Kürt-Türk ilişkilerinin kırılma anları - I
I. Dünya Savaşı sonrasında Kürtler açısından ciddi fırsatların oluştuğu bir dönem oldu, ancak Kürt siyasi aktörler, doğru bir strateji ve birlik sağlayamadı.
I. Dünya Savaşı sonrasında Kürtler açısından ciddi fırsatların oluştuğu bir dönem oldu, ancak Kürt siyasi aktörler, doğru bir strateji ve birlik sağlayamadı.
I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla birlikte Ortadoğu’nun yeni siyasi haritası şekillenmeye başladı. Galip devletlerinin çıkarları doğrultusunda kurulan bu yeni devlet yapıları, günümüze kadar süregelen bir bölgesel düzenin temelini attı. Bu süreçte Kürtlerin statüsü tartışmaya açıldı. Sovyetler Birliği’nin ortaya çıkışıyla Ortadoğu ve Anadolu’da dengeler değişti ve Kürtler, bu yeni düzenin kurbanı oldu. Kürtler dörde bölünerek sömürgeleştirildi ve ulusal varlıkları yok sayıldı. Bu dönemde, Kürt halkı, ulusal bir birlik kurarak siyasi bir özne olma fırsatını kaybetti.
Kürtlerin, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra ortaya çıkan boşluğu değerlendirmemeleri, onları imha politikalarına karşı bir mücadele ve direniş sürecine geçmeye zorladı, ancak bu direnişler başarılı olamadı. Doğu Kurdistan’da Simko, Güney Kurdistan’da Şeyh Mahmut Berzenci ve Kuzey Kurdistan’da Şeyh Said gibi önderlerin öncülüğündeki direnişler, işgalci güçlere karşı yenildi. Bugün Kürt sorununun tartışıldığı platformlarda, bu tarihi süreç sıkça gündeme gelmektedir. Özelikle Musul ve Kerkük gibi sorunlarla bağlantılı olarak, Kürdistan’ın siyasi statüsü ve Kürt sorununu şekillendiren bu süreçteki önemli olaylardan biri de Şeyh Said öncülüğündeki direniştir.
Direniş, organizasyon eksiklikleri ve stratejik hatalar nedeniyle kısa sürede bastırıldı, ancak bu, Kürdistan’daki 100 yıllık karmaşanın sadece bir başlangıcıydı. 1925’te kanla bastırılan direniş, yıllarca sürecek baskı, sürgün ve katliamların fitilini ateşledi. Direnişin bastırılmasının hemen ardından devlet, Kürdistan’da ilk defa askeri hakimiyet kurdu. Bu baskılara karşı gelişen yerel isyanlar kanla bastırıldı ve geniş çaplı sürgünlerle zorunlu yerinden etmeler hızla devreye sokuldu.
Kemalist rejim, Türk etnik kimliği üzerine kurduğu yeni bir ulus inşa etme sürecine, Kürt kimliğini yok etme stratejisini entegre etti. Bu süreç, Şeyh Said öncülüğündeki direnişin bastırılmasıyla hızlandı; Kürt halkının kültürel, dilsel ve toplumsal varlığını silmeye yönelik bir dizi politikayı devreye sokan dönüm noktasıydı. Kemalist rejim, Kürt kimliğini yok etmek amacıyla yeni yasalar ve uygulamalarla Kürt halkını asimile etmeye ve kültürel kimliklerini silmeye yönelik stratejiler geliştirdi.
Kemalist rejimin bu stratejileri, sadece kültürel ve toplumsal düzeyde değil, aynı zamanda etnik kimlik temeli bir kanlı dönüşüm süreci olarak şekillendi. Türk kimliği, Kürt coğrafyasına dayatıldı ve bu süreç, yıllar içinde çeşitli politikalarla devam etti. Direnişin bastırılması, Kürt meselesini bir askeri-güvenlik sorunu olarak ele alan devlet anlayışının da temelini attı ve devletin Kürtlere yönelik uygulamaları bu perspektife dayandı.
Bu yazı dizisinde, Şeyh Said öncülüğündeki direnişin tarihsel arka planı, nedenleri, gelişimi ve sonuçları ele alınarak dönemin siyasi dinamikleri inceleniyor.
KÜRTLERİN OSMANLI ORDUSUNDAKİ ROLÜ
I. Dünya Savaşı sonrasında Kürdistan, ağır bir yıkım ve yokluk içinde olsa da siyasi olarak bağımsızlığını elde etme imkanına sahipti. Kürtler savaş boyunca Osmanlı ordusunda farklı cephelerinde savaştı ve büyük kayıplar verdi. Erzurum, Sivas, Elazığ ve Musul gibi şehirlerde konuşlanmış Osmanlı askeri yapılarının çoğunluğu Kürtlerden oluşuyordu. Özelikle 3. Ordu ve 6. Ordu bünyesinde Kürt askerler ve aşiret kuvvetleri aktif rol oynadı. Kürdistan’daki savaşlar oldukça kanlı geçmişti. Örneğin Sarıkamış’ta net olmayan verilere göre 90 bin asker donarak ölmüştü. Ağır doğa koşulları, açlık ve hastalıklar nedeniyle savaş oldukça kanlı geçmişti.
SAVAŞIN TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Savaş sırasında yaşanan büyük insan kayıpları, göçler ve savaşan devletlerin baskıları, Kürt topluMu üzerinde derin etkiler bıraktı. Kürt Dil Bilimci Emir Celadet Bedirxan’a göre göre, yüz binlerce Kürt sürgüne gönderildi ve yollarda hayatını kaybetti. Açlık ve sefalet, özelikle 1918-1919 yıllarında Kürdistan’ı kasıp kavurdu. I. Dünya Savaşı sırasında savaşın taraf devletleri, Kürtleri yanlarına çekmek için aşiretlere silah yardımında bulunmuştu. Bu dönemde Kürtler, birçok cephede aktif olarak savaşa katıldı. Özellikle Serhat, Urfa, Bingöl, Bitlis, Amed, Başûr gibi bölgelerde Kürt aşiretleri, silahlanmış ve bölge hakimiyetlerini güçlendirmişti. Osmanlı ordusundaki birçok birliğin Kürt silahlı güçlerinden oluştuğu göz önüne alındığında, Osmanlı’nın fiilen temsili bir idare sağladığı, gerçek askeri gücün çoğunlukla Kürt aşiretlerinin denetiminde olduğu söylenebilir.
AŞİRETLERİN GÜCÜ VE SİYASİ BİRLİK OLAMAMALARI
Bu dönemde Kürt aşiretleri, sadece askeri güç sağlamakla kalmamış, aynı zamanda bölgedeki fiili otoriteyi de elinde bulundurmuştur. Kürtler arasındaki iç çatışmalar ve siyasal birliğin eksikliği, bu gücün birleşik bir şekilde etkin olmasını engellemiştir. Mondros Mütarekesi sonrası Osmanlı ordusu fiilen dağılmaya başlamış, savaşın sonlarına doğru 400 bin kişilik mevcudu, firar ve kaçakların etkisiyle hızla 50 binin altına düşmüştü. Sadece Erzurum’da Kazım Karabekir’in komutasındaki 15. Kolordu dağılmadan kalmış, ancak ülke genelindeki ordu büyük ölçüde dağılmış ve galip devletlerin işgali başlamıştı. Bu durum, Kürt aşiretlerinin silahlı gücünün, Osmanlı ordusuna kıyasla çok daha büyük bir kapasiteye ulaştığını ve eski Hamidiye Alayları’ndaki güçlerine geri döndüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Bu silahlı gücün bağımsızlık, siyasi birlik veya Kürt haklarının güvence altına alınması amacıyla kullanılmaması, Kürtlerin tarihsel bir fırsatı kaçırmasına yol açmıştır. O dönemde, Kürt aşiretlerinin birleşmesi ve siyasal bir bütünlük oluşturması, bağımsızlık için güçlü bir temel atmalarına olanak sağlayacak bir güce sahip olduklarını net bir şekilde gösteriyor.
