Kürt-Türk ilişkilerinin kırılma anları - II
Misak-ı Milli beyannamesi, sadece bir sınır tespiti değil, aynı zamanda Türkler ve Kürtlerin coğrafi kaderini belirleyen bir karardır. Kürtlerin destekleme nedenleri bu bağlamdadır.
Misak-ı Milli beyannamesi, sadece bir sınır tespiti değil, aynı zamanda Türkler ve Kürtlerin coğrafi kaderini belirleyen bir karardır. Kürtlerin destekleme nedenleri bu bağlamdadır.
Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışı, Kemalist hareketin Kürtlerle ilgili politikaları, dış güçlerin etkisi altında şekillenen bir strateji ile meselelerin barışçıl çözümüne yönelik bir denge unsuru olarak geliştirilmiştir. Bu süreçte Kürt kimliği ve bağımsızlık taleplerine yaklaşımı, zamanla baskılayıcı bir politikaya dönüşmüştür.
Mustafa Kemal, Anadolu’ya çıktıktan sonra Kürtleri kendi safında görmek için belirli bir politika izledi. Bu süreçte niyetleri ve icraatları arasındaki çelişki giderek daha belirginleşti. Amasya’da Kürt siyasi aktörleriyle işbirliği yapma gayreti, başarılı olmayınca, bu sefer Kürt aşiretleri, dini liderler ve kanaat önderlerinin desteğini kazanma yönünde adımlar atmaya yöneldi. Bu süreç, Kürt kimliğini, siyasi örgütlülüğü ve özelikle Kürdistan Teali Cemiyeti’ni ortadan kaldırma çabaları ile iç içe geçmiş bir şekilde ilerledi. Bu, Kürtleri yanına çekme çabalarının yanı sıra bir yandan da Kürtleri bastırmaya yönelik bir politika izlediğini gösteriyor.
Mustafa Kemal’in Kürtlerle olan ilişkileri, I. Dünya Savaşı yıllarına, özellikle 1916’ya kadar uzanmaktadır. O dönemde Amed’de konuşlanan 16. Kolordu’nun komutanı olarak atanan Mustafa Kemal, bölgede Kürt aşiret liderleri, kanaat önderleri ve dini otoritelerle yakın ilişkiler kurmuştur. Yine Samsun’a çıktıktan 10 gün sonra gönderdiği bir istihbarat raporunda, Kürtlere yönelik ilgisini ve İngiltere’nin Kürt politikaları hakkında bilgi talep ettiğini belirtmiştir. Özellikle Yunanistan’ın Anadolu’da ilerlediği bir dönemde Kürtlerle ilgili meselelerle ilgilenmesi dikkat çekicidir. 18 Haziran 1919’da 1. Ordu Komutanı Cafer Tayyar Bey’e gönderdiği telgrafta, İngiltere’nin bağımsız bir Kürdistan kurma yönündeki propagandasının etkisiz hale getirildiğini ve Kürtlerin Türkler ile birleştiğini, ortak hareket ettiğini ifade etmiştir.
Kemalist hareket, o dönemde stratejisini Kürtlerin hak elde edememesi üzerine kurmuştu, ancak konjonktür Kürtlerle ittifakı gerektiriyordu ve öyle yaptı. Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişinin ardından Kürt milliyetçi hareketleri, özellikle Kürdistan Teali Cemiyeti’nin etkinliği zayıflamaya başladığı gözlemlenmektedir. Kürdistan Teali Cemiyeti, siyasi etkinliğini Kemalist hareketin Kürtler arasında yaymasını önlemek üzerine kurdu. Osmanlı’nın son hükümeti ile Kemalist hareketin bu cemiyete yönelik baskıları giderek arttı. Bu baskıların iki farklı kaynaktan gelmesi, dönemin stratejik dengeleriyle doğrudan ilişkilidir. Osmanlı hükümeti ve Kemalist hareketi, Anadolu’da oluşturulmak istenen yeni siyasi yapının istikrarı açısından Kürtlerle olan ilişkileri dikkate almak durumundaydı. Kürt meselesi, aynı zamanda bölgedeki diğer etnik ve dini grupların durumuyla da bağlantılıydı. Özellikle Ermeniler başta olmak üzere tehcire uğrayan veya yerlerinden edilen toplulukların ardından Anadolu’da şekillenen yeni düzen, Kürtleri daha önemli bir faktör haline getiriyordu.
