PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, pkk-online.com sitesine yazdığı makalede şunları belirtti:
"Bölgemiz Ortadoğu’da ideolojik, siyasi ve askeri düzeyde çok önemli gelişme ve değişimin yaşandığı gözle görülebilen bir gerçektir. Söz konusu değişim ve gelişmeler neredeyse her gün yaşanmaktadır. Gerçekleşen değişim ve gelişmelerin temel karakteri ulus-devlet faşizminin parçalanması ve halk demokrasilerinin gelişmesi yönünde olmaktadır. Başta AKP-MHP faşizmi olmak üzere tüm faşist ve gerici güçlere karşı bölge halklarının geliştirdiği birleşik devrimci direniş, söz konusu antifaşist demokratik değişimin öncüsü ve esas motor gücü durumundadır. Kapitalist sistemin iç yapısından kaynaklanan mevcut çelişki ve savaş durumu da birleşik devrimci direnişin daha da geliştirilmesi için tarihi bir fırsat sunmaktadır.
Merkezinde gerilla direnişinin olduğu devrimci-demokratik mücadele, AKP-MHP faşizmine karşı her alanda ve her cephede yükselmektedir. Özellikle kadınların ve gençlerin faşizme karşı birleşik devrimci direnişleri adeta bir süreklilik kazanmış durumdadır. Bunlara işçi ve emekçilerin, işsizlerin, özellikle de işten atılanların demokratik hak arama mücadeleleri eklenmektedir. AKP-MHP faşizminin baskı, terör ve katliamları arttıkça, ezilenlerin antifaşist birleşik devrimci direnişleri de boyutlanmaktadır.
Gerillanın ve ezilen tüm halk kesimlerinin antifaşist devrimci-demokratik direnişleri o düzeyde boyutlanmıştır ki, faşist şef Tayyip Erdoğan “Devletin ayakta kalabilmesi için her türlü savaş aracını kullanacağını” belirtmektedir. Faşist-sömürgeci ve Kürt düşmanı TC Devleti artık ayakta kalamaz noktadadır. Bu nedenledir ki, faşist reis Tayyip Erdoğan ‘Devletin ayakta kalabilmesi mücadelesinden’ söz etmektedir.
Özellikle bölgenin yıkılmakta olan faşist ulus-devlet sistemleri, Tayyip Erdoğan’ın deyimi ile “Ayakta kalabilmek için” birbirlerine tutunmaya, bu temelde bir dizi görüşme yaparak ilişki ve ittifak içerisinde olmaya çaba harcamaktadırlar.
HALKLAR FAŞİZME KARŞI DİRENİYOR
Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünün her türlü baskı ve talanına karşı her yerde direniş eylemleri yapılıyor. Tüm toplumsal kesimler ve halklar faşizme karşı direniyor. Kadınlar ve gençler söz konusu direnişe her tarafta öncülük ediyor. Gerillanın faşizmden hesap sorma eylemleri her gün artarak gelişiyor. Antifaşist direniş her gün büyüyor ve her alana yayılıyor. Baskı, terör ve yağmanın da AKP-MHP faşizmini kurtaramayacağı açığa çıkıyor.
Tarih boyunca tüm ezilenler ve halklar, sonu yaklaşan diktatörler için ‘zulmün artsın’ demişlerdir. Yani zulmü artanın sonu da yaklaşmaktadır. Bugün Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü tam da böyle bir durumu yaşamaktadır. Her gün artan faşist zulüm ve talan zalimin sonunu yaklaştırmaktadır. Bunu kendileri de gördüğü ve bildiği için, baskı ve talanda sınır tanımamaya çalışmaktadırlar. Ancak çabaları boşunadır. Korkunun ecele faydası yoktur. Hiçbir baskı ve talan uygulaması faşizmi kurtarmaya yetmeyecektir.
Gerçekten de bugün Erdoğan-Bahçeli faşizminin uyguladığı zulüm ve talanın benzeri az bulunur. Böylesi ne 12 Mart darbe döneminde, ne de 12 Eylül faşist-askeri rejimi altında yaşanmıştır. 1990’ların topyekûn özel savaşçı çete yönetiminin uygulamaları bile bugünkünün gerisinde kalmıştır. Yani halklar üzerinde baskı ve yağma uygulamasında Erdoğan-Bahçeli faşizmi tüm hepsini geride bırakmıştır.
