DOSYA

Kürt-Türk ilişkilerinin kırılma anları - III

Kürtler için Lozan, bağımsızlık ve özerklik hayallerine ket vurulmasının yanında tuzağa düşülen de bir süreçti.

Meclis-i Mebusan’ın 16 Mart 1920’de İngilizler tarafından basılarak dağıtılmasının ardından, Mustafa Kemal öncülüğünde Ankara’da yeni bir meclisin toplanmasına karar verildi. 23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi, dönemin siyasi koşulları gereği farklı kesimlerden milletvekillerini içinde barındırıyordu. Osmanlı meclislerinde etkin rol oynayan Kürtler, bu yeni Meclis’te de güçlü bir şekilde yer aldı. 70-75 Kürt milletvekili, Misak-ı Milli’ye bağlı kalarak Kürtlerin haklarını savunmak amacıyla Meclis’teydi.

TEMSİLİYET SORUNU VE YAPISI

Birinci Büyük Millet Meclisi, Türkiye’nin yeni yönetimini şekillendiren en önemli kurumlardan biridir. Osmanlı’dan devralınan çok sesli yapıyı kısmen yansıtan Meclis, farklı siyasi ve ideolojik grupları barındırıyordu. Eski İttihatçılar, muhafazakâr İslamcılar, sosyalisteler, Kürt aşiret temsilcileri ve Batı yanlısı reformistler gibi çeşitli kesimler yer aldı. Ermeni, Rum ve diğer gayrimüslim unsurların temsil edilmemesi, Meclis’in demokratik yapısına dair önemli bir eksiklik olarak değerlendirilmektedir. Osmanlı yönetiminde etkin rol oynayan bu grupların savaş sürecinde yaşanan nüfus değişimleri, mübadeleler ve katliamlar nedeniyle yeni Meclis’in dışında kalması, ilerleyen dönemde izlenecek ulus devlet politikalarının habercisi oldu.

Meclis’in toplam 337 milletvekili bulunması gerekirken, çeşitli nedenlerden dolayı ancak 115 milletvekili ile açılması da temsiliyet açısından bir başka sınırlayıcı faktördü. Buna rağmen farklı kesimleri içermesi ve açık tartışmalara izin vermesi, onu cumhuriyet tarihinin en demokratik meclislerinden biri olarak değerlendiren görüşleri desteklemektedir.

KÜRTLERİN KONUMU VE YER ALMA GEREKÇELERİ

Birinci Meclis’te Kürtler, önemli bir siyasi güç olarak yer aldı. Yusuf Ziya Bey ve Hasan Hayri Bey gibi isimler, Kürt kimliklerini açıkça ifade eden önemli figürlerdi. Kürtlerin, Kemalist harekete destek vermenin üç önemli nedenini sıralayabiliriz:

* Osmanlı’nın son dönemlerinde Kürdistan’ın Serhed bölgesinde bir Ermeni devleti kurulacağı endişesi, Kürtleri Ankara yönetimiyle hareket etmeye yönelten önemli bir etkendi. Mustafa Kemal, bu korkuyu kullanarak Kürtleri kendi saflarına çekmeyi başardı.

* Kürtler, Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan Kürt bölgelerinin korunacağı ve yeni yönetimde haklarının güvence altına alınacağı yönündeki vaatlere inandılar.

* O dönemde halifelik makamı, Kürtler için önemli bir dini ve siyasi bağlayıcı unsurdu. Mustafa Kemal’in bu kuruma bağlılık izlenimi vermesi ve bu yöndeki söylemleri, Kürtlerin desteğini kazanmada etkili oldu.

Bu anlamda Meclis, Kürtler için hem bir fırsat hem de bir kırılma noktasıydı. Kürtler, başlangıçta yeni yönetimde eşit yurttaşlar olarak yer alacaklarına inanarak sürece aktif katıldı, ancak verilen sözlerin tutulmaması, merkeziyetçi yönetimin güçlenmesi ve asimilasyon politikalarının uygulanması, ilerleyen yıllarda Kürt ayaklanmalarının temel sebeplerinden oldu.