Bu bağlamda, Misak-ı Milli’nin kabulü sürecinde ve Kürdistan Teali Cemiyeti’ne yönelik baskılar, Osmanlı sonrası ve Türkiye’nin ulusal bütünlük stratejisiyle doğrudan bağlantılıdır. Anadolu’da yeni bir devletin inşasında Kürtlerin nasıl konumlandırılacağı meselesi, hem iç hem de dış politika açısından belirleyici olmuştur. Bu dönemde Kemalist hareket, Kürtlerin bağımsızlık taleplerinin önüne geçmek için çeşitli politikalar benimsemiş ve bu çerçevede uluslararası güçlerle ilişkileri de dikkatle yönetmiştir.
ERZURUM KONGRESİ VE KÜRTLER İLE İLİŞKİLER
Mustafa Kemal’in ilk önemli siyasi hamlelerinden biri, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında düzenlenen Erzurum Kongresi olmuştur. Erzurum ve çevresinde faaliyet gösteren Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti ve Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti gibi oluşumların desteğiyle toplanan kongre, Osmanlı’nın doğu vilayetlerinin bütünlüğünü koruma hedefiyle düzenlenmiştir. Kongrede, Doğu Anadolu’da Ermeni devletinin kurulmasını önlemek ve Osmanlı topraklarının bölünmesine karşı çıkmak temel amaç olarak belirlenmiştir. Kongreye 56 delege katılmış olup bunların büyük çoğunluğu Erzurum ve Trabzon’dan gelmiştir. Osmanlı yönetimi ve bölgedeki Kürt aşiretleriyle ilişkili bazı isimler de davet edilmiştir. Kürdistan Teali Cemiyeti, temsilci göndermediği gibi Kürtlerin katılımı konusunda da önleyici çalışmalar yapmıştır. O dönem Kürdistan'ın iki büyük merkezi olan Amed ve Xarpêt, hiç delege göndermemiştir. Amed, Xarpêt, Sêrt, Bedlîs, Meletî ve Dersim'de örgütlü bulunan Kürdistan Teali Cemiyeti, Erzurum Kongresi'ne delege gönderilmesine karşı çıkmış ve bunu da büyük ölçüde başarmıştır.
Erzurum Kongresi’nde kabul edilen kararlar arasında Misak-ı Milli sınırlarının belirlenmesi ve milli iradenin esas alınması gibi ilkeler öne çıkmıştır. Kongre sonrası oluşturulan Heyet-i Temsiliye içinde farklı kesimlerden temsilciler bulunmakla birlikte, fiili lider Mustafa Kemal olmuştur. Kongre beyannamesinde, Osmanlı’nın bütünlüğünün korunması ve hilafet-saltanatın egemenliğinin sürdürülmesi vurgulanmıştır. Kürtlerin siyasal iradesine dair açık bir ifade yer almamıştır. Bu durum, Kürtlerin desteğinin alınmış gibi gösterildiğini, ancak karar süreçlerine doğrudan dahil edilmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Kongre, Kürtlerin geleceğine dair bağımsız bir tartışma yürütmek yerine, bölgenin Osmanlı bütünlüğü içinde kalmasını esas almış ve Kürtlerin bu yapıya bağlı kalacağı varsayımına dayandırılmıştır.
