Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü neden sessiz?
Birleşmiş Milletler bünyesinde oluşturulan Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü, gerillaya karşı kimyasal silah kullanıldığına dair bulgular olmasına rağmen neden hala sessiz?
Birleşmiş Milletler bünyesinde oluşturulan Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü, gerillaya karşı kimyasal silah kullanıldığına dair bulgular olmasına rağmen neden hala sessiz?
Günümüz dünya düzenini oluşturan küresel güçlerin iddia ettikleri gibi gerçekten bu dünya düzeni hümanist bir zihniyetle mi, yoksa yasaların hiçbir anlamı olmayan sadece ve sadece bir düzine elit sermayedarın ve devlet bürokrasisinin çıkarlarını korumak için mi düzenlendi?
Günümüz dünya düzenini anlamaya ve var olan dünya sistemini doğru tanımlamaya her zamandan daha çok ihtiyaç var. Çünkü mevcut dünya düzeni bir günde oluşmuş bir sistem değil, dolayısıyla bin yıllara dayanan bir tarih üzerinde şekillenmiştir. En önemlisi de yakın geçmişimizde yaşadığımız iki dünya savaşının gerek insanlık tarihinde gerek ekolojik ve toplumsal sistemimizde çok büyük yıkıntılar yarattığını bilmekteyiz. Günümüz teknoloji ve iletişim çağında yakın tarihin enkazları daha göz önündeyken göz göre göre tekrardan benzer ve daha yıkıcı bir döneme doğru sürüklenmek nasıl bir izahı olabilir ki?
Başta ABD ve Avrupa devletleri olmak üzere ikinci dünya savaşından sonra büyük bir enkazın üzerine yeni bir insani hukuk düzeni kurdular ve en temel özelliği ise yaşanan yıkıntıdan sonra hümanist, evrensel insan haklarını dikkate alan ve her türlü insan haklarını korumayı taahhüt eden bir hukuksal sistem olmasıydı. Batılı devletlerden beklenen de elbette buydu, zira sanayi devrimi batıda ilk olarak gelişmiş ve tüm konvansiyonel silah teknolojisinin tekeline sahiptiler. Öte yandan gelişen kimya endüstrisi ile üretilen kimyasal silahlar ve batılı devletler tarafından geliştirilen nükleer silahların yıkıcı etkisinden dolayı kimyasal ve nükleer silahların yasaklanması da aynı hukuksal çerçevede yasaklanmıştı. Avrupa ve ABD’den başka hiçbir Ortadoğu devleti kimyasal veya nükleer silah üretimi yapamaz gerek altyapı olarak gerek bilimsel olarak bu devletlerin nükleer ve kimyasal silah geliştirmesi mümkün değildi. Geliştirilmesi halinde dahi (özellikle kimyasal silahların geliştirilmesi) ham maddeleri Avrupa ve ABD’den alınarak kimyasal silahlar üretilmektedir. Bu çerçevede bakıldığında tüm sorumluluk başta Birleşmiş Milletler (Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü) Avrupa ve ABD’dedir.
Türk devletinin 2021 yılın şubat ayında ilk başta Garê alanına yaptığı operasyon ile kimyasal ve zehirli gazların kullanılması gündeme geldi. 23 Nisan’da Erdoğan ile Biden görüşmesinden sonra Medya Savunma Alanlarına ikinci geniş çaplı bir operasyon başlatıldı ve Türk ordusu altı aydır zehirli gaz ve kimyasal silah kullanımına devam etti. Altı aylık süre zarfında çıkan belge ve bulgular uluslararası kurumları harekete geçirmedi. Temel gerekçeleri ise yeterli bulguların olamamasıydı!