VAATLER VE SONRAKİ SÜREÇLER

Kürtlerin 1920’lerde hem siyasi hem de kültürel haklarının güvence altına alınacağına dair verilen vaatler, uygulamaya geçmeden önce büyük ölçüde geçersiz hale geldi. Kemalist hareket, Kürtlerin kendi kendilerini yönetme taleplerine uzak durdu. Büyük devletler nezdinde Mustafa Kemal’in Kürtlerin kaderinin tayini konusunda izahatlar yapmış olsa da Meclis içindeki gizli oturumlarında, Kürtlerin kaderini tayin hakkını reddetmiş ve siyasetini oyalama taktiği üzerine kurmuştur. Başlangıçta, diyalog ve eşit haklar vaadi sunulmuş olsa da uygulamaları, merkeziyetçi bir sistem ve baskıcı politikalar üretmiştir. Bu durum, Kürtlerin yeni Türk devletinin yapısına entegre olma sürecini zora sokmuş ve zamanla Koçgirî ile başlayan kitlesel itirazlara yol açmıştır.

Mustafa Kemal, 17 Ocak 1923’te gazeteci M. Emin Bey ile yaptığı bir röportajda, Kürtlerle ilgili benzer vaatlerde bulunmuştur, ancak 1919 baharında Ali Bati, 1920 yazında Garzan’da ve Wêranşar’da (Viranşehir) Milli Aşireti’nin itirazlarını kanlı bir şekilde bastırdığı da kayıtlara geçmiştir. Ayrıca, 1920 -1921 yıllarında Koçgirî’de yaşanan katliamlar, Kemalist yönetimin Kürtlere karşı katliamlar ve şiddet besleyen politikalarının da habercisiydi.

YÖNETİMİN NİYETİ KOÇGIRÎ’DE SOMUTLAŞTI

Koçgirî Ayaklanması, Kürtlerin ulusal bağımsızlık ve özerklik taleplerine karşı yapılan sert müdahaleyi simgeliyor ve bu müdahale, dönemin tarihsel bağları içinde büyük bir önem taşır. Ayaklanma, Kürt halkının, Türk devletinin merkezi otoritesine karşı kimliklerini ve haklarını savunma çabalarının bir sonucuydu. Kemalist yönetim, ayaklanmayı bastırırken sadece askeri güç kullanmakla kalmadı, aynı zamanda Kürtlerin taleplerini, Türk etnik merkezileştirme politikalarını pekiştirmek amacıyla baskı altında tutarak çözmeye çalıştı. Kanlı bir şekilde bastıran komutanların korunması, dönemin şiddet politikalarının geleceğe yönelik bir hazırlığının göstergesiydi. Bu süreç, Kemalist yönetimin Kürtlere yönelik politikalarının aslında aldatmaca ve zaman kazanmaya yönelik olduğunu, Kürt halkının haklarına dair somut bir adım atılmadığını ve atılmayacağını, aksine Kürt halkının ezilmesinin devletin öncelikli siyasetlerinden biri olduğunu açıkça ortaya koydu. Buna rağmen Kürt siyasi aktörleri, özerklik taleplerinin yerine getirilmemesi riskini göze almamak için Kemalist yönetimle iş birliğini sürdürdüğü de düşünülebilir. Bu işbirliği, kısa vadede bir çıkar sağlama amacı taşıyan bir siyaset olarak görülebilir. Bu anlamda Kürtler arasında ortak bir düşünceden bahsetmek de pek mümkün değildir. Kemalist yönetimin Koçgirî’de ortaya çıkan niyeti, Kürtlerin taleplerinin yok sayılmaya devam edilmesiyle sonuçlandı.