SİVAS KONGRESİ VE KÜRTLER
4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi, özelikle katılımın sınırlı olması ve halk iradesinin tam anlamıyla temsil edilmemesiyle dikkat çeker. Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi’nden daha az katılımla gerçekleştirilmiş, sadece Anadolu’nun bazı bölgelerini temsil eden bir etkinlik halini almıştır. Mustafa Kemal ve yakın arkadaşları dahil 31-38 kişi arasında katılım sağlanmış, Kürdistan delege göndermemiştir. Bu biçimiyle bölgesel niteliğe sahip olan Erzurum Kongresi’nden çok daha düşük bir katılımla toplanmıştır. Tarihçi Sabahattin Selek’in de belirttiği gibi; kongrenin açılacağı gün Sivas’ta bulunanlar, bir bakıma değil Anadolu ve Rumeli'yi, yalnız Anadolu'yu bile temsil edecek durumda görünmüyorlardı. Kongreye Hakkari delegesi olarak adı geçen Mazhar Müfit Bey, eski Bitlis Valisi olup M. Kemal'in heyetindendir. Kürtlükle ve Hakkari ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.
Kongre, Osmanlı’nın birliğinden bahsetmiş olsa da gerçekte bölgesel bir toplantı olmaktan öteye gidememiştir. Kongreye katılmayan kişilerin isimleri de önemli bir tartışma konusudur. Trabzon eski milletvekilleri İzzet ve Servet Beyler, Bitlis eski Milletvekili Sadullah Efendi ve Ankara Milletvekili Ömer Mümtaz Bey gibi isimler, kongreye katılmadıkları halde Heyet-i Temsiliye’ye seçilmişlerdir. Bu kişilerin memleketlerine döndükten sonra bir daha kongre çalışmalarına katılmadıkları anlaşılmaktadır. Bu durum, kongrenin Mustafa Kemal ve arkadaşlarının egemenliğine girmesine yol açmıştır.
MUSTAFA KEMAL’İN LİDERLİĞİNİ PEKİŞTİRDİ
Sivas Kongresi’nde söz ve karar hakkı büyük ölçüde Mustafa Kemal’in elindeydi. Halk iradesinden ve geniş bir katılımdan çok, Mustafa Kemal’in liderliğini pekiştirecek kararlar alınmıştır. Kongre sürecinde patlak veren Ali Galip Olayı (Urfa Mutasarrıfı Reşit Bey ile birlikte İstanbul hükümeti tarafından Sivas Kongresi’ni zorla dağıtmak ve Mustafa Kemal’i tutuklamakla görevlendirilen Xarpêt Valisi), Mustafa Kemal için büyük bir fırsat doğurmuştur. Ali Galip’in kongreye yönelik hareketi, Mustafa Kemal’in Anadolu’daki pozisyonunu güçlendirmesine olanak sağlamış ve aynı zamanda Kürt örgütlenmelerine karşı sert bir tutum benimsemesini hızlandırmıştır. Bu olay, Sivas Kongresi sonrasında Kemalist hareketin Anadolu’daki geleceğini şekillendiren kritik bir an olmuştur. Mustafa Kemal, Ali Galip’in olayından sonra hızla güç kazanmış ve Damat Ferit hükümetinin düşmesini sağlamıştır.
AMASYA GÖRÜŞMELERİ VE MİSAK-I MİLLİ
Damat Ferit hükümetinin düşmesinden sonra yerine gelen Ali Rıza Paşa hükümeti ile Mustafa Kemal, Rauf Bey ve Bekir Sami, Amasya’da bir görüşme yaptı. Osmanlı hükümeti ile Kemalist hareket arasında varılan anlaşmadan, Amasya görüşmelerinin ikinci protokolünde Sivas Kongresi bildirisi kabul edildi. Bu bildirinin birinci maddesi ile ilgili olarak görüşme tutanaklarında Kürlerle ilgili şunlar yazılıyor: “Beyannamenin l. maddesinde Osmanlı devletinin düşünülen ve kabul edilen sınırı, Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi içine aldığı ve Kürtlerin Osmanlı toplumundan ayrılmasının imkansızlığı izah edildikten sonra bu sınırı en küçük bir istek olmak üzere elde etmeyi sağlamanın gerekli olduğu müştereken kabul edildi. Bununla beraber, Kürtlerin serbest gelişmelerini sağlayacak şekilde sosyal ve geleneksel haklar yönünden imtiyazlara nail olmaları da desteklenip, yabancılar tarafından Kürtlerin bağımsızlığı adı altında yayılmakta olan yalanların önüne geçmek, için de bu noktanın şimdiden bilinmesi hususu uygun görüldü.”
Ayrıca bu görüşmelerin gizli sayılıp imzalanmayan 4. protokolün 7. Maddesinde ise "Yabancı parasıyla satın alınmış derneklerin çalışmalarına ve bu gibi gazetelerin yayınlarına son verilmesi (özellikle subayların ve memurların bu gibi derneklere girmelerinin kesinlikle yasaklanması” istendi.
Amasya Görüşmeleri, Kürtler açısından doğrudan bir çözüm sağlanmamış olsa da onlarla ilgili bazı anlaşmalara varıldığı ve önce Sivas Kongresi’nde alınan kararların onaylandığı bir dönüm noktasıdır. Ayrıca, Kürtlere özgünlüklerini geliştirecekleri ayrıcalıklar verileceği belirtilmiştir. Bu durum, Kemalist hareket açısından önemli bir adımdır ve ilerleyen süreçlerde, Mustafa Kemal’in tüm söylemleri ve uygulamalarında bu yönde bazı eğilimler gözlemlenebilir.
MECLİS’İN 17 ŞUBAT’TA ALDIĞI KARAR
Amasya’nın ardından 1919’un sonunda Osmanlı Meclisi Mebusan seçimleri yapıldı. Seçimlere Hürriyet ve İtilaf Partisi, Teceddüt Partisi, Kuvva-i Milliye ve hükümet yanlıları katıldı. Mustafa Kemal, Erzurum’dan milletvekili seçildi. Seçimler sonucunda yaklaşık 168 milletvekili belirlendi. Kürdistan Teali Cemiyeti ise seçimlere katılmama kararı aldı, ancak bazı Kürt mebuslar bireysel olarak seçildi. 12 Ocak 1920’de açıldı. Meclis’in en önemli kararı ise 17 Şubat 1920 yılında kabul edilen Misak-ı Milli beyannamesi oldu. Bu beyannamede, Osmanlı’nın 30 Ekim 1918’de işgal edilmemiş toprakları, milli sınırlar kabul edildi. Qers, Erdexan ve Batum ile Batı Trakya’nın durumu halk oyuna sunulacak, boğazlarda serbest geçiş sağlanacak, azınlıklar sorunu uluslararası anlaşmalarla çözüme kavuşturulacaktı. Ekonomik bağımsızlığa vurgu yapılmaktadır.
Misak-ı Milli sınırları içinde Musul ve Kerkûk, Rojava (Halep ve çevresi), Batum, Qers ve Erdexan gibi bölgeler yer alıyordu. Ancak Antakya ve Hatay, 30 Ekim 1918’de Osmanlı’nın kontrolünde olmadığı için Misak-ı Milli’ye dahil edilmedi.
Günümüz İran ve Azerbaycan toprakları ise hiçbir şekilde Misak-ı Milli sınırları içinde yer almadı.
Osmanlı egemenliğinde bulunan Kürt topraklarının hemen hepsi Misak-i Milli sınırları içerisinde yer almıştır.
Misak-ı Milli beyannamesini kabul eden Meclis’te yer alan ve daha sonra 1925’teki direnişte etkin olan Yusuf Ziya Bey, Dersimli Hasan Hayri Bey ve isimleri sık geçen farklı etkileriyle tartışılan Erzurumlu Hüseyin Avni Bey, Erganili M. Emin Bey, Siverekli Mustafa Lütfi Bey, Erzincanlı Fevzi Efendi, Muşlu Hacı Ahmet Efendi ve İlyas Sami Bey, Malatyalı Fevzi Efendi ve Hacı Bekir Ağa gibi Kürt olduklarını ifade eden ve M. Kemal ile uyuşmayıp daha sonra muhalefet kanadında yer alacaklardı. Bahsi geçen kişiler aynı zamanda ilk Büyük Millet Meclisi’nde yer aldı.