KÜRDİSTAN TEALİ CEMİYETİ VE AMAÇLARI
Savaş sonrası Kürtler arasında siyasal örgütlenme çabaları da başladı. İstanbul’da 17 Aralık 1918’de Kürdistan Teali Cemiyeti kuruldu. Başında Seyit Abdulkadir bulunuyordu. Yönetimde Emin Ali Bedirxan, Ferik Fuat Paşa gibi Osmanlı yönetiminde de etkili olmuş isimler vardı. Amacı, Kürtlerin çıkarlarını korumak ve ulusal davayı savunmaktı. Elazığ, Amed, Muş ve Malatya gibi şehirlerde şubeler açtı. Silahlı bir gücü olmaması ve bağımsızlık konusunda net bir siyaset geliştirmemesi, halk hareketini dönüşmesini engellemiştir. Ayrıca, silahlı gücü olan Kürt aşiretleriyle tam bir siyasi birlik oluşturamamış ve aşiretlerin bağımsızlık konusunda ikna edilmesi sağlanmamıştır. Aşiretler daha çok dar ve bölgesel konumlarını korumayı amaçlamış ve bağımsızlık fikrine sıcak bakmamıştır. Bu da Cemiyet’in ikna süreçlerini geliştirememesiyle birleşerek, güç kazanmasının önünde büyük bir engel oluşturmuştur. Aynı dönemde, Kürt Neşri Maarif Cemiyeti, Kürt Talebe Hevî Cemiyeti ve Kürt Teali Kadınlar Cemiyeti gibi diğer kuruluşlar da aktif olarak diplomatik, siyasi ve kültürel faaliyetlerde bulunmuşlardı. Bu cemiyetler de bağımsızlık ve ulusal egemenlik için gerekli güce ve stratejilere ulaşamayarak, somut bir siyaset oluşturamamıştır.
PARİS GÖRÜŞMELERİ, SEVR VE KÜRTLER
1919’daki Paris Barış Konferansı, Kürtlerin ilk kez uluslararası bir platformda statü tartışmasına dahil olduğu önemli bir süreçti. Kürtlerin temsilen Şerif Paşa, Kürdistan’ın siyasi geleceği için taleplerde bulunsa da Kürtler arasında bir birlik sağlanmaması ve büyük güçlerin önceliklerinin farklı olması nedeniyle somut bir kazanım elde edilemedi. Paris’in ardından 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması, Osmanlı’yı fiilen parçalarken, Kürtlere özerklik ve bağımsızlık ihtimali sundu. Bu antlaşma, Kürtlerin coğrafi bütünlüğünü sağlamaktan çok, bölgelerini daha da parçalayarak farklı devletlerin denetimine bırakıyordu.
Başlangıçta İngiltere, Fransa ve Rusya Osmanlı’yı paylaşma konusunda hemfikirdi. İngiltere, Mezopotamya’daki petrol bölgelerini ele geçirme stratejisini sürdürürken, Fransa ise Suriye ve Güney Kürdistan’ın bir kısmını manda yönetimine almak istiyordu. Bolşevik Devrimi sonrası Rusya, Osmanlı’nın paylaşımı konusundaki planlardan çekildi ve Lenin, gizli anlaşmaları ifşa ederek bölgedeki hesapları bozdu. Bu süreçte Anadolu’da Türk milliyetçiliğinin de güç kazanması, sahadaki dengeleri değiştiriyordu.
İngiltere, Sevr’i uygulamak yerine Anadolu’daki Türk milliyetçi hareketini dengeleme yoluna gitti. Bolşeviklerin Kafkasya’ya ilerlemesi ve Ortadoğu’da yeni bir paylaşım savaşının çıkma riskinin artması, İngiltere’yi güçlü bir Türk devletini desteklemeye yöneltti. Fransa ise Kürdistan’ın kuzeyi ve Anadolu’daki askeri varlığını, Ankara hükümeti ile anlaşarak güneye çekti. Bu şekilde Sevr Antlaşması’nın hiçbir hükmü kalmadı. Bunun yerine Kürtlerin statü taleplerini reddeden 1923 Lozan Antlaşması yürürlüğe girdi ve Kürtler dört farklı devletin sınırları içinde bırakıldı.
I. Dünya Savaşı sonrasında Kürtler açısından ciddi fırsatların da oluştuğu bir dönem oldu. Kürt siyasi aktörler, bağımsızlık için gerekli olan iç birlikteliği sağlamadığı gibi daha çok büyük devletlere güven üzerinde bir siyaset geliştirdi. Osmanlı’nın son döneminde Kürt siyasi aktörler, İstanbul merkezli politikalar izlemeyi sürdürdü ve bu da Kürdistan’da güçlü bir siyasal atmosfer geliştirmelerine engel oldu.
Kürt siyasi aktörler, Kürdistan’a dönüş ve bağımsızlık için oluşan fırsatlara sahipken, aşiretler arasında birliği sağlayamadı, çünkü aşiretlerin silahlı birlikleri mevcuttu. Bunun aksine, Kemalist hareket bu durumu lehine çevirdi. 1919’da Anadolu’da hızla örgütlenmeye gittiler ve yeni Türk devletin temellerini attılar.
Devam edecek…