Kürt halkının umudu ve Misak-ı Milli sınırları içinde Kürdistan’ın bütünlüğünü sağlamaya yönelik siyasetleri, Lozan Antlaşması’yla boşa çıkacaktı. 1923’te İsviçre’nin Lozan kentinde Kemalist yönetim ile galip devletler tarafından imzalanan antlaşma, yeni Türk devletinin uluslararası alanda hukuki temellerini atan önemli bir dönüm noktasıydı. Kürtler için Lozan, bağımsızlık ve özerklik hayallerinin yok olmasının yanında tuzağa düşülen de bir süreçti. Birçok Kürt, başlangıçta Kemalist hareketin vaatlerine inanarak, yeni Türk devletinin kuruluş sürecine katkı sunmuştu. Lozan’da Kürtlerin hakları ihmal edildi ve Kürtlerin toprakları dört devlet arasında paylaşıldı. Özelikle Kürt temsilcilerin Lozan’da yeterince güçlü bir ses getirememesi, bu kaderin yaşanmasında da belirleyici rol oynadı.

ÜÇ KRİTİK ADIM ATTI

Mustafa Kemal, merkeziyetçi ve etnik temelli bir devlet kurma amacına yönelik en büyük engel olarak 1920-1921 yıllarında yaşanan olayları gördü. Bu engelleri ortadan kaldırmak için Kemalist yönetim, üç kritik adım attı:

* Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesiyle Türkiye’deki komünist hareketin tasfiye edilmesi,

* Savaşın kazanılmasında etkin rol oynayan Çerkes Ethem ve çevresindeki ordunun tasfiye edilmesi. Çerkes Ethem, köylü hareketiyle birlikte halkçı bir duruş sergilemişti. Kemalist yönetim bu yerel direnişi bastırarak, merkezileşmiş bir yönetim kurmayı amaçladı.

* Koçgirî’yi şiddetle bastırarak Kürt halkının bağımsızlık ve kendi iradesini belirleme çabalarını yok etti. Kemalist yönetim, bu direnişi ortadan kaldırarak Kürtleri, Türk etnik kimliğine ve merkeziyetçi yönetim anlayışına entegre etmeyi en başından beri planlanmıştı.

Bu üç olay, Türkiye’nin etnik merkezli, tekçi bir devlet yapısına bürünmesinin önünü açtı. Kemalist yönetim, sadece bir ulus devlet inşa etmekle kalmayıp tüm halkları tek bir kimlik etrafında birleştirerek, farklılıkları baskı altına alma yolunda da güç kazandı.

ANKARA ANLAŞMASI VE KÜRDİSTAN’IN BATISI

Kemalist yönetim, 1921’in sonlarına gelindiğinde Fransızlar ile Suriye’de kalan toprakların geleceğiyle ilgili antlaşma imzaladı. 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması, Kemalist hareket için önemli bir diplomatik zafer olsa da Kürtler için büyük bir kayıptı. Bu antlaşma ile Kürdistan’ın batısı diğer bölgelerden ayrıldı. Misak-ı Milli sınırları içindeki Kürdistan topraklarının bölünmesi resmi bir antlaşma ile imzalandı. Savaşın daha devam ediyor olmasından dolayı da Meclis’teki Kürt milletvekilleri tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmadı.

UMUT VE LOZAN ANTLAŞMASI’NIN SONUÇLARI

Lozan’da Kürtlerin hakları gözardı edildi ve Kürt toprakları dört devlet arasında paylaşıldı. Özellikle Kürt temsilcilerinin Lozan’da yeterli bir etki gösterememesi, bu trajedinin yaşanmasında etkili olmuştur. Lozan’da, Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları çerçevesinde Kürtlerin haklarının yok sayılması, Kemalist hareketin İngiltere ile olan stratejik işbirliği çerçevesinde şekillenmiştir. İngiltere, Musul ve Kerkûk gibi bölgelere yönelik petrol çıkarları nedeniyle Kürtleri gözardı etmiş, Mustafa Kemal ise etnik temele dayalı bir politika izleyerek Kürtlerin özerklik taleplerini bastırmıştır.

