Kürt yurtseverliği
Kürdistan’dan kaçış yurtseverlikten kaçıştır, özgürlük ve demokrasi mücadelesinden kaçıştır.Her gün onlarca Kürt genci özgürlük için can verirken, birileri Avrupa’da yaşam aramak için Kürdistan’dan kaçamaz.
Kürdistan’dan kaçış yurtseverlikten kaçıştır, özgürlük ve demokrasi mücadelesinden kaçıştır.Her gün onlarca Kürt genci özgürlük için can verirken, birileri Avrupa’da yaşam aramak için Kürdistan’dan kaçamaz.
Polonya ve Belarus sınırında yaşanan olaylara “İnsanlık dramı” ve “Kürt dramı” denebilir mi? Kuşkusuz denemez. Çünkü ortada sadece bir dram değil, apaçık bir katliam var.
‘Dram’ demek olayı biraz hafifletiyor, yaşanan insanlık katliamını meşrulaştırıcı rol oynuyor. Olayın sorumlularını gizliyor ve dolayısıyla hesap vermelerini ortadan kaldırıyor.
Oysa söz konusu olaylardan dolayı birileri suçlu ve sorumludur ve de mutlaka hesap vermeleri gerekir. Peki, olayların sorumlusu ve suçlusu kim, ya da kimlerdir?
Kuşkusuz olay sadece sınırda yaşananlar değildir ve dolayısıyla sorumlular da esas olarak orada aranmamalıdır. Aslında Polonya-Belarus sınırında yaşananlar, adına “Mülteci sorunu” denen olayın sadece bir sonucudur. Yani olayın nedeni değildir.
Dolayısıyla olayı doğru anlamak ve tanımlamak için de sonuca değil, esas olarak nedenlere bakmak gerekir. Çünkü Polonya-Belarus sınırında, ya da boydan boya Akdeniz’de yaşanan dramatik olayların esas sorumlusu, bu olayları doğuran nedenlerdir.
Peki, insanları Polonya-Belarus sınırına veya Akdeniz’e kendini vurmak zorunda bırakan nedenler nelerdir?
Çok açık ki bunun iki nedeni vardır: Birincisi, beş yüzyıllık kapitalist modernite sistemi ve onun küreselleşme durumudur.
Çünkü bu temelde beş yüzyıldır Latin Amerika, Afrika ve Asya’daki tüm zenginlikler zorla alınarak Avrupa’ya taşınmış; söz konusu alanlarda insanlar açlıktan ölürken Avrupa’da bir tüketim cenneti yaratılmıştır. Doğal olarak aç kalan insanlar da bu sahte cennete koşmaktadır.
İkincisi ise, Latin Amerika, Afrika ve Asya’daki mevcut yönetimler de çoğunlukla baskıcı ve sömürücü diktatörlüklerdir.
Oralardaki toplumlar üzerinde bir yandan ağır baskı ve zulüm uyguladıkları gibi, bir yandan da kalan zenginlikleri çalıp kendi aile ve hanedanlıklarını zenginleştirmektedirler.
Böylece insanlar daha ağır bir baskıya ve açlığa itilmektedir. Söz konusu baskı ve açlık, insanları kendi yurdunu terk ederek Avrupa’ya kaçmaya yöneltmektedir.
Demek ki bir kısmı Akdeniz’de veya Polonya-Belarus sınırında ölen mülteci olayını beş yüzyıllık kapitalist modernite sistemi ve bugünkü faşist diktatörlükler yaratmaktadır. Dolayısıyla “insanlık dramı” denen bu olayların sorumlusu ve suçlusu bu güçler olmaktadır.
O halde söz konusu olaylardan dolayı bu güçleri sorumlu tutup suçlamak ve bu olayların hesabını bu güçlerden, onların zihniyet ve siyasetlerinden sormak gerekir.
Bu konuda özellikle AKP-MHP faşist diktatörlüğünün belirleyici rolünden söz etmek gerekiyor.
Çünkü AKP-MHP faşizmi, sadece TC sınırları içinde yaşayan insanlar üzerinde baskı ve sömürü uygulayarak onları kaçışa zorlamıyor; aynı zamanda başta komşu ülkeler olmak üzere, Asya ve Afrika’nın birçok alanından böyle insanları toplayarak Avrupa’ya sevk etme işini de planlı olarak yürütüyor.
Bu temelde “mülteci krizi” yaratarak, onlar üzerinden AB’ye şantaj yapıyor. AB’nin kendi faşist diktatörlüğünü ve özellikle Kürt düşmanı soykırımcı siyasetini kabul etmesini sağlamaya çalışıyor.
Bu nedenle de mevcut “mülteci krizinden” birinci derecede AKP-MHP faşist yönetimi sorumlu oluyor ve bunun hesabının en çok AKP-MHP faşist yönetiminden sorulması gerekiyor.
Bütün bunları belirtirken, kuşkusuz insanların kendi yurtlarından kaçışını ve Avrupa’ya gidebilmek için kendilerini ölümüne Akdeniz’e veya Polonya-Belarus sınırına vuruşunu doğru bulmuyor ve de meşru görmüyoruz.
Öncelikle olaydan birinci derecede sorumlu ve suçlu olan güçleri belirlemeye ve suçlamaya çalışıyoruz. Tabi bununla birlikte, nedeni ne olursa olsun, insanların kendi yurdunu terk ederek başka ülkelere kaçıp sığınmasını ve oralarda cennet aramasını da şiddetle eleştiriyoruz.
Bu noktada esas doğrunun kendi yurdunda kalmak, faşist baskı ve sömürü uygulayana karşı bilinçlenip örgütlenerek mücadele etmek ve kendi cennetini kendi yurdunda yaratmak olduğunu belirtiyoruz.
Ortada aç kalmış insanlara son tahlilde insani yardım elbette yapılabilir. Ancak bunu, o insanların tutumunu ve durumunu överek değil, tersine eleştirerek, düşünce ve davranışlarının yanlışlığını ortaya koyarak ve onları doğruya yönelterek yapmak gerekir.
Kendi ülkesinden kaçışın ve Avrupa gibi her şeyi kanla yaratılmış olan yerde cenneti arayışın doğrulanacak, sahiplenilecek ve savunulacak hiçbir yanı olamaz. Her şeyden önce yurtseverlik ilkesiyle çelişir bu durum.
Şimdi bu genel belirlemeler temelinde “Kürt dramına” gelebiliriz.
Deniyor ki, Polonya-Belarus sınırında toplanan ve hatta ölenlerin önemli bir kısmı Kürt’tür. Hatta bu Kürtlerin çoğunluğu da Başurê Kürdistanlıymış!
Yani Kürtler tarafından yönetilen ve adına “Özgür Kürdistan” denen Kürdistan parçasındanmış. Onların kaçışında da AKP-MHP faşizmi aracılık yapıyormuş.
AKP-MHP faşizminin Kürtleri Kürdistan’dan kaçırtarak dünyanın dört bir yanına savurmaya çalışması elbette anlaşılırdır.
Çünkü faşist, sömürgeci ve de soykırımcıdır; yeminli Kürt düşmanıdır; her gün Kürt katliamı yürütmekte ve Kürt kanıyla beslenmektedir; açıkça Kürtlere “Bu toprakları terk edin, nereye giderseniz gidin” demektedir. Yani soykırımcıdır ve Kürtler üzerindeki soykırımın gereğini yapmaktadır.
Yine küresel kapitalist sistemin en ağır baskı, zulüm ve sömürüsüne uğrayan Kürtlerdir.
Kürdistan’ı dört parçaya bu sistem bölmüştür. Kürt halkını yok sayarak soykırım baskısı altına bu sistem almıştır. En başta TC soykırımını yüzyıldır her yönüyle bu sistem desteklemektedir.
Dolayısıyla kapitalist modernitenin ve yerel diktatörlüklerin baskı, sömürü ve talan suçları en çok Kürdistan’da işlenmiştir.
Bu nedenle, küresel kapitalist modernite sistemi ile AKP-MHP faşizminin el ele verip Kürtleri Kürdistan’dan kaçırtmaya ve Kürdistan’da demografyayı değiştirmeye çalışması anlaşılırdır. Fakat buradaki iki şey anlaşılmaz ve de kabul edilmezdir.
Birincisi, olaylardaki Güney Kürdistan Bölge Yönetiminin rolüdür. Kapitalist sistemin ve AKP-MHP faşizminin bütün olumsuz çabalarına rağmen, eğer Hewlêr Yönetimi doğru politika izlese, Kürt halkına ve özellikle gençlerine sahip çıksa, o zaman bu insanlar kesinlikle Kürdistan’ı bırakıp Avrupa’ya kaçmaya çalışmazlar.
Demek ki Hewlêr’deki KDP Yönetimi de bu olaydan, yani Kürdistan’dan kaçıştan sorumludur.
Demokrasiyi geliştirmeyerek, baskı ve sömürüyü artırarak, yağma ve talanı her yerde uygulayarak Barzani hanedanını büyütüp, diğer insanları aç, yoksul ve umutsuz bırakmaktadır.
Yoksa Kürt yönetiminden ve cennet gibi Kürdistan’dan insanlar niye kaçsın?!
İkincisi ise, örgütlenip KDP’nin antidemokratik yönetimine karşı mücadele edeceğine, Kürdistan’ı bırakıp Avrupa’ya kaçmaya çalışan insanların anlayış ve tutumudur.
Belli ki bu anlayış ve tutum da yanlıştır, hatta soykırım altındaki bir toplum olması itibariyle Kürtler için tehlikelidir, suçtur.
Çünkü Kürdistan’dan kaçış yurtseverlikten kaçıştır, özgürlük ve demokrasi mücadelesinden kaçıştır. Elbette yurtseverlik açısından bunu kabul etmek mümkün değildir.
Kürt yurtseverliği böyle olamaz. Her gün onlarca Kürt genci özgürlük için can verirken, birileri Avrupa’da yaşam aramak için Kürdistan’dan kaçamaz.
Belli ki Kürt yurtseverliğini yeniden ve doğru tanımlamak ve her yerde de uygulamak gerekiyor.
Önder Apo’nun geliştirdiği yurtseverlik çizgisini her yerde tüm topluma hakim kılmak gerekiyor.
Böyle gerçekleşmiş yüzlerce ve binlerce Kürt yurtseverliği örneği var. En son örneği, Önder Apo’nun sadık dostu, değerli Kürt yurtseveri, Büyük Şehit Yusif Gulo’dur. Yusif Gulo kişiliği, doğru yurtseverlik ölçülerinin en somut örneği ve sembolüdür.
Demek ki Kürt yurtseverliğini Yusif Gulo ölçülerinde tanımlayıp esas almak ve her yerde hakim kılmak gereklidir.
Bu temelde büyük yurtsever şehidimiz Yusif Gulo’yu ve şehit torunlarını saygıyla anıyor, duruşunu yurtseverlik ölçüsü yapacağımızı ve anısını Özgür Kürdistan’da yaşatacağımızı belirtiyoruz.
Kaynak: Yeni Özgür Politika