Suçlu sömürgeci soykırımcı AKP-MHP hükümeti ve DEDAŞ

Türkiye metropollerinde yaşanan orman yangınlarında nasıl helikopter ve uçakların kara araçlarının kullanıldığını, Kurdistan’daki yangınlarda ise nasıl katliamı keyifle izlediklerini görmek her şeyi açıklar.

BOZAN TEKİN

Şemrex ve Xana Axpar arasında ortaya çıkan yangın ve yarattığı yıkım ne kaderdir, ne salt dünyada yaşanan ekolojik yıkımın sonucu, ne anız yakma, ne tek başına elektrik kaçağı ne de tesadüflerin sonucudur. Kurdistan’da yaşanan her sorunun temelinde sömürgeci Türk devletinin kuruluşundan günümüze kadar izlediği soykırım politikası vardır. Kurdistan doğasına, ekonomisine, insanına, toplumuna, kültürüne ve en genel anlamda yaşamına zarar veren hiçbir şey sömürgeci soykırımcı Türk devletinin politikalarından bağımsız ele alınmamalıdır. Bu yangında da sömürgeci AKP-MHP faşist hükümetinin payı belirleyicidir. Dolayısıyla somut olarak, bu yangını çıkaran sömürgeci soykırımcı Türk devletinin kurumlarını, memurlarını, ajanlarını açığa çıkarmak lazım. Ancak bu yeterli değildir. Tüm bu olup-bitenlere yön veren sömürgeci soykırımcı politikanın ve AKP-MHP iktidarının sorumluluğunu da ortaya koymamız gerekir.

Rojava’daki hemen hemen her yıl hasat hazırlıklarının yapıldığı süreçlerde binlerce ekili arazinin yakılmasını da bu politikanın bir sonucu olarak görmek gerekiyor. Son derece bilinçli ve planlı olarak bu tarlaların, bahçelerin yakılması, Kürtleri göçertmeye yönelik politikalardır. Bunların hepsi de BM’nin soykırıma ilişkin 2. Maddesinde vardır. Şöyle diyor madde: “Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir öbeğin tümünü ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle

(a) Öbek üyelerinin öldürülmesi;

(b) Öbek üyelerine fiziki ya da ruhsal açıdan zarar verilmesi;

(c) Öbeğin, fiziki varlığını tümüyle ya da kısmen sona erdirecek yaşam koşullarıyla yüz yüze bırakılması;

(d) Öbek içi çoğalmanın engellenmesi;

(e) Öbek bünyesindeki çocukların başka bir öbeğe aktarılması”

Söz konusu yangın durumu tam da a,b,c,d şıklarıyla birebir örtüşmektedir. Uzun uzun BM’nin 1951 soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması sözleşmesinin tüm maddelerini burada değerlendirmek, bu yazının sınırlarını aşar. Ancak burada sadece 2. Madde dahi sömürgeci soykırımcı Türk devletinin pratiğinin büyük insanlık suçu olduğunu ortaya koymaya yeter de artar bile.

Bakurê Kurdistan ve Rojava’da ekili alanlarda yangın çıkarılmasının esas amacı, Kürt halkını açlığa mahkûm ederek, korkutarak üzerinde yaşadıkları topraklarını terk ettirmesini sağlamaktır. Böylece Kürtleri çıkarırken, onların yerine başka yerlerden getirdikleri Türkleri yerleştirerek, demografya değişimini yapmaktır. Bununla da soykırımı tamamlamak istemektedirler.

Geçen yıllarda sömürgeci soykırımcı Türk devletinin askerleri Botan’da nasıl ormanlarımızı ateşe verdiklerini yayınlanan videolardan izlemiştik. Yine hemen hemen her gün yüzlerce dekar ormanlık alan savaş uçakları, SİHA'lar ve top mermileriyle yakılmaktadır. Yine kullanılan kimyasal bombalar, zehirli gazlar ve termobarik bombalar hemen hemen her gün kullanılmaktadır. Her gün, on binlerce, zaman zaman yüz binlerce mermi kullanılmaktadır. Bunların hepsi de yaz ve sonbahar aylarında bir biçimde yangınlara yol açmaktadır. Sadece yakmakla da yetinilmemekte, askeri mevzi, kalekol yapma adı altında yine maden, petrol-gaz arama ve güvenliğini koruma adı altında ormanlar kesilmekte, bu ağaçlar satılarak kazanılan para paylaşılmaktadır. Tabii bunun aslan payını AKP-MHP faşist yönetim çevreleri almakta, gerisini ise koruculara ve çetelere dağıtmaktadırlar. Böylelikle soykırım mekanizmasını süreklileştirmek istemektedirler. Bu kadar Kurdistan doğasına ve toplumuna düşman bir politika uygulanmaktadır.