Erdoğan-Bahçeli faşist ittifakı altında TC kurumlaşmasının tümden yok edildiği ortadadır. Artık Türkiye’de gerçek anlamda bir devletin varlığından söz edilemez. Geriye kalan ve yeni adıyla ortaya çıkartılan Erdoğan-Bahçeli çete örgütlenmesi ve yönetimi olmaktadır. Cumhuriyetin canına okunduğu gibi, klasik devlet varlığının da canına okunmuştur. Bu temelde, bir yandan Türkiye faşist çete yönetimi altına alınırken, diğer yandan da gerçek bir hapishaneye çevrilmektedir. Her türlü utanç duvarının yıkılmış olduğu çağımızda, Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü tüm sınırlara duvar örerek ve Türkiye’yi gerçek bir zindana dönüştürerek egemenliğini korumaya çalışmaktadır.
Böyle bir yönetim altında Türkiye’deki yaşamın tümüyle zindan yaşamına dönüştürülmüş olduğu açıktır. Zaten hapishaneler iki kat fazlasıyla doldurulmuş durumdadır. Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü baskı ve talanda sınır tanımamakta ve tüm halk kesimlerinin üzerine gitmektedir. Her gün onlarca insan katledilmekte ve yüzlercesi de tutuklanmaktadır. İşinden atılan insan sayısı artık yüz binlerle ifade edilmektedir. Öldürdüğü insan sayısının fazlalığıyla övünen bir iktidar iş başındadır. Türkiye’de hiç kimsenin iş, can ve mal güvenliği kalmamış durumdadır. Türkiye tam bir baskı, talan ve korku ülkesi haline getirilmiş bulunmaktadır.
Kuşkusuz faşist zulüm ve yağmanın en çok uygulandığı alan Kürdistan olmaktadır. Kürt halkı üzerinde tam bir faşist-soykırımcı saldırı uygulanmaktadır. Kısaca Kürdistan’ın tüm zenginlikleri yağma ve talan edilmekte, Kürt halkının tüm değerlerine ahlaksızca saldırılmaktadır. Öyle ki, söz konusu saldırılar ana karnındaki çocuktan yetmiş yaşındaki ihtiyara kadar herkesi hedeflemektedir. Üç-beş kendini satmış işbirlikçi-hain palazlandırılarak Kürt ulusal varlığı yok edilmek istenmektedir. Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün bugün Kürdistan’daki uygulamalarının dört dörtlük bir faşizm ve soykırım olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Ancak daha önce de ifade ettiğimiz gibi, tüm bunlar sonu yaklaşan diktatörlüklerin zulümlerinin artışını andırmaktadır. Sadece Erdoğan-Bahçeli faşizminin sonunun gelmekte olduğunu göstermektedir. Hiçbir faşist zulüm ve talan faşist diktatörlüğü kurtarmaya yetmemektedir. Çünkü her alanda faşizme karşı direniş eylemleri gelişmekte, artan zulüm ve talan antifaşist direnişin de büyümesini ve yayılmasını getirmektedir.
AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜ YIKILMAYA MAHKUMDUR
Çok açık ki, artan faşist zulüm, her alanda faşizme karşı direnişin büyümesini ve yayılmasını getirmektedir. Zaten başka türlüsü de olamaz. Biraz bilinci ve iradesi olan herkes, faşizmin ancak devrimci-demokratik direniş temelinde yıkılacağını bilir ve böyle bir pratik içerisine girer. “Susma sustukça sıra sana gelecek” sözü bu gerçeği çok veciz bir biçimde ifade etmektedir. Bazı engellemelere rağmen, Türkiye’de de giderek bu sözün gereklerine uygun bir direniş gelişmektedir.
Son aylarda söz konusu direnişte gözle görülür bir artış gözlenmektedir. Bu durum hem demokratik halk eylemleri çerçevesinde ve hem de gerilla eylemleri düzeyinde böyledir. Kürt halkının yürüttüğü topyekun direniş giderek tüm Türkiye’ye yayılmaktadır. Özellikle kadınların eylemleri öne çıkmakta ve dikkat çekmektedir. Kuşkusuz gençliğin de belli bir eylemliliği var, ancak olması gerekene göre eylemliliklerini geliştirmeleri gerekmektedir.
