Kürt soykırımını başlatan 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yıldönümünü yaşıyoruz. Tam yüz yıldır başta TC olmak üzere soykırımcı devletler, küresel kapitalist modernite sisteminin de desteğiyle Kürtlere saldırıyorlar ve Kürt halk varlığını tarihten silmek istiyorlar. Kürtler de esas olarak kendi güçlerine dayanarak ve her türlü bedeli ödemeyi göze alarak, var olmak ve özgür yaşamak için direniyorlar. Bu uğurda yüz binlerce şehit vermiş bulunuyorlar. Öncelikle tüm bu özgürlük şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz.
Peki Lozan Antlaşması Kürt inkârı ve imhası üzerine kurulmak ve geçen yüzyıl böyle yaşanmak zorunda mıydı? Kuşkusuz değil. Eğer İngiltere ve Fransa biraz Wilson Prensipleri’ni gözetseydi ve Kemalist Hareket verdiği sözlere ve kendi yaptığı 1921 Anayasası’na sadık kalsaydı, o zaman Kürt soykırım zihniyet ve siyaseti şekillenmeyecek ve geçen yüzyıl böyle yaşanmayacaktı. Eğer 1921 Anayasası’nın öngördüğü Kürtler için ‘Muhtariyet’ sistemi Lozan Antlaşması’nda da esas alınsaydı, o zaman Kürt halkına dönük yüz yıllık soykırımcı saldırı olmayacak, buna karşı yüz yıllık Kürt direnişi gerçekleşmeyecek ve Kurdistan’da yüz binlerce insan ölmeyecek, Kürtler bu kadar ağır ve uzun süreli bir zulmü yaşamayacaktı.
Eğer 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması’nda Kürtler için soykırım öngörülmeseydi, o zaman Türkiye demokratik bir ülke olacak ve Ortadoğu’ya diktatörlük değil, demokrasi yayacaktı. Türkiye’de demokratik zihniyet ve siyaset egemen olsaydı, o zaman çok büyük ihtimalle Almanya’da Hitlercilik gelişmeyecek ve insanlık İkinci Dünya Savaşı’nda ve sonrasında yaşadıklarının büyük çoğunluğunu yaşamayacaktı.
Demek ki Lozan Antlaşması deyip geçmemek gerekiyor. Evet bu anlaşmayla Türkiye Cumhuriyeti kuruldu, bir türlü sonuçlanamayan Birinci Dünya Savaşı sonuçlandı, birçok tekelci çevre ekonomik ve siyasi çıkar elde etti; ancak bu antlaşma sadece Kürtler üzerinde yüz yıldır süren soykırımcı saldırıları getirmedi, aynı zamanda Ortadoğu’nun ve dünyanın demokratikleşmesini de engelleyerek insanlığa derin acılar yaşattı. Sadece ‘olumlu’ yönlerini değil, işte bu olumsuz ve zarar verici yönlerini de görmek gerekiyor. Ve bu olumsuz yönlerin ortadan kaldırılması için, istekle ve cesaretle çaba harcamak gerekiyor.
Peki şimdi bu tarihi antlaşmanın yüzüncü yıldönümündeki durum ne? Kuşkusuz bu antlaşmanın öngördüğü soykırıma karşı yüzyıldır direnen Kürtler, şimdi de bu direnişlerini çok yönlü sürdürüyorlar. Bu temelde dört parça Kurdistan’da direniş var. Dünyanın değişik alanlarında Kürtlerin edindikleri kısmi dostluklar var. Söz konusu antlaşmanın yüzüncü yıldönümünde ve antlaşmanın yapıldığı yerde etkili bir ulusal konferans düzenliyorlar; bu temelde yaşadıklarını ve taleplerini tüm dünyaya duyurmak istiyorlar. Böylece Lozan Antlaşması’nın ortaya çıkardığı Kürt soykırımına son verilmesi, yani Kürt sorununun demokratik temelde çözülmesi için çalışıyorlar.
Fakat bu istek ve çabalar kendi başına sonuç vermiyor ve Kürt sorununu çözmüyor. Çünkü ‘Kürt sorunu’ denen sorunu Kürtler yaratmadılar. Bu sorunu Lozan Antlaşması’na katılan ve imzalayanlar yarattılar. Bu antlaşma temelinde şimdiye kadar çıkar sağlayanlar yarattılar. Kürt halk varlığını yok sayan ve yok edilmesine ferman çıkartanlar yarattılar. Bunların da kimler olduğu herkes tarafından biliniyor. O halde bu çevrelerin soykırımcı zihniyet ve siyasetlerini değiştirmeleri, Kürt halk varlığını ve özgürlüğünü kabul etmeleri gerekiyor. Açık ki Kürt sorununun çözümü buradan geçiyor.
Peki söz konusu güçler, yani Kürt sorununu yaratan güçler böyle bir çözüm arayışı içinde mi? Ne acı ki, değiller! Zaten şimdi esas sorun yaratan da bu oluyor. Zira hiç kimse geçen yüzyılın hesabı içinde değil. Zaten olan olmuş ve de yapılan yapılmış. Söz konusu çevreler ‘yanlış ve kötülük yaptık’ derseler ve Kürt halkından özür dileseler, sorunun bu boyutu çözülebilir. Fakat bunların bir anlamının olabilmesi de elbette Kürtlere soykırım uygulayan zihniyet ve siyasetin pratikte terk edilmesiyle mümkündür. Yani Lozan Antlaşması’nda yer almayan Kürt varlığı ve demokratik haklarının ilgili çevreler tarafından kabul edilmesi gerekir.
İşte bir türlü yanaşılmayan ve doğru çözüme götürülmeyen de bu oluyor. Nitekim Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yıldönümünün öngününde toplanmış olan NATO zirvesi, yüzyıllık Kürt soykırımı zihniyet ve siyasetini tartışıp hep birden buna son verme kararı alacağına, PKK adıyla Kürt varlığını “terörist” sayıp, “Terörizme karşı ortak mücadele koordinatörlüğü kurduk” diyerek, adeta Kürtlere karşı yürütülen soykırım savaşını NATO düzeyinde yürütecek ortak bir komutanlık kurma kararı almış bulunuyor. Böylece AKP-MHP faşist diktatörlüğünün Kürt düşmanı, soykırımcı zihniyet ve siyasetini olumlamış oluyor.
Peki bütün bunlar ne anlama geliyor? Mevcut NATO kararları Kürtlere ilişkin Lozan Antlaşması’nın güncellenmesi olmuyor mu? Yüz yıldır TC ve diğer devletler soykırımı pratikte yürütüyor, BM ve NATO gibi kurumlar da onlara destek veriyordu. Belli ki şimdi bu destek de aşılacak, Kürtlere karşı soykırım savaşını, oluşturduğu komutanlık temelinde bizzat NATO koordine edecek. Sadece adına “terörizme karşı mücadele” denecek ki, zaten yüzyıldır da aynı şey yapılıyordu.
Aslında Kürt sorununun çözüm günü çoktan gelip de geçmiştir bile. Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yıldönümü böyle bir değerlendirme ve yeni kararlaşma için uygundu. Kürtler yürüttükleri mücadele ve sağladıkları bilinç ve örgütlenmeyle artık kendilerini özgürce yaşatıp yönetebileceklerini ispatlamışlardı. Gerçekten biraz demokrasiye duyarlı olmak ve istikrar yaratmak istiyorsa, NATO toplantısının bu temelde gündem oluşturup tartışma yürütmesi ve kararlar alması gerekirdi. Fakat tamamen tersi oldu. Bu gerçeği görmek ve önemsemek gerekiyor.
Peki bundan sonra ne olacak? Çok açık ki, Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı faşist diktatörlüğü Kürtlere dönük soykırımcı saldırılarını geliştirerek sürdürecek, kendine ‘demokratik’ diyen BM ve NATO gibi kurumlar da eskisinden daha fazla bu soykırım saldırılarına destek verecek. Kuşkusuz bundan Kürtler çok zarar görecekler ve geçmişi aşan oranda özgürlük için direnecekler. Ortalık savaş ve kan gölü olacak. Peki sadece Kürtler mi bundan zarar görecekler? Kuşkusuz değil. Kürt halkına saldıran devlet, diğer yandan Türkiye toplumuna da ağır baskı ve sömürü uygulayacak. Yani tüm Türkiye emekçi halkları ve kesimleri de bundan ağır zarar görecek.
Kuşkusuz bu durumun etkisi bu çerçeve ile de sınırlı kalmayacak. Türkiye’de Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı faşist-soykırımcı diktatörlüğünü ortak ve müttefik gören Avrupa, Amerika ve tüm dünyada ırkçı-faşist partiler gelişme gösterip iktidara yürüyecekler. Yani 1930’larda yaşanana benzer biçimde yeni Hitlercikler ortaya çıkacak. Bu da tüm dünya halklarının ve insanlığın ciddi tehlikelerle yüz yüze gelmesi demektir. NATO’nun “Terörizm” adı altında Kürtlere yönelik aldığı kararlar, eğer önlenemezlerse insanlık için çok ciddi yeni tehlikeler içermektedir.
O halde, bu gerçeği hep birlikte görelim ve NATO’nun adeta başarı gibi gösterilen Kürt karşıtı kararlarına hep birlikte karşı çıkalım! Lozan Antlaşması’nın Kürt karşıtı karakterini iyi görüp, yüzüncü yıldönümünde bunun değiştirilmesi için aktif mücadele edelim! Ancak böyle bütünlüklü bir yaklaşım ve mücadele sonuç alabilir. Kürt sorununun çözümü böyle hep birlikte yürütülecek ortak mücadele ile gerçekleşir. Demek ki görev hepimizindir ve herkesin görev başında olması gerekir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika