Belli ki bazıları 14 Mayıs seçiminin tarihi ve siyasi önemini tam idrak edememiş. Yani seçimlerin çok önemli olduğunu söyleyip yazmışsa da ya bunlara kendisi de pek inanmamış ya da tam anlamlandıramamış. Dolayısıyla seçim sonrası olasılıkları önceden fazla düşünememiş. Şimdi mevcut seçim sonuçlarına da benzer yüzeysellik ve düzlükle yaklaşıyor. Ortaya çıkan sonuçları tam anlayamıyor ve değerlendirme ya da eleştiri adı altında fazla hesaplamadan, yeni mücadele sürecinin özelliklerine bakmadan, ezbere veya yüzeysel ya da sorumsuz diyebileceğimiz tarzda konuşup yazıyor. Açık ki böylesi söz ve yazılara itibar etmemek gerekir. Devrimciler bu denli yüzeysel ve sorumsuz olamazlar. Birinci devrimci tutum işte budur.
Özellikle bir kişi Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi adına konuşuyor veya yazıyorsa, onun söylediği veya yazdığı her kelimeyi önceden onlarca kez düşünmesi gerekir. Halk dilinde “Kılı kırk yarmak” diye bir deyim var ya, işte öyle yapmak lazım. Çünkü Kürt özgürlük mücadelesini zayıflatmak ve bozmak kolaydır, ama onu güçlendirmek ve yapmak zordur. Küresel iktidar ve devlet sisteminin Kürtler üzerinde kültürel soykırım uyguluyor olması, Kürt özgürlük mücadelesinin işte böyle hassas yürütülmesini gerektirmektedir. Söz konusu mücadelenin mensupları da dostları da bu gerçeği bilerek hareket etmek durumundadır. İkinci devrimci tutum da budur.
Çok açık ki seçimde Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı başarısız olmuştur. Özellikle Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybedip etmediği tam net değildir. Fakat sonunda Tayyip Erdoğan’ın kazandığını bizzat kendisi kabul etmiş, kendine verilen desteğe tam sahip çıkmayarak onları antifaşist mücadeleye dönüştürmemiştir. 14-28 Mayıs seçimiyle CHP bunu ikinci kez yapmıştır. Bir kez de 2018 seçiminde Muharrem İnce’nin cumhurbaşkanlığı adaylığı sırasında böyle yapmıştı. Her nedense, Kılıçdaroğlu yönetiminde CHP, seçim günü akşam saat 12’ye kadar atıp tutuyor, kesin yönetim olacağını ve hatta kazandığını belirtiyor, fakat saat 12’den sonra ortadan kaybolarak Tayyip Erdoğan’ın seçimi kazandığını kabul ediyor. Demek ki mevcut yönetim altında CHP’nin seçim kazanacağı ve Tayyip Erdoğan yönetimini devireceği iddiası da beklentisi de boştur.
Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP ile Tayyip Erdoğan yönetimi yıkılmaz, tersine ayakta kalır. Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP ile AKP-MHP faşizmine karşı başarılı mücadele yürütülmez, tersine sıkıştığı yerde faşizme destek olunur. Neden? Çünkü kendisi değişmemiştir ki Türkiye’yi değiştirsin! Millet İttifakı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” talebi dışında Türkiye’nin temel sorunlarını, örneğin Kürt sorununu, kadın sorununu nasıl çözeceğine dair somut ve yeni bir politika sunamamıştır. Şimdi bazıları CHP’nin değişmesi gerektiğinden söz ediyor. Peki nasıl değişecek? Mevcut olandan daha sağa gidip CHP’yi AKP’lileştirecek mi, yoksa gerçekten demokratik siyasete mi çekecek? Bu soru temelinde netlik oluşmazsa, o zaman CHP’de değişim olacağına da inanmamak gerekir. Demek ki bu CHP ile ve gerçekten köklü bir demokratik değişim yaşamayan CHP ile antifaşist mücadele yürütüp başarı kazanmak imkânsızdır. O halde mevcut CHP’den beklentili olmamak ve kuyruğuna takılmamak gerekir. Üçüncü doğru tutum da budur.
Kuşkusuz 14-28 Mayıs seçiminde Tayyip Erdoğan Yönetimi ve Cumhur İttifakı çok ciddi hileler yapmıştır. Bu biçimde kaybettiği seçimi kazandığını iddia etmiş ve de kabul ettirmiştir. Elbette bu doğru ve önemlidir. Fakat daha önemlisi, AKP-MHP faşizminin toplum kırım temelinde faşist sürü diyebileceğimiz bir kitle ortaya çıkarmış olmasıdır. Bu kitle neredeyse Türkiye nüfusunun yarısına yakındır. Ortada sadece bir zihniyet kırımı değil, aynı zamanda bu kitlenin tıpkı DAİŞ ve El Kaide çeteleri gibi örgütlendirilmiş ve silahlandırılmış olma durumu vardır. AKP Yönetimi kendi tabanını Türkiye’de MHP’lileştirmiş, Kurdistan’da ise Hizbullahçı hale getirmiştir. Son seçimin bize gösterdiği en önemli ve de tehlikeli bir durum aslında budur. Fakat her nedense, yapılan hileler üzerine konuşan ve demokratik güçleri bölüp parçalayıcı üslup kullanan birçokları bu tehlike üzerinde hiç durmamaktadır. Halbuki bu durum sadece Türkiye’nin bugünü için değil, geleceği için de çok büyük bir tehlikedir; hatta Ortadoğu halkları ve tüm insanlık için de büyük bir tehlikedir. Devrimciler bu gerçeği gören ve bu tehlikeye karşı mücadele etme gücü gösterenlerdir. Bu da dördüncü devrimci tutumdur.