Tabi bu süreçte göze batan ve Erdoğan-Bahçeli faşizmini zorlayan gerillanın kahramanca direnişi olmaktadır. Aslında bu durum söz konusu ordunun yenilgisi anlamına gelmektedir. Faşist AKP yönetimi mümkün oldukça gerillanın direnişini kamuoyuna yansıtmamaya ve bu temelde basından gizlemeye çalışmaktadır. Yalaka basın eliyle de gerçekleri tersyüz ederek çok yoğun bir biçimde psikolojik savaş yürütmeye çalışmaktadır. AKP basınının toplum ve kamuoyu nezdinde hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır. Tabi böyle bir gelişme karşısında da Erdoğan-Bahçeli faşizminin ayakta kalma şansı giderek azalmakta ve zorlaşmaktadır. Faşizmin yıkılışı yakınlaşmaktadır.
ANTİFAŞİST DİRENİŞİN SEFERBERLİK HALİNDE YÜRÜTÜLMESİ GEREKİR
Normal koşullarda olsa söz konusu direniş yeterli bile görülebilir. Fakat mevcut haliyle Türkiye’de normal koşullar yaşanmamaktadır. Tam bir devrimci durum vardır ki, eğer devrimci-demokratik güçler eylemleri biraz daha geliştirebilse faşist diktatörlük yıkılacaktır. Bunun da bölgede ve dünyada çok ciddi etkisi olacaktır. Bu nedenle mevcut eylem düzeyini yeterli bulmak mümkün olmamaktadır. Antifaşist eylemliliğin her alanda daha fazla geliştirilmesine ve yoğunlaştırılmasına ihtiyaç vardır.
Burada şu hususları da belirtmek gerekiyor: Faşizme karşı direnişte eylemin büyüğü veya küçüğü olmaz. Her eylemin çok büyük bir anlamı ve önemi söz konusudur. Yine faşizm koşullarında halkların ve devrimcilerin antifaşist direniş dışında herhangi bir görevi ve devrimci çalışma tarzı yoktur. Her şey faşizme karşı direniş içindir. Antifaşist direnişin tam bir seferberlik halinde yürütülmesi gerekir. Tek doğru devrimci çalışma faşizme karşı direnişi geliştirmedir. Bunun dışında yapılan çalışmaların fazla bir anlamı ve yeri yoktur.
O halde antifaşist mücadelenin önemli bir boyutu olarak pasifist ve engelleyici anlayış ve tutumlara karşı tüm cephelerde mücadele etmek gerekir. Faşizme karşı mücadele pasifizme karşı mücadeleden ayrılmaz. Böyle bütünlüklü bir direniş içine girildiğinde de hiçbir faşist güç dayanamaz. Şimdi Erdoğan-Bahçeli faşizmine karşı direnişin işte böyle bir konuma ulaştırılması gerekmektedir.
Çok açık ki, Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü içten de dıştan da ciddi bir kuşatma altındadır. Bölgesel ve küresel ortam Türkiye’de böylesi bir faşist diktatörlüğü istememekte ve ondan kurtulmanın yollarını aramaktadır. Böyle bir durumda baskı, talan, katliam da söz konusu faşist diktatörlüğü kurtarmaya yetmemektedir. O halde faşizm yıkılmaya mahkûmdur. Bizlere düşen görev, bu yıkılışı daha çok hızlandırmanın yol ve yöntemlerini bulmak ve gereken vuruşu yapmaktadır.
Demek ki Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünün daha fazla kurumlaşmasına ve her yerde faşist çetelerini daha çok örgütlemesine izin vermemek gerekiyor. Çünkü böyle bir şey Türkiye’nin demokratik geleceği açısından çok kötü sonuçlar doğurur. Bunun için de daha çok antifaşist bilinçlenmeye, örgütlenmeye, birliğe ve mücadeleye ihtiyaç var. Önümüzdeki sürecin bu temelde gelişmesi gerekiyor.
Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğüne karşı insanlar son günlerde sokaklara döküldü, faşist uygulamaları protesto eylemleri gelişti. Kuşkusuz böyle bir tutum gerekli ve de önemlidir. Ancak yine de zayıf kaldığını, faşizme karşı demokratik devrim mücadelesi açısından yeterli olmadığını belirtmemiz gerekiyor.