LOZAN ÖNCESİ VE SIRASINDAKİ GELİŞMELER

Lozan sürecinin öncesinde, özellikle 1921’deki Londra Konferansı’nda Kürtlerin temsili sağlanamamıştır. Konferans özelikle Sevr Antlaşması’nın maddelerini yeniden düzenlemek amacıyla düzenlenmiştir. Galip devletler, Sevr Antlaşması’nı kabul ettirmek için hem İstanbul hükümetini hem de Ankara’da kurulan Kemalist hükümeti katmıştır. Bu davet, Kemalist-Ankara hükümetin diplomatik olarak tanınması açısından önemli bir adım olmuştur. Londra’daki görüşmeler Kürtler açısından bir dönüm noktası olmuş ve Musul sorunu özellikle gündeme gelmiştir. Daha sonraki Lozan görüşmelerinde Kürt milletvekillerinin Musul’un Türkiye’ye bağlı kalacağı yönünde yürüttükleri muhalefet, Mustafa Kemal’in Musul’u İngiltere’ye bırakma yönünde yürüttüğü gizli politikalarına engel olamamıştır. Her ne kadar Kemalist hükümet burada Kürtlere bir muhtariyet vereceğini açıklasa da bu antlaşmayı hayata geçirmemiş, İngiltere, Musul’u kendisini bırakılması karşılığında Kürt sorununa karışmayacağını yönünde bir niyet beyan etmiştir.

LOZAN ANTLAŞMASI VE MUSUL MESELESİ

Lozan’da, Musul’un durumu en önemli tartışma konularından biri olmuştur. Kürt meselesi de genel olarak Musul sorunu üzerinden tartışılmıştır. Musul’un sorunun çözümü her ne kadar burada ertelenmişse de bu durum Meclis’te Kürt milletvekilleri tarafından ciddi anlamda eleştirilmiş. Kürt milletvekilleri, Misak-ı Milli sınırları içinde olan Musul’un Türkiye’ye bağlanmasını ve bu şekilde Kürdistan coğrafyasının parçalanmamasını istemişti. Kemalist yönetim, Musul’u Kürt sorununa karışmaması için İngiltere’ye bırakma yönünde politikalar izlemiştir. Mustafa Kemal, Musul’u İngiltere’ye terk ederek, Kürtlerin birleşmesi ve bu şekilde bağımsızlık ve özerklik taleplerini daha kolay baskı altına almayı amaçlamıştır. Kemalist yönetimin amacı, Kürtlerin birleşerek güçlü bir ulusal kimlik oluşturmasını engellemekti.

Lozan sonrasında Mustafa Kemal, Meclis içindeki muhalefet gruplarını zayıflatmak amacıyla yeni bir meclis kurma planları yapmaya başlamıştır. Bu meclis, özellikle Kürt milletvekillerinin taleplerini bastırmayı hedefleyen ve her türlü yasayı kabul edecek, tam anlamıyla kontrol altına alınmış bir yapı olmasını amaçlamaktadır. Mustafa Kemal bu süreci “kız gibi bir meclis” diye tanımlayarak, istediği her adımı atabileceği bir ortam yaratmayı planlamıştır.

Kemalist yönetimin birinci amacı, Türk ulusunu oluşturmak için tüm etnik kimlikleri asimile etmekti. Kürtler ve diğer etnik gruplar, bu sürecin bir parçası olarak “Türk kimliğine” dahil edilmeye çalışıldı. Lozan, bu uluslaşma çabalarının temellerinin atıldığı bir anlaşma olarak öne çıkmıştır. Kemalistler, özelikle Kürtleri Türk ulusuna katma amacı güderek, bu süreci hayata geçirmiştir. Lozan’ın ardında, Kemalist iktidar ülkedeki tüm muhalefeti yok ederek yeni Türk devletin temel yapısını oluşturmuş ve Kürtlerin ulusal kimliklerini yok saymaya devam etmiştir. Bu, günümüzdeki Kürt sorununun temelini atmış ve hala sürmektedir.

Devam edecek…