Kimyasal Tayyip’ten hesap sormak
Sokakları AKP-MHP faşizminin işgal ve kimyasal silah saldırılarına karşı çıkışla inletmek gerekir. Dengesini yitirmiş ve yönetemez hale gelmiş Tayyip Erdoğan yönetiminin istifasını istemek ve buna zorlamak gerekir.
Sokakları AKP-MHP faşizminin işgal ve kimyasal silah saldırılarına karşı çıkışla inletmek gerekir. Dengesini yitirmiş ve yönetemez hale gelmiş Tayyip Erdoğan yönetiminin istifasını istemek ve buna zorlamak gerekir.
Siyasi gündem o kadar yoğun ki, insan hangisinden başlayacağını bilemiyor.
ABD’nin Türkiye hakkında aldığı kararı mı yazalım, Tayyip Erdoğan’ın unutulmayacak Rusya ziyaretini mi konu edelim, Osman Kavala hakkında açıklama yapan büyükelçileri Türkiye’den kovma tutumunu mu değerlendirelim, Rojava’ya her gün yöneltilen askeri saldırılar üzerinde mi duralım, AKP-MHP iktidarının kara paracılıkta gri listeye alınmış olmasından mı söz edelim, gerilla karşısında yaşanan yenilgi ve derinleşen kriz sonucunda AKP-MHP’nin çöküşü üzerinde mi duralım; gerçekten seçim yapmak zordur.
En iyisi TC ordusunun Medya Savunma Alanlarına yönelik kimyasal silah kullanması üzerinde durmak ve Kimyasal Tayyip’in hesap verme durumunu canlı tutmaktır.
TC Devletinin 1990’lı yıllarda da Kürt gerillasına karşı kimyasal silah kullandığı birçok kez gündeme gelmiş ve tartışılmıştır.
Ancak özellikle 23 Nisan 2021 tarihinden itibaren Metîna, Zap ve Avaşîn bölgelerine yönelik saldırıda kimyasal silah kullanıldığı iddiası giderek yoğunluk kazanmıştır.
Önce gerilla direniş alanlarından haber geçen muhabirler bu iddiayı dillendirip bazı belgeler gösterirken, daha sonra kimyasal silah saldırısına hedef olup da kurtulan bazı gerillaların somut bilgi içeren açıklamaları gelmiştir. Bu bilgiler adeta en somut kanıtlar niteliği içermiştir.
En son HPG Merkez Karargah Komutanlığı da iç ve dış kamuoyunu bu konuda geniş olarak bilgilendirmiştir.
Artık şu husus netleşmiştir: AKP-MHP faşizmi Medya Savunma Alanlarında kimyasal silah kullanmaktadır.
Parça parça kullanılan bu silahlar daha çok gerillayı hedeflese de, bölgedeki sivil halk da belli ölçüde hedef olmaktadır.
Özellikle Şubat ortasındaki Garê yenilgisi ardından gelen Metîna, Zap ve Avaşîn saldırılarında da başarılı olamaması, yaptığı planları gerilla direnişinin başarısız kılması, Tayyip Erdoğan Yönetimini daha fazla kimyasal silah kullanmaya yöneltmektedir.
Bu biçimde çöküşünü önlemek ve iktidarını sürdürmek istemektedir. Yani Saddam’ın Halepçe’de yaptığını, bugün Tayyip de Metîna, Zap ve Avaşîn’de yapmaktadır.
Hukukçu olmadığımız için, mevcut yapılanları hukuki açıdan değerlendiremeyiz. Fakat savaşla uğraşıyoruz ve bir savaş hukukunun var olduğunu da biliyoruz.
Bu bilgimize dayanarak, savaş hukuku gereği kimyasal silah kullanımının yasak olduğunu ve kullanmanın suç oluşturduğunu belirtebiliriz. Bunun böyle olduğunu zaten herkes de bilmekte ve söyleyip yazmaktadır.
Örneğin ABD Saddam Hüseyin Yönetimine saldırırken, en önemli gerekçe olarak kimyasal silah bulundurma argümanını kullanmıştır. Halepçe’de kimyasal silah kullanımı bu iddianın kanıtı yapılmıştır.
Kısaca; AKP-MHP Yönetimi elinde kimyasal silahlar vardır ve Medya Savunma Alanlarında HPG ve YJA-Star gerillalarına karşı kullanmaktadır. Tabi bu durum alanda bulunan sivilleri de etkilemektedir.
Böyle olmasın ve dolayısıyla kimyasal silah kullandığı bilinmesin diye de Metîna, Zap ve Avaşîn’deki halkı köylerinden göçertmektedir.
Bunun için bombardıman yapmakta, araziyi yakmakta ve ormanları kesmektedir. Bütün bunlar geçen altı aylık süre içerisinde Medya Savunma Alanlarında yaygın olarak yapılmıştır.
HPG ve YJA-Star gerillalarının yoğun çabalarına rağmen, başta Güney Kürdistan olmak üzere tüm Kürdistan’da ve dış kamuoyunda söz konusu bu gerçekliğe dönük çok fazla bir ilgi olmamıştır.
Son süreçte özgür basın kısmen gündem yapmış ve başta İngiltere olmak üzere bazı dış alanlarda tartışma gündemine gelmiştir.