Bir de seçim sonrası yaşananlara bir bakalım. Seçim biteli daha on gün oldu, bu süre içinde Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı yeni faşist yönetimi her alanda kurdu. Bu biçimde hem icra ve hem de yasama organı yeniden şekillendirildi. Ardından Milli Güvenlik Kurulu’nu toplayarak, Tayyip Erdoğan Kürt, kadın ve halk düşmanı yeni programını netleştirdi. Yeni hükümet, düşman olarak gördüğü hedeflere yönelik faşist-soykırımcı saldırıları başlattı bile. Belli ki önceden de ciddi biçimde hazırlıklıydı. Faşist cephenin temposu ve ulaştığı düzey böyledir. Peki ya demokrasi cephesi diyebileceğimiz kesimlerin durumu nedir? Onlar özeleştiri diye başladıkları süreci eleştiriye dönüştürerek, düşmandan habersiz ve ona bakmadan kendileriyle uğraşıyorlar. Herkes nasıl yaman eleştirici olduğunu göstermeye çalışıyor. Belli ki mevcut süreç karşısında böyle hareket edilemez. Biz kendimizle veya birbirimizle uğraşırken düşman saldırıları bizi vurur da haberimiz bile olmaz. Çok açık ki önceki süreç derinleşerek devam ediyor. Topyekûn faşist saldırılar daha da geliştirilerek sürdürülecek. O halde buna karşı topyekûn devrimci ve demokratik direnişi başarıyla sürdürmek gerekir. Özeleştiri bizi buna hazırlama işidir. Gerçek devrimci ve demokratların yaklaşımı işte böyle olur. Bu da beşinci doğru devrimci tutumdur.
Demokratik siyasetin kendini yenileme ve yeniden yapılandırma hususuna gelince, bu konuyu geçen hafta yazmıştık. Pratikte yaşanan hataları, bunları aşmak için izlenecek özeleştiri yöntemini, üslubu ve amacı ortaya koymuştuk. Fakat basın bu konuda karmaşık. Amaca hizmet eden çok olumlu yazılar da var, adeta bir kaşık suda kıyamet kopartan yazılar da var. Ucuz yaklaşımlar çok fazla. Kimisi adeta tarihin en büyük fedakârlığı ile antifaşist mücadelenin yükünü omuzlamış olan Kürtleri sorumlu tutuyor, kimisi de ‘Kürtlere söz söyletmem’ diyerek Kürt özgürlük mücadelesinin en tutarlı müttefikleri olması gereken sosyalist ve devrimci güçlere dönük her şeyi ifade ediyor. Açık ki bir pratik sürecin analizi, eleştiri ve özeleştirisi böyle olmaz. Ortada gerçekten düzeltmemiz gereken çok önemli hata ve eksikler var. Bunları yaptığımız, hata ve eksikleri giderdiğimiz, geçmiş pratiğin zengin derslerini çıkardığımız oranda kendimizi yenileyip güçlendirir ve önümüzdeki ölüm-kalım sürecinde Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı faşizmini yıkacak bir mücadeleyi ortaya çıkartabiliriz.
Bunun için şapkayı önümüze koyup kılı kırk yararcasına düşünmemiz, her sözümüzü ve pratiğimizi buna göre geliştirmemiz gerekir. Tarihin en büyük, ağır ve de onurlu bir antifaşist mücadelesini başarıyla yürütmekle görevliyiz. Faşizmin ne kadar saldırgan ve vahşi olduğu ortada. O halde bizim de çok örgütlü, hazırlıklı, bütünlük halinde ve güçlü olmamız lazım. Az olsun benim olsun değil, çok olsun hepimizin olsun ilkesiyle hareket etmemiz gerekli. Yoldaş olması gerekeni yoldaş, dost olması gerekeni dost yapabilmeliyiz. Doğruları başkası bulsun ve uygulasın değil, ben bulup uygulamalıyım demeliyiz. Ağır yükü yoldaşa ve dosta bırakan değil, kendimiz omuzlayan olmalıyız. En önemlisi de düşmanın içimize nifak tohumları ekmeye çalıştığını hep bilerek, sürekli onları boşa çıkartan bir yaklaşım ve tutumun sahibi olabilmeliyiz. Son doğru devrimci tutum da işte budur.
Kaynak: Yeni Özgür Politika