Son bir ay içerisinde HPG basın ve irtibat merkezi, Girê Sor ve Werxelê alanlarındaki savaş tünellerine yönelik Türk ordusu bir öncekilerinden farklı yeni bir kimyasal silah ile defalarca saldırılarda bulunduğunu ve bu saldırıların sonucunda Werxelê’de beş, Girê Sor alanında ise altı gerillanın şehit olduğu bilgisini paylaşmıştı. Öte yandan HPG Girê Sor alanında zehirli gaz ve kimyasal saldırılardan kurtulan üç gerillanın anlatımlarını da kamuoyuyla paylaştı.
Türk ordusunun zehirli gazların ve kimyasal silahların yoğun olarak kullandığı ve Irak – Türkiye sıfır noktasında bulunan Girê Sor alanındaki savaş tünellerinde altı gerillanın şehit olduğu, üç gerilla ise hafif etkilenerek kurtuldu. Kimyasal silah saldırılarında kurtulan üç gerillanın arkadaşlarına ulaşmaları bir hayli zorlu olmuş ve halen iki gerillada ciddi etkileri olduğu yönünde bilgiler var. Gerillaların anlatımı oldukça dikkat çekicidir, savaş tünellerin kapalı olmasına rağmen Türk ordusunun nasıl hunharca hiç ara vermeden günlerce zehirli gaz ve kimyasal maddeleri içeriye gönderdiği ortaya çıkıyor. Yanı sıra yüklü miktarda patlayıcı ile defalarca savaş tünellerinde patlatmalar gerçekleştirilmiş.
Şimdi tüm Kürdistan kurumları ve demokratik kamuoyunun sorması gereken soru şudur; Birleşmiş Milletler bünyesinde oluşturulan Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü bu kadar bulgular olmasına rağmen neden hala sessiz? Bahsi geçen uluslararası örgütün tüm bu belge ve bulgulara rağmen halen sessiz kalmasının tek bir nedeni vardır; faşist Türk devletini korumak. Bunca iddia ve belgelerin göz önünde bulundurularak derhal harekete geçmesi gerekmektedir. Kimyasal silahları yasaklayan sözleşmenin imzacısı olan Türk devletinden izahat istenmeli ve söz konusu bölgelere uzman bir heyetle inceleme başlatılmalıdır. Türk devletinin imzaladığı sözleşmede tüm yükümlüklerini yerine getirme taahhüt ediyor, dolayısıyla buradaki hantallık OPCW’dedir (Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü).
Türk devletinin son saldırıları, 1986 yılında Saddam Hüseyin tarafından başlatılan Enfal operasyonuna benzemektedir. Saddam rejimi de ilk başta kimyasal silahları Peşmerge güçlerinin üslendiği dağlık bölgelerdeki köylere karşı kullanmıştı. Uluslararası kurumların ve küresel devletlerin sessizliğinden ve perde arkasında teşvik etmesiyle Saddam rejimi daha pervasızca davranarak bir sonraki hamlede kitle imha silahlarıyla devam etmişti. Geldiğimiz noktada benzer bir durumu tekrardan yaşıyoruz. Erdoğan rejimini cesaretlendiren yine aynı devletler ve uluslararası kurumlardır, konu gerilla güçleri olunca bu bir meşruiyet sağlamaz tersine bu durum Erdoğan rejimini daha pervasızca davranmasına ve cesaretlenmesine yol açmaktadır. Bir soykırımı tanımlamak ile aynı anda başka bir soykırıma kapı aralamak iki yüzlülüktür. 106 yıl önce Ermeni halkı batı devletlerin geliştirdikleri silahlarıyla soykırımdan geçirildiğinde, tüm bu devletler kendi çıkarları için sessiz kalmayı tercih etmişlerdi. Alman devleti sessiz kalmakla da yetinmiyordu, kendi subay ve generallerini bölgeye göndererek soykırım saldırılarını koordine etmede Türk devletine katkıda bulunuyorlardı. Bu çıkarcı gurupların kendi çıkarları uğruna bir daha aynı filmi bizlere izletmesine izin vermemeliyiz. Bu vesileyle uluslararası kurumları ve başta ABD ile Avrupa devletlerini kendi oluşturdukları yasalara sahip çıkmaya çağırmalıyız.