekte sorunun aslında Kürt özgürleşmesiyle olduğunu çok net bir biçimde ortaya koymuştur.
Kaldı ki DAİŞ tam da bu eksende başta Türk devleti olmak üzere bütün Kürt karşıtı gerici güçlerle iş birliği yapmış, bu çevreler de sözüm ona DAİŞ’le mücadele ediyor gibi gözüküp aslında el altından DAİŞ’i silah ve sağlık malzemeleri vererek ve yaralandıklarında tedavi ederek ve barınma sağlayarak desteklemişlerdir. Bütün bunlar herkesin gözü önünde olmuş, bu ilişki dünya basınına yansıyıp teşhir olunca, geçmişte açıktan destekledikleri DAİŞ benzeri yapıları daha fazla tepki çekmemek için el altından desteklemek zorunda kalmışlardır.
Öyleyse Kürtlere karşı şiddet uygulamayı pratik politik faaliyetin en üst sıralarına yerleştiren DAİŞ, El Nusra ve Hizbullah gibi yapıları kim desteklemekte, kim finanse etmektedir. Bu yapılar gerçekten iddia ettikleri gibi Anti/Emperyalist ve sözde tağuti rejimlere karşı mücadele ediyorlarsa neden her defasında bir biçimde Batı’nın bölgedeki en önemli müttefikleri ile çalışıyorlar. Laikliği ile övünen Türkiye Cumhuriyeti neden sözüm ona bu şeriatçı yapıların en önemli müttefikidir.
Veya soruyu tersinden soralım: “İlk laik Müslüman ülke olmakla övünen Türkiye Cumhuriyeti neden her defasında Kürtlere karşı siyasal İslam’ın en eli kanlı çevreleri ile iş tutmaktadır?”
TÜRKİYE HİZBULLAH İLİŞKİLERİ
İşte bütün bu soruların en azından bir kısmını Türkiye/Hizbullah ilişkilerini çözümleyerek cevaplandırabiliriz. Hizbullah konusunda benim en çok dikkatimi çeken konu, Hizbullah’ın neredeyse tamamı Kürtlerden oluşmuştur; halbuki bütün İslamcı yapılar evrensel olma iddiasındadırlar. Fakat Hizbullah’ın hiç böyle bir iddiası yoktur, varsa da bu yönde bir çabası yoktur. Bu tuhaf durumun çok açık ve biricik bir izahı var; Hizbullah’ı kim kurmuş veya sonradan bulup etkinleştirmişse, o insanlar en baştan itibaren bu örgütü Kürtlere karşı kurmuşlar ve faaliyetlerini Kürtlerle ve Kurdistan’la sınırlandırmak istemişlerdir.
Günümüzün en önemli hastalığı olarak kabul edilen kanserin birçok türü hala tedavi edilememektedir. Bir yerde başlayan hastalık bir süre sonra bütün vücuda yayılmakta ve en sonunda hastanın ölümüne neden olmaktadır. Uzun bir süre hastalığı tedaviye odaklanan doktorlar bir süredir kanseri lokalize etme, yani yayılmasını önlemeye çalışmaktadırlar. İşte her kim ki Hizbullah’ı Kurdistan’da devreye sokmuşsa, onlar bu örgütün bir tür kanser olduğunu daha baştan itibaren biliyorlardı. Aynı adamlar Hizbullah’ı Kurdistan’da faaliyet yürüten lokal bir yapı olarak tutmak istemişler. Hizbullah’ın Türkiye’nin batısında etkili bir örgüt olmasını istememişlerdir ve muhtemelen daha en başından itibaren Hizbullah ve devlet arasında bu yönde bir anlaşma yapılmıştır.
Tamamı eskiden Türk/İslamcılığın en önemli merkezlerinden biri olan Akıncılar ve Milli Görüş içerisinde faaliyet yürütmüş, daha açık bir ifade ile devşirilmiş, milliyetçi cephe döneminde emperyalizmin bölgedeki faaliyetlerinin vurucu gücü olmuş söz konusu çevreler bölgede Özgürlük Hareketi inisiyatif alınca siyasal İslamcı sözde Anti/Emperyalizm ve tağuti laik devlet karşıtlığı adı altında, aynı devletin himayesinde Kürt yurtseverlerine karşı ahlak ve vicdan dışı eylemlere girişmişlerdir.
Halbuki Hizbullah programında laik sistemin değiştirilip yerine şeriata dayalı bir devlet kurulmasını istemektedir. “Bunun için ne yapılması gerekir?” bu sorunun cevabı çok açık; elindeki bütün olanaklarla tağuti olduğunu iddia ettiği devlete onun kurumlarına karşı mücadele etmesi gerekir. “Fakat Hizbullah ne yaptı?” Hizbullah tam tersini yaptı; üstelik 90’lı yılların en uç noktada laikliği savunan generalleri ile birlikte Kürt Özgürlük Hareketine ve Müslüman Kürt halkına karşı katliamlara girişti.
Bu örgüt özelikle 1990 ve 2000 yılları arasında Kürt halkına karşı sayısız vahşet boyutunda insanlık dışı eyleme imza atmıştır. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen hala toplumsal hafızadan silinmeyen bu eylemler özellikle Kürt halkında nefret ve tiksinti ile anılmaktadır. Kürt halkının yüz yıllık zulmü yerle bir ettiği, üzerindeki ölü toprağını yırtıp attığı ‘90’lı yıllarda Hizbullah devreye sokulmuş ve Kürtlerin gündemi değiştirilmeye çalışılmış, Kürt aydınlanması durdurulmaya çalışılmıştır. Fakat devlete ve onun basit bir aparatına dönüşen Hizbullah’a rağmen Kürt kadını ve erkeği dimdik ayaktadır, Kürt aydınlanması bütün Ortadoğu’ya ilham kaynağı olmuştur.
TÜRK DEVLETİ KÜRTLERİ HİZBULLAH İLE KORKUTMAK, SİNDİRMEK İSTEDİ
2002’den itibaren sistemin kendisini de tehdit etmeye başlayan, Ortadoğu’da hızlanan DAİŞ, El Kaide gibi yapıların Türkiye’ye sirayet etmesini engellemek için askeri olarak pasivize edilen Hizbullah daha sonra siyasal alanda devlet için kullanışlı bir alet olarak tasarlanmış ve yeniden aktifleştirilmiştir. Dikkat ederseniz geçmişte Kurdistan’da gerilla mücadelesinin çok yoğun yaşandığı yıllarda devlet Kürtleri Hizbullah ile durdurmaya, korkutarak sindirmeye çalışmıştı. Günümüzde ise bütün Ortadoğu ve Kurdistan’da siyasal mücadele hızlanmış Kürtlerin aktif olduğu siyasal partiler hem ideolojik hem de politik olarak etkili hale gelmişken, tam da bu noktada derin bir el Hüda Par’ı aktif hale getirmiştir. Hüda Par Türkiye’nin çok kritik döneminde MHP’nin en aktif üye olarak bulunduğu Cumhur İttifakı’na destek vermekle kalmamış, aktif bir parçası olmuştur.
HÜDA PAR YEMİNLİ KÜRT DÜŞMANLARININ BASİT APARATIDIR
Nasıl ki bu adamlar geçmişte Milli Cephe içerisinde sözüm ona karşı oldukları emperyalizmin yerli işbirlikçi çevrelerle birlikte başta Kürtler olmak üzere Türkiye halklarına karşı suç işlemişlerse, günümüzde de aynı şeyi Cumhur İttifakı içerisinde olarak yapmaktadırlar. Bölgede hiç hak etmedikleri halde Şeyh Sait’in onurlu anısını suistimal etmek isteyen bu adamlar, hem her gün Şeyh Said’in anısına hakaret eden Kürt düşmanı MHP ile birlikte olup hem de Kürt olabilirler mi? Bu adamlar etnik olarak Kürt bir anne ve babadan doğmuş; fakat özgür Kürtlüğün yeminli düşmanı çevrelerin basit birer aparatıdırlar.
Daha en baştan itibaren devletin denetiminde palazlanan bu çevre dün gerillaya karşı, bugün ise legal alanda DEM Parti’ye karşı örgütlenmektedir. Daha dün bölgede devletin çevik kuvvet, JİTEM karargahlarında örgütlenen ve Kürt halkına karşı insanlık dışı saldırılara imza atanlar, günümüzde AKP parti binalarında ve devletin diğer resmî kurumlarında Kürt halkının özgürlük yürüyüşünü durdurmaya çalışıyorlar. Fakat nafile politik toplumlar çok güçlü hafıza oluştururlar. Kürt halkı bölgenin en politik halkıdır ve çok güçlü bir hafızası var. Kürt halkı; Müslümandır, Alevidir, Êzidîdir, Süryani’dir; bu insanların hepsi birbirinin kardeşidir. Ne devletin ne de ona bağlı paramiliter Hizbullah gibi yapıların içerde çatışma çıkarmaya Kürt halkını Müslüman olanlar ve olmayanlar diye bölmesine, hatta Müslümanlar arasında bile şu tarikat veya cemaatten bu cemaatten diye bölmesine Kürt halkı izin vermeyecektir.
Hizbullah kurulduğu günden günümüze kadar Türk devletinden aldığı talimatla Kürt halkına karşı şiddet uygulamış, suç işlemiş, Kürt halkına karşı suç işlemeyi süreklilik haline getirmiş, bundan ekonomik ve politik çıkar sağlayan insanlardan oluşmuş bir suç örgütüdür. Hüda Par ise onun günümüze uyarlanmış örgütüdür. Bu çevre günümüzde yoluna Hüda Par’la devam ediyor, başka koşullar oluşursa bu çevrenin eline satır alacağından veya karanlık kuytu bir yerde insanları korkakça arkalarından Takarovlarla öldürmeye çalışacağından kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Nasıl ki geçmişte insanlar Hizbullah’ı önce teşhir sonra da tecrit etmişse; aynı şey Hüda Par’a da yapmalı, Hüda Par’ın sahte Müslümanlığı gibi, sahte Kürtlüğü de teşhir edilmelidir.