HPG Merkez Karargah Komutanı Murat Karayılan’ın son açıklaması ardından daha fazla tartışılacak gibi görünmektedir.
Nitekim Güney Kürdistanlı 109 aydın ortak biçimde BM’ye ve kimyasal silah kullanımını yasaklayan uluslararası kuruma çağrı yapmıştır. Benzer tarzda 44 Iraklı aydının da çağrı yaptığı belirtilmektedir.
Bu çerçevede hem TC’nin Güney Kürdistan’a yönelik işgal saldırıları ve hem de Kürdistan Özgürlük Gerillasına karşı kimyasal silah kullanımı daha fazla gündem yapılarak tartışılacağa benzemektedir.
Kuşkusuz Güney Kürdistanlı ve Iraklı aydınların söz konusu girişimleri çok önemlidir. Bu temelde kendilerini kutlamak gerekir. Ancak söz konusu girişim hem geç kalmıştır ve hem de yetersizdir.
Şimdiye kadar çoktan Güney Kürdistan’da ve Irak’ta TC işgaline ve kimyasal silah kullanımına karşı büyük kitle tepkilerinin gelişmesi gerekirdi. Karşı çıkış daha örgütlü ve bütünlüklü olabilirdi.
Karşı çıkışın aydınları aşıp tüm topluma ve siyasal güçlere ulaşması lazımdı. Bu açıdan baktığımızda olanların geç ve yetersiz olduğunu görürüz. Fakat bir ön açma ve başlangıç oluşturma açısından da büyük öneme sahiptir.
Aslında TC’nin işgaline ve kimyasal silah kullanımına karşı tüm Güney Kürdistan halkının ve Irak halklarının sokağa dökülmesi gerekir.
Çünkü işgal ve kimyasal silah kullanımı kendilerine dönük olmaktadır. Dahası Halepçe örneğinde olduğu gibi, kimyasal silah kullanımından en büyük zarar ve acıyı buradaki halklar görmüştür.
Öte yandan, benzer bir tepkinin, hatta daha büyük olarak Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de gelişmesi gerekir.
Çünkü Irak’a dönük işgal saldırıları yürüten ve kimyasal silah kullanan yönetim AKP-MHP faşizmidir. Yani Türkiye halkları ve Kuzey Kürtleri adına söz konusu işgal ve kimyasal silah saldırıları yapılmaktadır.
AKP-MHP faşizmi, Türkiye’deki faşist terör ve Kuzey Kürdistan’daki soykırım uygulamalarını Rojava ve Başurê Kürdistan’a dönük olarak da işgal ve kimyasal silah saldırıları olarak sürdürmektedir.
Dolayısıyla söz konusu işgal ve kimyasal silah saldırısı ile Kuzey Kürdistan ve Türkiye halkları doğrudan ilgilidir.
Ancak buna rağmen, söz konusu saldırıları gündem yapma, tartışma ve bunlara karşı mücadele etme zayıftır. Buralarda bir “Ulusal birlik” söylemi tutturulmuş gidiyor.
Halbuki AKP-MHP yönetiminin Medya Savunma Alanlarına dönük işgal ve kimyasal silah saldırısı vardır.
Bunu gündem yapıp karşı çıkmak, herkesten çok Kuzey Kürdistan ve Türkiye halklarının görevidir.
Böyle yapılmadığı için, AKP-MHP faşizmine karşı içerdeki mücadele de zayıf kalmaktadır.
Adeta her bakımdan çözülmekte ve çökmekte olan AKP-MHP faşizmine karşı öldürücü son darbe bir türlü vurulamamaktadır. Kimyasal Tayyip Yönetimi istifaya zorlanamamaktadır.
Gerçekte ne zaman ve nasıl olacağı belli olmayan genel seçime umut bağlanmaktadır. Adeta böyle bir seçim anı beklenmekte ve aranmaktadır.
Halbuki sokakları AKP-MHP faşizminin işgal ve kimyasal silah saldırılarına karşı çıkışla inletmek gerekir.
Dengesini yitirmiş ve yönetemez hale gelmiş Tayyip Erdoğan yönetiminin istifasını istemek ve buna zorlamak gerekir.
Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli kişilikleri, her yerdeki diktatörler gibi, kendilerinden hesap sorulacağını bildikleri ve bundan korktukları için yönetimi bir türlü kaybetmek istememektedirler. Çünkü yönetimden düşünce başlarına geleceklerden korkmaktadırlar.
Çünkü yıllardır kendileri herkese adeta kan ağlatmış, tarihin en ağır zulmünü yaşatmışlardır.
Yıllardır en ağır zulüm ve sömürü altında yaşayan on milyonların bir gün kendilerinden hesap soracağı korkusunu da her gün kendileri yaşamaktadır.
Fakat korkunun ecele faydası yoktur. Ne yaparlarsa yapsınlar, bir gün yaptıklarının hesabını mutlaka vereceklerdir.
Burada önemli olan ve istenen şey, bu sürecin kısa olup erken gelmesi ve söz konusu zulüm düzeninin uzayarak daha çok can yakıp kötülük yapmamasıdır.
Elbette bu da bizlere ve yaratıcı ortak mücadelemize bağlıdır. O halde hesap sorma mücadelesini büyütmek ve hızlandırmak gerekir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika