Gündemi doğru oluşturmak
Peki doğru gündem nedir? Birincisi, İmralı’daki soykırımcı tecrit sistemine karşı mücadeledir. Bu her zaman başta gelir. İkincisi, devletin Kürt sorununa savaşçı yaklaşımıdır ve bu temelde yaşanan savaştır...
Peki doğru gündem nedir? Birincisi, İmralı’daki soykırımcı tecrit sistemine karşı mücadeledir. Bu her zaman başta gelir. İkincisi, devletin Kürt sorununa savaşçı yaklaşımıdır ve bu temelde yaşanan savaştır...
Önce hepimiz “14 Mayıs seçimlerinin çok önemli olduğunu” söyledik ve bunda görüş birliği oluşturduk. Biz hala da aynı görüşteyiz. Türkiye ve Kurdistan açısından 14 Mayıs seçimleri çok önemliydi. Nitekim sonuçlarının etkisi görülmeye başlandı. Giderek bu etki daha da artacak. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye siyaseti yeniden yapılanacak. Çünkü Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı faşist diktatörlüğü kurumlaşmaya çalışıyor. Bu, 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesinin istediği sistemin kurulması oluyor. Yani 1980’de başlatılan “İkinci Cumhuriyet” böylece belli bir yapı kazanıyor.
Biz aynı görüşte olsak da, özellikle seçimden sonra içimizde görüş değiştirenler oldu. Hile ve zorla Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı seçimi kazandığını ilan edip yönetimi gasp edince, içimizden bazıları “Seçim o kadar önemli değildi, zaten faşizm seçimle yıkılmazdı, seçimin meşruiyeti yoktu” gibi sözlerle görüş değiştirdiler. Aslında biraz da kendilerine ve çevrelerine moral vermeye çalıştılar. Kuşkusuz böylesi zamanlarda moral verici olmak iyidir ve de gereklidir; fakat bu durum hiçbir zaman kendini yanıltma düzeyine çıkmamalıdır. Eğer kendini yanıltma düzeyine çıkar ve gerçeği muğlaklaştırırsa, işte o zaman ikinci zarar görme durumu yaşanır.
Şimdi 14 Mayıs seçimleri o kadar da önemli değildi diyenler, bir CHP’nin durumuna baksınlar ve seçimin önemli olup olmadığına ona göre karar versinler. Seçim önemli değildiyse, o zaman CHP bu duruma neden geldi? Daha nereye gideceği de pek belli değil. Belki de Yunanistan’da PASOK’un yaşadığı durumu yaşayacak. Belki de Sovyetler Birliği’nde Komünist Parti’nin yaşadığı duruma düşecek.
Yanlış anlaşılmasın, CHP bu durumu yaşıyor diye üzülenlerden değiliz. Hatta ‘Kemal Kılıçdaroğlu CHP’nin başından gitmeden Tayyip Erdoğan’ı iktidardan götürmek mümkün değil’ diye düşünenlerdeniz. Belli ki iktidar olamadığı için CHP bu durumu yaşıyor. Peki ya iktidardan düşseydi AKP ile MHP hangi durumu yaşayacaktı? En hafif öngörü, parçalanıp tarihe karışacakları biçimindeydi. Hatta mahkemeler kurma yaklaşımında olanlar bile fazlasıyla vardı. Siyasette bunlara yol açtığına göre, demek ki 14 Mayıs seçimleri önemliydi ve mevcut sonuçlar da önemini korumaya devam ediyor. Bu temelde yaklaşıp da olayları doğru analiz edenler siyasi gelecek yaratabilirler. Sadece moral için kendini yanıltmaya devam edenler ise daha ağır siyasi sonuçlarla karşılaşırlar.
İktidar olamazsa CHP’nin bu durumu yaşayacağı az çok tahmin edilebilirdi. Ayrıca CHP’nin iktidar olabilmesinin koşulları da vardı. Peki CHP neden seçimi kazanamadı ve de iktidar olamayıp bu duruma düştü? Bu sorunun cevabı yazının başlığında vardır. Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminde CHP hiçbir zaman gündemi doğru oluşturamadı. Hatta bir gündem bile oluşturamadı. Hep Tayyip Erdoğan ve AKP-MHP’nin oluşturduğu gündemle hareket eti. Adeta onlarla laf yarıştırmaya çalıştı. Onların hazırladığı suda yüzdü diyebiliriz. Böylece de Türkiye’nin gerçek sorunlarını öne çıkarmadı, temel sorunları üzerinde durmadı. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” gibi bürokratik ve yüzeysel siyasi söylemin ötesine geçmedi. Halbuki öngördüğü sistem yeni değil, eskiden uygulanan sistemdi ve başarılı olamadığı için AKP-MHP ittifakının yeni sistem çalışması toplumdan destek bulmuştu. Kısaca Türkiye’deki toplum demokrasi ve özgürlükler temelinde değişim istiyordu, CHP ise toplumu eskiye döndürme vaadinde bulundu.ı
Kemal Kılıçdaroğlu içi boş bir adaletçilik yaptı. Söylemde ve yürüyüşte adaletçi geçinirken, en temel konularda AKP adaletsizliğine destek verdi. Dolayısıyla bir inandırıcılığı oluşmadı. Kemal Kılıçdaroğlu, haram yemeyen halktan biri gibi kendini sunmaya çalıştı. Fakat bu durum, topluma bir zayıflık ve hatta zavallılık olarak yansıdı. Türkiye’nin temel sorunlarına demokratik çözümler üreterek toplumun karşısına çıkmak yerine, AKP-MHP yönetiminin yıpranmasına ve halkın değişim talebinin yükselmesine dayanarak iktidar olabileceğini sandı. Oysa sadece karşıtını kötüleyerek toplumun desteğini almak ve iktidar olmak mümkün değildi ve de sonuç böyle oldu.
Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP, ekonomik krizden söz ederek ve bu krizin en üst boyuta çıkmış olmasına dayanarak iktidar olabileceğini sandı. Oysa ekonomik krizin temel nedenlerini doğru tespit edemedi. Sadece basit sonuçları üzerinde propaganda etmeye çalıştı. Ekonomik krizin demokrasisizlikle bağını kurmadı, özgürlüklerin eksikliğinden kaynaklandığını ortaya koymadı. Kısaca ekonomik krizin temel nedeninin yapısallık olduğunu, TC’nin kuruluşunu ifade eden ideolojik ve siyasi yapılanmadan kaynaklandığını göremedi veya görmek istemedi. Bunun görünen siyasi sonuçları olarak da örneğin Kürt sorunu üzerinde açık demokratik çözüm öngöremedi. İmralı’da Önder Apo üzerinde oluşturulan faşist-soykırımcı sistemi ve bunun tüm Türkiye’yi yönettiğini ortaya koymadı. Zap, Avaşin ve Metina’da, Kurdistan dağında gerilla ile yaşanan savaşın ve Kuzey Suriye’deki işgalci saldırıların anlamına tam varamadı.
Kısaca, birincisi İmralı’ya doğru ve demokratik bir yaklaşım göstermedi, demokratik çözüm geliştirmedi. İkincisi, Kurdistan’da yürütülen savaşa karşı çıkmadı ve karşı çıkma temelinde Kürt sorununa bir çözüm önermedi. Böylece de yaşanan ekonomik krizin nedenlerini görmedi veya ortaya koymadı. Nedeni ortadan kaldırmaya dayanmadığı için de ekonomik krize dair çözüm diye ileri sürdükleri inandırıcı olmadı. Benzer durumu diğer birçok konu hakkında da ortaya koyabiliriz. Örneğin kadın özgürlüğüne ciddi ve yeterli yaklaşmadı, AKP-MHP faşizminin erkek egemen saldırılarına karşı mücadele etmedi. Doğanın tahribine ve yağmalanmasına karşı açık tutum alıp mücadele etmedi. Neden? Çünkü bütün bunlar sonuçta Kürt soykırımına karşı çıkmaya götürecekti. Oysa CHP “Birinci Cumhuriyet’in” kurucusuydu ve bu cumhuriyet Kürt düşmanlığı ve soykırımı üzerine kuruldu. Belli ki CHP bu zihniyet ve siyaseti değiştirmemişti. Asimile olmuş bir Kürt’ün yönetiminde değiştirmesi de mümkün değildi. Asimile olmuş Kürt söz konusu değişikliği yapamaz, sadece söz konusu zihniyet ve siyasetin yürütülmesinde toplum nezdinde aldatıcılık yapabilir. Nitekim olan da bu olmuştur.
Peki bütün bunları niçin belirtiyoruz? Çünkü Türkiye’deki zihniyet ve siyaset üzerine yoğun tartışmalar yaşanıyor. Demokratik siyaset, başlattığı özeleştiri temelinde kendini yenilemeye ve sol demokratik ittifakı yeniden yapılandırmaya çalışıyor. O halde tartışmaları doğru yapmalı ve gündemini hep doğru oluşturmalıdır. CHP gibi başkalarının gündemine takılmamalıdır.
Peki doğru gündem nedir? Birincisi, İmralı’daki soykırımcı tecrit sistemine karşı mücadeledir. Bu her zaman başta gelir. İkincisi, devletin Kürt sorununa savaşçı yaklaşımıdır ve bu temelde yaşanan savaştır. Ekonomik kriz dahil Türkiye’deki sorunları belirleyen İmralı soykırım sistemi ile Zap’ta yaşanan savaştır. Bunları görüp gündem yapmayan, Türkiye’nin sorunlarını doğru biçimde gündemleştiremez. Bunlar temel alınarak erkek egemen zihniyet ve siyasete, yani kadın üzerindeki tecavüz ve katliamlara, Akbelen’de olduğu gibi orman kıyımına ve doğa katliamlarına, enflasyona ve ekonomik krizin etkilerine, zindanlardaki vahşi baskı ve işkenceye karşı çıkılabilir. Böyle yapılırsa da elbette gündem doğru oluşturulmuş olur. O zaman da toplum söylenenleri anlar ve benimser, insanlar ikna olur ve mücadeleye katılır.
Demek ki, birincisi, gündemi doğru oluşturmaktır. İkincisi, fazla geç kalmamak ve kendini tartışmaya boğmamaktır. Üçüncüsü, sadece devlet siyasetini öngörmemek ve kendini ona göre şekillendirmemektir; tersine faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadeleyi esas alarak kendini devlet dışı demokrasi olarak yapılandırmaktır. Dördüncüsü ise, mücadeleyi öngörüp bir demokratik eylem gücü olarak yapılanmaktır. Unutmayalım, Önder Apo “Demokrasinin dili eylemdir” dedi. O halde eylemsiz demokrasi düşünülmemeli ve de öngörülmemelidir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika