Türkeş'ten Evren'e, Çiller'den Erdoğan-Bahçeli ikilisine Türk faşist liderlerin ilişki ağının merkezinde bulunan Almanya; son yüzyılda Türk milliyetçiliğinin “arka bahçesi” haline geldi. Nazi ideolojisi ve “Turancılık” fikri ise birbirini hep besledi.
Hitler Almanyası’na bağlı orduların savaşın doğu cephesinde ilerleyip Sovyetler Birliği’ne 22 Haziran 1941’de saldırması, Türk ırkçılarının heyecanla beklediği bir andı. 2. Dünya Savaşı patlak verip Alman ordularının “yıldırım savaşları”yla önüne çıkan kent ve kasabaları işgal ettiği o iki savaş yılı boyunca Türkiye’deki ırkçı ve milliyetçilerin en büyük hülyası, Nazi rejimiyle komşu olmaktı.
Savaşın Sovyet cephesinin açılmasından dört gün önce; 18 Haziran 1941’de Ankara’daki Kemalist yönetim ve Berlin’deki Nazi rejimi arasında “Türk-Alman Dostluk Paktı” imzalanmıştı. Hitler bu anlaşmayla istediklerini Ankara’dan kopartırken, ilerleyen aylarda bunu bir dizi ekonomik adım da takip edecekti. Türk devletiyle işbirliği, savaşın kaderini değiştirecek düzeydi. Çünkü Naziler, savaş sanayisinde kullanılan kromun büyük bir miktarını Türkiye’den tedarik ediyordu. Sadece 1941’deki anlaşmayla Almanya’ya 90 bin ton krom satılırken, 2. Dünya Savaşı yılları boyunca Türkiye ihracatının yüzde 90’nını, ithalatın ise yüzde 75’ini bu ülkeyle yapacaktı.
Hitler Almanyası’nın yönünü doğuya çevirmesinin arkasında, şüphesiz II. Wilhelm’in Berlin-Bağdat tren hattı projesini tamamlama ve ordularını bu güzergahın son durağına kadar yerleştirme hayali vardı. Amaçları ise, Kürdistan’ı da içine alan bütün Ortadoğu topraklarında bulunan yer altı kaynaklarını, dünyayı egemenliği altında tutacak faşist bir düzeni kurma yolunda kullanmaktı. Bu planın tutması için Ankara rejimiyle yıllardır süren dostluk ve işbirliği kadar Türkiye’deki ırkçı/faşist unsurların da örgütlenmesi önemliydi.
NAZİ BESLEMESİ TURANCI FAŞİSTLER
Nazi ordularının Sovyet topraklarında ilerlediği günlerde “Milli Şef” İsmet İnönü ise şu çıkışı yaptı: “Almanlar saatte 80 km hızla ilerliyor, böyle giderse Ruslar bir ay içinde yenilecekler. Bu bizim için de büyük bir kazanç olur, çünkü bizler de o zaman Kafkasya’ya girer ve Türkiye’nin nüfusu 30 milyon daha artar, ayrıca Bakü’deki petrol yatakları da bizim olur.” Şayet Nazi orduları Stalingrad’a takılmasaydı ve savaşın seyri tarihe not düştüğü gibi değil de Hitler’in hayal ettiği biçimde olsaydı, İnönü’nün bu planı ne kadar tutardı bilinmez ama Naziler maddi/manevi açıdan Turancılıkla uğraşan isimleri zaten uzun yıllardır destekliyordu. Ne de olsa iki ideoloji de çıkışlarından itibaren kafatasçılıkta birbirleriyle boy ölçüşüyordu.
1933’te Hitler’in Almanya’da iktidarı ele geçirmesiyle Nazilerin Turancılık ve “Pan-Türkçülük” ile ilgileri artarken, savaş yıllarında faşist zihniyetin “Türk kolu” daha fazla önem kazandığı için Berlin’deki rejim, Türk faşistlerini örgütleme/büyütme görevini bizzat Ankara’daki büyükelçileri Franz von Papen’e verdi. Papen Ankara’da Nazilerin adına “masa toplantıları” dedikleri buluşmaları organize ederken, 1941’de yakın dostu Fevzi Çakmak’a şu mesajı iletti: “Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkilerin inşasında Turancılık önemli bir rol oynayabilir.”
Nazilerin büyükelçisi Papen sadece toplantı/buluşmalar tertiplemeyecek, ayrıca Turancı faşist grubun büyümesi için de para musluklarını açmaktan geri kalmayacaktı. Nazilerin Dışişleri Bakanı Joachim von Ribbentrop, 5 Aralık 1942 günü büyükelçi Papen’e gönderdiği bir mesajda şöyle diyecekti: “Zor durumda olan Türkiye’deki dostlarımıza verilmesi için 5 Milyon Mark gönderdik, bu paranın cömertçe dağıtılması ve ardından da rapor edilmesini istiyorum.”
Almanya’dan alınan paralarla dernekler ve “Türk Ocağı” gibi faşist yapılanmalar inşa edilip kitap/dergiler basılırken, bazı Turancı isimler de Nazilerin gözünden kaçmamış, bunlarla bağlantılar kurulmuştu.
Ne gariptir ki, o yıllarda genç ve tecrübesiz bir üsteğmen olmasına rağmen Alparslan Türkeş, bu isimlerin başında gelmişti. Nazilerin işgal edilen topraklarına bakan polis teşkilatı “Sicherheitspolizei”ın (Güvenlik Polisi) Berlin’deki merkez karargahı, 16 Ekim 1944 günü Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir raporda, Türkeş ve diğer Türk ırkçılarına biçilen rolü açıkça ifade etmişti.
‘TÜRKEŞ İYİ BİR DOST, ONU KULLANMAYA DEVAM’
Türkeş ile Nazilerin ilişkisini ispatlayan en önemli belge niteliğini taşıyan o mektup şöyleydi: “Askeri operasyonlarda yaşanan gelişmelerden dolayı Pan-Türkçü ve Alman dostu gruplarla ilişkilerin güçlendirilmesi önem arz ediyor. Türkiye bize sadece çok az sınırlı ülkede tedarik edebileceğimiz hammadde bulma imkanı veriyor. Türkiye bizim için önemli bir krom tedarikçisi. Türkiye 1943’te Almanya’ya krom satışını durdururken, İngiltere’ye 55 bin ton krom ihraç etti. Bu örnek bile düşmanın niyetini açıkça ele veriyor ve bundan dolayı da Türkiye’deki bağlantılarımız derhal aktif hale getirilmeli.
Şu ana kadar bu isimlerle ilişkimiz oldu: 1- Alparslan Türkeş- Subay okulu mezunu ve Pantürkçülüğün lideri. 2- Tekin Ariburnu- İngiliz subay okulu mezunu ve Alman İmparatorluğu’nda Hava Kuvvetleri Ataşesi. 3- Sadi Kocas- Siyasi ve askeri yeteneğe sahip.
Daha önce olduğu gibi şimdi de bu Türkler ilgimizi hak ediyor. Gerekli görüldüğü yerde/taktirde bu isimleri,n imparatorluğun askeri çıkarları doğrultusunda kullanılmaları verimli olacak. Bundan dolayı ismi geçen şahısların Almanya’ya daha fazla faydalı olmaları her şart altında garanti altına alınmalı. Belirttiğimiz amaç doğrultusunda ismini belirttiğimiz şahıslarla özel olarak ilgilenilmesi için Dışişleri Bakanlığı’ndan Ankara’daki büyükelçilikle bağlantıya geçilmesini talep ediyoruz.”
Bütün cephelerde ağır darbeler alan Nazi rejiminin Türk faşistlerin yardımına muhtaç kaldığı günlerde Ankara yönetimi, “savaşı kazananlar” tarafında yerini almak için 2 Ağustos 1944’te Berlin ile diplomatik/ekonomik ilişkilerini keserken, 25 Şubat 1945’te Almanya’ya savaş ilan etti. Nazi yanlısı başını Türkeş ile Nihal Atsız’ın çektiği Turancı unsurlar ise tutuklanarak göstermelik bir mahkemede yargılandı. Nisan 1945’te davanın düşmesiyle beraat eden ve tekrar Türk ordusundaki görevine dönen Türkeş, Nazilerin ardından bu kez savaş sonrası şekillenen ABD merkezli yeni dünya düzeninde “emir eri” olacaktı. Kendisine biçtiği sosyalist/devrimci hareketlerle mücadele misyonu, değişmeden devam edecekti.
1948’de ABD’ye gönderilen grubun içinde yer alan Türkeş, iki yıl boyunca Georgia eyaletindeki Amerikan Piyade Okulu'nda kontrgerilla eğitimi gördü. Ardından da NATO ve onun Gladio yapılanmalarına bağlı olan Türk kontrgerilla birimi için Ankara’da eğitim veren ilk isimlerden olan Türkeş’in 1950’li yıllar boyunca en önemli durağı, ABD ve Almanya oldu. Kendisinin de fiilen tertiplenmesinde rol aldığı 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası, bu kez siyasetçi kimliğiyle Almanya’nın yolunu tutan Türkeş, buradaki Nazi rejimi artıklarıyla temasını sürdürdü.
SOL VE DEMOKRATİK GÜÇLERE KARŞI MHP KARTI
Türkeş’in 1969’da MHP’yi kurmasıyla da Almanya’nın önemi daha arttı. Sayıları milyonu bulan Türkiye’den Almanya’ya giden “misafir işçileri” içinde örgütlenmek, MHP’nin asli görevlerinden biri olacaktı. Bunun için Alman devleti içindeki bazı klikler, Hıristiyan birlik partileri (CDU/CSU) ile Neonazilere ait Almanya Ulusal Demokratik Partisi (NPD) yardıma hazırdı. Bu yardımlar sayesinde MHP, 1973 yılında resmi olarak Almanya’da kuruldu, 1975’e gelindiğinde iki yıl gibi kısa bir süre içinde ülke çapında açtığı dernek sayısı 50’i buldu.
Almanya dış istihbarat teşkilatı BND’nin Türkiye masasında görevli CDU’lu Dr. Hans-Eckardt Kannapin’in MHP’nin Almanya’da örgütlenmesinde önemli rol oynadığı birçok kaynakta dile getiriliyor. Aşırı sağcı NPD’nin MHP’ye verdiği güçlü destek ise sadece Almanya’da değil Türkiye’de de devam etti. NPD’nin lideri Adolf von Thadden 1970’de Türkeş’i Almanya’ya davet ederken, bu Nazi rejimi artığı parti, Türkiye’deki seçimler sırasında MHP’ye para yardımında bulundu. Türkeş, 28 Temmuz 1978’de NPD’ye gönderdiği mektupla bu yardım için teşekkür ederek şöyle dedi: “Partimizin hedeflerine olan ilginiz beni derinden etkiledi. Partilerimizin temel ideolojik ilkeleri arasında ortak noktalar vardır.”
Türkeş, en önemli desteği ise Bavyera Eyaleti Başbakanı Franz Josef Strauß’dan aldı. 1980 seçimlerinde CDU/CSU’nun başbakan adayı olan Strauß, 28 Nisan 1978’de Türkeş ve MHP’li yöneticiler Gün Sazak ve Murat Bayrak’ı Münih’te kırmızı halıyla karşılayarak, onlara Almanya’da daha güçlü örgütlenmeleri için yardımcı olma sözü verdi. Şüphesiz Strauß’un niyeti, Türkiyeli işçiler arasında sol ve sendikal hareketleri Türk milliyetçilerin eliyle zayıflatmaktı.
MHP’NİN CİNAYETLERİ UMURLARINDA DEĞİLDİ!
Türkeş’in Almanya’da kırmızı halıyla karşılandığı günlerde MHP’ye bağlı paramiliter güçler de Türkiye ve Kürdistan’da gazeteciler, aydınlar, sendikacılar ve öğrencileri hedef alan cinayetler işliyordu. Şüphesiz bu durum Alman siyasetçilerinin pek de umurunda değildi. Fakat Alman sağının Türk milliyetçilerle dostluğu o yıllarda, özellikle de 1980’lerin başında Alman sol/sosyalist hareketin gözünden kaçmadı; bunu kınamak için faşizm ve aşırı sağ karşıtı gösterilerde artık Türkeş’i gamalı haç işaretleri içinde gösteren pankartlar ile “NPD ve Bozkurtçular derhal yasaklansın” dövizleri taşınıyordu.
Bavyera yönetiminden gelen desteğin hemen ardından Temmuz 1978’de Almanya Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu (ADÜTDF) kuruldu. O yıllarda 64 olan federasyona bağlı olan dernek sayısı birçok eyalette geçen yıllar içinde CDU/CSU’nun desteğiyle 170’ye çıktı. ADÜTDF, ardından da 1987’de kurulan Avrupa Türk İslam Kültür Birliği’nde (ATİB) yetişen “beyaz yakalı” Türk milliyetçilere, belediye meclislerinden eyalet yönetimlerine kadar siyasi alanlarda bütün kapılar açıldı.
Irkçılığın, özellikle de Kürt, Ermeni ve Yahudi düşmanlığının ADÜTDF’nin temelini oluşturan en önemli olgu olması, MHP’ye bağlı grupların da Türk devletinin paramiliter gücü biçiminde örgütlenip uyuşturucudan silah kaçakçılığına, cinayetten kara para aklamaya kadar suç odağı haline gelmesine rağmen bu faşist yapılanmanın Almanya’da destek görmesi, yıllarca dikkatlerden kaçmadı. Zaten 1995’da Essen kentinde düzenlenen “Türk Federasyonu” gecesinde konuşan Türkeş, açıktan Almanya’daki yandaşlarını CDU ile CSU’ya üye olmaya çağıracaktı.
Kaynaklar:
- İkinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Türkiye, Mehmet Arif Demirer, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 2015
-“Graue Wölfe Heulen Wieder” (Bozkurtlar yine uluyor), Fikret Aslan, Kemal Bozay, Unrast Yayınları, 1997
- “Der lange Marsch der Migration” (Göçün Uzun Yolculuğu), Albert Scharenberg, Rosa Lüksemburg Yayınları, 2020
- Telepolis isimli internet sitesinde 23 Ocak 2021’de Elke Dangeleit’in kaleme aldığı “Graue Wölfe in Deutschland” (Almanya’da Bozkurtçular) başlıklı yazı.
YARIN: Türk faşizmiyle kesilmeyen derin ilişkiler ve Almanya’daki cinayetleri…