Kürt olan Diyarbakır milletvekilleri Zülfü ve Fevzi Bey gibi isimler de Mustafa Kemal’in yanında yer aldı.
Misak-ı Milli beyannamesi, aslında “Kurtuluş Savaşı”nın sınırlarını belirler. Başka bir deyişle bu mücadelenin amaç ve hedeflerini net ortaya koymaktadır. Anadolu ve Kürdistan topraklarının hemen hemen tamamı Misak-ı Milli sınırları içerisinde kabul edilmesi ilerleyen sürecin sonuçları açısından önemlidir. Kürdistan topraklarının Misak-Milli sınırları içerisinde yer alması, Kürt-Türk ilişkilerinin buna göre düzenlenmesi yönünde verilen vaatler, o dönemde belirleyici rol oynar.
İLİŞKİLERİN DÜZENLENMESİ VE MİSAK-I MİLLİ SINIRLARI
Kürtler açısından o dönemde önemli hususlardan biri de, Misak-ı Milli sınırlarıdır. 28 Ocak 1920’de Osmanlı Meclisi tarafından kabul edilen bu belge, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra Osmanlı’dan geriye kalan toprakları ‘mili sınırlar’ olarak çizmektedir. Bu sınırlar özellikle Anadolu ve Kürdistan coğrafyasını kapsadığı için kritik bir belge olarak kabul edilmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Arap coğrafyasının Osmanlı’dan kopmasıyla birlikte, Türkler için geriye sadece Anadolu ve Kürdistan kalmış, bu toprak son kale olarak görülmüştür. Osmanlı’nın çöküşü sonrası yaşanan kaosu gidermek, Kürtlerin ve Türklerin yaşadığı bölgeleri ortak bir vatan temelinde korumak amacıyla Misak-ı Milli sınırları belirlenmiştir. Dolayısıyla bu belge, sadece bir sınır tespiti değil, aynı zamanda Türkler ve Kürtlerin coğrafi kaderini belirleyen bir karardır. Kürtlerin Misak-ı Milli’yi destekleme nedenleri de bu bağlamda şekillenmiştir. Kürtler, özellikle Paris Görüşmeleri ve Sevr Antlaşması süreçlerinde Kürdistan’ın parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu fark etmiştir. Ermeni devleti kurulması tartışmaları, Kürt coğrafyasının bir kısmının bu planlar içinde ele alınması, Kürtlerde büyük kaygılar yaratmıştır. Ayrıca, hilafetin varlığı ve dini bağlar, Kürtler açısından Osmanlı ile ortaklık etmenin bir diğer önemli gerekçesi olmuştur. Kürtler, hem coğrafi bütünlüklerini koruma hem de Türklerle ortak bir anlaşma zemini oluşturma çabasına girmiştir.
Süreç ilerledikçe, Kemalist yönetimin bu sınırları galip devletlerle yaptığı anlaşmalarla deldiği görülmüştür. Musul ve Kerkûk, İngiltere’ye bırakılmış; Fransızlarla yapılan anlaşmalarla Kürt coğrafyası bölünmüş; Kürdistan bu şekilde üç parçaya ayrılmıştır. Bu durum, Kürtlere verilen sözlerin yerine getirilmediğini ve Misak-ı Milli’nin sadece Kürtleri oyalamak için kullanıldığını ortaya koymuştur.
Yeni devletin inşa sürecinde Kürtlerin bu şekilde oyalanması, Kürtler arasında büyük tepkilere yol açmış ve ilerleyen dönemde çeşitli ayaklanmalara neden olmuştur. Bu süreci ve sonuçlarını daha sonra ayrıntılı ele alacağız.
Devam edecek…