Gurur veren cezalar
Bizce Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ ve arkadaşlarının aldığı cezalar üzüntü değil, gurur veren cezalardır. Faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadele edildiğinin ve asla teslim olunmadığının kanıtlarıdır.
Bizce Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ ve arkadaşlarının aldığı cezalar üzüntü değil, gurur veren cezalardır. Faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadele edildiğinin ve asla teslim olunmadığının kanıtlarıdır.
Nihayet beklenen oldu. AKP-MHP yargısı, uzun bir süredir yürüttüğü uydurma Kobanî Davasını 16 Mayıs günü karara bağladı ve beklendiği gibi dönemin HDP Yöneticilerine ağır cezalar verdi. Söz konusu sonuç, demokratik siyaset güçleri tarafından büyük tepkiyle karşılandı. Dış dünyada da önemli bir yankı yarattı. O günden bu yana söz konusu bu sonuç yoğun olarak tartışılıyor. Türkiye’de ve yurtdışında geliştirilen eylemlerle faşist mahkeme kararı protesto ediliyor. Bunlar temelinde aslında olaya ilişkin hemen her şey söylenmiş gibi. Ancak biz de bazı şeyler ifade ederek tartışmalara dahil olmak istiyoruz.
Öncelikle şunu belirtelim ki, faşist AKP-MHP yargısının ‘Kobanî Davası’ adıyla yürüttüğü yargılama uydurma bir şeydi. Hukuku zorlayarak ya da hukuka kılıf uydurarak bu durumu ortaya çıkardılar. AKP-MHP faşizminin yürüttüğü böyle çok sayıda uydurma dava var. İşte ‘Kobanî Davası’ da bunlardan birisiydi. Tayyip Erdoğan’ın ve TC Hükümetinin kışkırtmaları ve DAİŞ’e açıktan destek vermesi, başta Kürtler olmak üzere tüm Türkiye’de önemli bir toplumsal tepki ortaya çıkarttı. Eğer bunda azmettiriciler yargılanacaklardıysa, o zaman en başta Tayyip Erdoğan’ın ve hükümetin yargılanması gerekirdi. Ancak yapılan böyle olmadı. Her zamanki gibi suçlu güçlü oldu ve siyasi karşıtlarını bu biçimde ezmeye çalıştı.
Bu açıdan, söz konusu davaya ilişkin söylenenlerin hemen hepsi doğrudur. Her şeyden önce, söz konusu dava bir siyasi davadır ve karar da bu temelde verilmiştir. Tayyip Erdoğan Yönetimi, hukuku siyasete alet ederek siyasi rakiplerini ezmeye çalışmıştır. Diğer yandan, söz konusu dava ve verilen sonuç, Tayyip Erdoğan Yönetiminin bir faşist diktatörlük olduğunu bir kez daha net bir biçimde teyit etmiştir. Kobanî Davası bir intikam davasıdır, dolayısıyla 16 Mayıs günü verilen karar da bir intikam kararıdır. Bu dava ve kararla DAİŞ’e açıkça sahip çıkılmış, DAİŞ’e karşı mücadele suçlanarak ağır cezalara çarptırılmıştır. Böylece DAİŞ’i yönetenlerin kimler olduğu bir kez daha görülmüştür. DAİŞ’e karşı büyük mücadele veren Kürt halkı ve Türkiye demokrasi güçleri, siyasi temsilcileri şahsında cezalandırılmıştır. Aslında ceza verilen dönemin HDP yöneticileri değildir, onların şahsında Kürt halkı ve Türkiye demokrasi güçleridir.
Çok açık ki, bütün bunların hepsi doğrudur. Dolayısıyla ne kadar eleştirilir ve teşhir edilirse o kadar iyi olur. Yine bu kararı tanımamak ve buna karşı etkin mücadele etmek de doğru ve gereklidir. Zaten sadece kararı değil, söz konusu davayı da tanımamak ve ona karşı mücadele etmek de gerekir. Özellikle davanın ve verilen kararın açık bir biçimde DAİŞ destekçiliği ve DAİŞ’i sahiplenme olduğu ortaya konarak, Türkiye halklarının ve dünya kamuoyunun bilinçlendirilmesi için çalışmak önemlidir.
Kuşkusuz bu temelde yapılanların hepsi gereklidir ve bütün bunların hepsine biz de katılıyoruz. Fakat hem eklemek istediklerimiz var ve hem de tam anlamadığımız hususlar var. Örneğin mahkemenin karar verdiği zaman bizce önemlidir. Yıllardır yürütülen yargılama, her nedense Mayıs ayında karara bağlanmıştır. Belki bu durum bir tesadüf olarak da görülebilir. Fakat bunu yapanları intikamcı olarak değerlendiriyorsak, o zaman yaptıkları her şeyde de bu intikamcılığı aramamız gerekir. Mayıs ayı Türkiye ve Kürdistan devrimci mücadelesinde çok önemli bir aydır. Kürtler ve Türkiye devrimcileri bu ayı ‘Şehitler Ayı’ olarak tanımlıyorlar. O halde, böyle bir kararı şehitlere bir saldırı olarak değerlendirmek, aynı zamanda bir gündem saptırma girişimi olarak ele almak pek hatalı olmaz.
Dahası 16 Mayıs günü, mevcut KDP Yönetiminin 1997’de Hewlêr’de yetmişten fazla hasta ve yaralı özgürlük savaşçısını katlettiği gündür. Yani benzeri bulunmayan alçakça katliamın yıldönümü olmaktadır. Günümüzde AKP-MHP faşizmiyle KDP Yönetiminin yaşadığı izdivaç da dikkate alınırsa, acaba kararın bugünde verilmesini KDP mi isteyip de AKP-MHP faşizmi yerine getirdi diye düşünmekten insan kendini alıkoyamıyor. Öyle ya, her iki güç de Kürt özgürlüğünün ve Türkiye demokratikleşmesinin yeminli düşmanı olarak ortada duruyor. Her gün ‘kök kazımaktan’ söz ediyorlar. Açık ki böylelerinin yapmayacağı şey olamaz.
Şimdi anlayamadığımız hususa gelelim. 16 Mayıs kararını değerlendiren bazıları, ‘bunun yumuşamaya ters olduğunu’ söylüyor. Bizim anlayamadığımız işte bu ‘Yumuşama’ kavramı oluyor. Gerçi KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, yaptığı açıklamada bunun bir ‘Aldatmaca’ olduğunu söyledi. Ancak aldatmaca da olsa, eğer böyle bir düşünce, hesap ve beklenti varsa bunu önemsemek gerekir. Herhalde bazıları 31 Mart seçimleri ardından siyasi sürece ilişkin yapılan değerlendirmeleri yanlış anlamışlar. Yumuşama AKP-MHP faşizminin CHP ile ilişkilerindeki bir arayış durumudur. Yoksa devrimci ve demokratik güçleri ve de halkları kapsayan bir şey değildir. Tersine Kürt halkına ve Türkiye devrimci-demokratik güçlerine daha fazla saldırabilmek için, AKP-MHP faşizminin CHP’den ve benzeri güçlerden destek arayışıdır. Yani onlar arasındaki yumuşama, Kürtlere ve demokrasi güçlerine daha çok saldırı ve katliam içindir. Bunun asla yanlış anlaşılmaması ve yanlış hesap yapılmaması gerekir.
Eğer bu durum mevcut CHP Yönetiminin Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmeye dayanıyor ve Özgür Özel yönetimi tarafından yönlendiriliyorsa, o zaman mevcut CHP yönetimi tehlikeli iş yapıyor demektir. Böyle şeyleri hep Kemal Kılıçdaroğlu Yönetimi yapardı. Eğer Özgür Özel Yönetimi de sıkıştığı her durumda ve özellikle Kürtlere ve demokrasi güçlerine saldırıda AKP-MHP faşizmine destek verecekse, o zaman Kılıçdaroğlu yönetiminden hiçbir farkı kalmaz. Bu durumu da dikkatle izleyip, fazla zamana yaymadan gerçekleri açığa çıkarmak ve mevcut CHP yönetiminin gerçek yüzünü açık etmek gerekir. Tabi bu temelde de mücadele etmeyi öngörmek esas olmalıdır.
Aslında tam anlayamadığımız diğer bir husus da demokratik siyaset güçlerinin 16 Mayıs kararı karşısında yaşadıkları kısmi şaşkınlıktır. Oysa söz konusu karar karşısında örneğin biz hiç şaşırmadık. Çünkü davanın uydurma, intikam amaçlı ve DAİŞ destekli olduğunu biliyorduk. AKP-MHP siyasetinin ve pratiğinin tümüyle Kürtlere ve demokrasi güçlerine dönük faşist-soykırımcı bir savaş temelinde olduğunu görüyorduk. Dolayısıyla karar da bu temelde olacaktı ve söz konusu düşmanlığı, faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti yansıtacaktı. Nitekim böyle de oldu. Yani bizim farklı hiçbir beklentimiz yoktu ve dolayısıyla karar karşısında en ufak bir şaşkınlığımız da olmadı. O halde, kısmi de olsa şaşkınlık yaşayanların belli ki farklı beklentileri vardı. Eğer öyleyse, o zaman AKP-MHP faşizmini anlamakta yanılgıları vardır. Elbette bu da faşizme karşı tutum ve mücadelede zayıflık yaratır.
Örneğin dönemin HDP yöneticileri ağır cezalar almayıp da ne yapacaklardı. Bu sonuç AKP-MHP yönetiminin nasıl bir faşizm olduğunu bir kez daha gösterdi. Farklı bir sonuç, ancak farklı bir yönetimden çıkardı. HDP eski eş genel başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, ağır cezalar almayıp da Altan Tan ve Ayhan Bilgen gibi beraat mı edeceklerdi? Beraat etseler ya da hafif cezalar alsalardı, bu ajan kişiliklerden ne farkları kalırdı. O halde, neye üzülüp neye sevineceğimizi iyi bilmeliyiz. Bizce Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ ve arkadaşlarının aldığı cezalar üzüntü değil, sevinç kaynağıdır. Bunlar gurur veren cezalardır. Faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadele edildiğinin ve asla teslim olunmadığının kanıtlarıdır. Zaten başka bir sonuç da olamazdı. Sonuç farklı olsaydı, o zaman ortada özgürlük ve demokrasi adına bir şey kalmazdı. Elbette bu sonuca karşı da mücadele edilmeli. Ancak doğru söz ve davranışla yapılmalı bu mücadele. Başarı işte o zaman gelir. Faşizme karşı direnen herkese selam ve başarılar!
Kaynak: Yeni Özgür Politika