Hiç kuşkusuz bu tutum ve antifaşist sokak eylemleri çok önemli ve de gereklidir. Önemli bir demokratik refleksin ve anlayışın varlığına işaret ediyor. Türkiye’de ve dünyada faşizmin yıkılacağı yönünde yeni ve güçlü bir umut yaratıyor. Özellikle kadınların ve Kürtlerin özgürlük mücadelesindeki ısrarı söz konusu umudu çok daha fazla güçlendiriyor.
Ancak mevcut düzeyi yeterli görmek ve “Ancak bu kadar olur” diyebilmek de mümkün değildir. Antifaşist refleks çok önemlidir, bunun devam ettirilmesi ve giderek büyütülmesi çok önemlidir. Şimdi tüm ezilenlerin ve demokrasi güçlerinin esas gündemi bu olmalıdır.
O halde öncelikle olması gereken nedir? Devrimci-demokratik güçlerin ortak demokratik devrim programlarını oluşturmaları ve Erdoğan-Bahçeli faşizmine karşı mücadeleyi bu temelde demokratik devrime bağlamalarıdır. Böylece antifaşist harekete güçlü bir öncülük kazandırmalarıdır. AKP-MHP faşizmine karşı olan hiçbir kesimi dışlamadan ve onlara herhangi bir dayatmada bulunmadan “Demokratik çoğulculuk” ilkesi temelinde Erdoğan-Bahçeli tekçiliğine karşı olan herkesi içine alacak en geniş bir programı ortaya çıkarmalarıdır. Tabi son olarak da herkesi böyle asgari bir programda bir araya getirecek bir bloğa dönüştürecek çalışmayı yapmak gerekiyor.
İçinde bulunduğumuz süreçte AKP-MHP faşizmine karşı tepkiler yeterince büyümemiş ve süreklilik kazanmamışsa, bu durum AKP faşizminin baskı ve terörü ile izah edilemez, tersine söz konusu hatalı anlayış ve tutumların varlığı bu sonuca yol açmaktadır. Birincisi, öncülük etmesi gereken güçler birlik içinde değildir ve ortak bir demokratik devrim programları yoktur. İkincisi, “demokratik çoğulculuk” ilkesi temelinde Erdoğan-Bahçeli tekçiliğine karşı olan herkesi birleştirmenin önemi yeterince kavranmamıştır. Yani başarı kazanacak bir siyasal anlayıştan yoksunluk vardır. Üçüncüsü, örgüt çalışmasının önemi görülememekte ve etkili-zengin bir eylem çizgisi geliştirilememektedir.
Görülüyor ki, Erdoğan-Bahçeli faşizmine karşı kitle direnişinin gelişip süreklilik kazanmamasının nedeni Türkiye toplumunun pasifliği veya bilinçsizliği değildir. Tersine toplumu örgütleyip onlara öncülük etmesi gereken güçlerin darlığı, örgütsüzlüğü, parçalılığı ve zayıflığıdır. Antifaşist mücadelenin demokratik devrime bağlanamaması ve böyle bir devrime dönüştürülememesidir.
Peki bunları niçin yazıyoruz? Mevcut sonuçtan kitleleri sorumlu tutan, ucuz ve çaresiz devrimcilik ortalıkta çok gelişmiş görünüyor. Demek ki, öncelikle devrimcilikte yaşanan sapmaları düzeltmek gerekiyor. Eğer bu gerçekleşirse, işte o zaman Türkiye toplumunun demokratik devrimci gücü açığa çıkar ve halkın zafer kazanıcı gerçeği görülür.
Elbette AKP-MHP faşizmine karşı mücadele ederken söz konusu gelişmelerin doğru değerlendirilmesi gerekmektedir. Faşizm içte emekçi halk kitlelerini daha çok ezmenin zeminini güçlendirme amacı gütmektedir. Dışa dönük saldırı ile milliyetçi-şoven duygular kabartılarak, içte faşist baskı ve terörün zemini güçlendirilmektedir. Aslında bu politika klasik bir faşist taktiktir ve her faşist diktatörlük bu yönteme başvurmaktadır.
Görülüyor ki, Erdoğan-Bahçeli ikilisinin TC’yi getirdiği nokta, Talat-Enver-Cemal Paşalar üçlüsünün Osmanlıyı getirdiği noktaya benzemektedir. Savaş ve soykırım demek olan bu durumun Türkiye için yeni felâketleri içerdiği açıktır. İktidar hırsı, mal düşkünlüğü ve can korkusu için Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi getirdiği nokta budur. Savaş ve soykırım politikaları nasıl ki sonunda Osmanlı İmparatorluğunu yıkıma götürmüşse, TC Devletini de yıkıma götürecektir. Artık Erdoğan-Bahçeli faşizminin sonu gelmiştir ve ayakta kalma şansı yoktur.
Bu gerçeği Türkiye halkları, başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm ezilenleri iyi görmeli ve söz konusu savaş ve soykırım politikalarına karşı çıkmalıdır. AKP-MHP’nin faşist, ırkçı, şoven ve milliyetçi propagandalarına kimse kanmamalı, söz konusu savaş ve soykırım politikaları desteklenmemelidir. Türkiye gençliğinin Kürdistan topraklarında savaşa sürülüp kan dökmesinin Türkiye’ye hiçbir faydası yoktur. İzlenen Kürt düşmanı politika Kürtleri Türkiye’den ve Türklerden büyük ölçüde koparmıştır. Dolayısıyla mevcut AKP-MHP politikaları bölücüdür. Eğer devrimci-demokratik güçlerin birleştiriciliği olmasa, mevcut AKP-MHP politikaları sonucunda Türkiye hemen bölünür ve parçalanır. Bunu Türkiye’yi seven ve gerçek Türkiye yurtseveri olan herkes görmeli ve söz konusu faşist-bölücü politikalara karşı mücadeleyi yükseltmelidir.
Öncelikle şöyle bir durumu da tespit etmek gerekiyor. ‘Faşizmin gelişmekte olduğu’ görüşü doğru değildir. AKP faşizmi maskeliyken ve demogojikken çok daha güçlüydü. Şimdi tüm maskeleri indirildi ve gerçek faşist yüzü açığa çıkartıldı. Artık hiç kimseyi kandırabilecek durumda değildir. Hiçbir demogojik söylemle yüzünü maskeleyemez ve başkalarını kandıramaz. Geçmişte kandırıp ve satın alarak kendine bağlamış olduğu bir kesim var ve şimdi onları kullanıyor. O güç de gittikçe eriyor. Özellikle bölgede ve dünyada hiçbir gücü ve itibarı kalmamış bulunuyor. Tayyip Erdoğan ne yaparsa yapsın, istediği kadar kendini pazarlasın, mevcut zihniyet ve politika ile bu dünyada yer bulamaz. Çok yakın bir gelecekte ve bir biçimde alaşağı edilip gidecektir. Çok açık bir şekilde görülüyor ki, Tayyip Erdoğan’ın geçen süreçte para ve demogojiyle içerde oluşturduğu kitle de erimektedir. Mevcut haliyle seçim olsa cumhurbaşkanlığını kesinlikle kazanamayacaktır. O nedenle şimdilik seçim yapmayı düşünmemektedir.
AKP-MHP FAŞİZMİNE KARŞI DİRENİŞ KUTSALDIR
Faşizme karşı önemli bir mücadele her alanda verilmektedir. Gerçekten de AKP-MHP faşizmine karşı Türkiye’nin her alanında ve tüm toplumsal kesimlerden insanlar kahramanca direnmektedir. Kuşkusuz bu direniş kutsaldır ve de önemlidir, ancak faşizmi yıkmak açısından da yeterli değildir. Halbuki içinde bulunduğumuz süreçte artık faşizmi gerileten değil, yıkıp aşan bir özgürlük ve demokrasi mücadelesine ihtiyaç vardır. Çünkü, Erdoğan-Bahçeli faşizmini ne Kürtler, ne Türkiye toplumu, ne de bölge ve dünya kaldırabilmektedir. Dolayısıyla geciktirilmeden bu faşist diktatörlüğün tarihin çöp sepetine atılması gerekmektedir.
Açık ki bu da ancak faşizme karşı hamlesel mücadelelerle olur. Peki bu mümkün müdür? Evet, mümkündür. Yeter ki devrimci-demokratik güçler öncülük etmeyi ve toplumu harekete geçirmeyi başarsın. Bunun için daha çok umut, daha doğru bilinç, daha güçlü cesaret ve fedakârlık, daha usta ve yaratıcı bir tarz gereklidir. Bunu da kendine devrimciyim diyen herkes gerçekleştirmek durumundadır.