Geçen yüzyılda Şêx Saîd, Dersim ve Agirî Serhildanını bastırmak için evlerin, köylerin, ormanlık arazilerin, uçak bombardımanları, top mermileri ve özel yangın çıkarmak suretiyle Kurdistan’ı nasıl yaşanmaz kılmaya çalıştıklarını biliyoruz.

Kurdistan Özgürlük Mücadelesi’nin gerilla direnişini geliştirmesiyle birlikte, bu saldırıların boyutu daha da artmıştır. Düşman özgürlük gerillasını tasfiye etmek için binlerce köyümüzü yakıp yıkmıştır. Dört milyon insanın önemli bir kesimi Türkiye metropollerine ve Avrupa’ya göçertildi. Bunun anlamı, insanları asimilasyona ve erimeye bırakmaktır. On binlerce yurtsever Kürt insanı sömürgeci Türk devletinin ordusu, JİTEM ve onların kiralık uşakları korucu hainler ve hizbi-kontra çeteleri tarafından katledilmiştir. On binlercesi de zindanlara atılmıştır. Öyle ki insanlarımız evleriyle birlikte yakıldılar.  Bütün bunlar, “denizi kurutma” politikası temelinde yapıldı.

1989 yılında bir Kürt soykırımcısı olan Altay Tokat, özel savaş medyasıyla yaptığı bir röportajda “Devlet İstanbul’da uyguladığı kanunu burada da (Kurdistan’ı kastediyor) uyguluyor. Benim sistemimde olsa kısa sürede bunları yok edebiliriz. Benim sistemimde değil insan, ot bile bitmez. Güney’deki komşumuz, 50 yıl kendileriyle savaşan insanları, bir harekâtla yok etti. Biz istesek aynı şekilde yok edebiliriz” diyor. Tam bir soykırım suç belgesi olabilecek bir ifade! Söz konusu soykırımcı, aslında Kıbrıs’ta Rum halkına karşı yapılan katliamlarda yerini almış, ardından da MHP’ye geçmiştir. Kurdistan’da soykırım savaşını yürüten Tansu Çiller-Doğan Güreş-Mehmet Ağar gibi Kürt soykırımcılarının tam olarak iktidara yerleşmesiyle ve İngiliz emperyalistlerinin de buna yeşil ışık yakmasıyla Kurdistan’da köyler, evler daha fazla ve daha sistemli yakılıp yıkılmaya başlanmıştır. Altay Tokat denilen soykırımcı bu dönemde Dağ ve Komando Tugayı komutanı olarak görev yapmıştır. Bu sömürgeci soykırımcıların, Kurdistan’da yürütülen soykırım savaşında özel bir yerinin olduğu bilinmektedir. Görev yaptığı süreçte binlerce faili meçhul cinayet vardır. Bunların içinde, 1989 yılında Colemêrg’de üç Kürt insanın yakılması olayı da vardır.

Altay Tokat denilen katil, emekliye ayrıldıktan sonra MHP’nin MYK’sına seçilmiş ve soykırımcı şeflerden Devlet Bahçeli’nin başdanışmanlık görevini yapmıştır.

Sözü edilen süreçte sadece köyler yakılmadı, Licê gibi ilçeler de ateşe verildi. Şirnex ve Cizîra Botan ağır bombardımanlara tabi tutuldu. Ülkemiz tam bir viraneye dönüştürüldü.

Bu yakıp-yıkma politikalarının sadece pratikçilerin işi olduğu, kendi başlarına yaptıkları sanılmamalıdır. Bir de bu işin başında bulunan soykırımcılar vardır. 1992’de dönemin bazı HEP milletvekilleri, sömürgeci soykırımcı devletin Başbakanı Süleyman Demirel ile bir görüşme yaparlar. Görüşmede, köylerin yakılma ve kadınlara yapılan tecavüz üzerinde dururlar. Konu üzerinde durulmasını isterler. Daha çok siyasi nükteleriyle ve “Kürt realitesini tanıyorum” sözü ile anılan ancak özünde bir soykırımcı olan Süleyman Demirel, HEP milletvekillerine cevaben “askerlerimiz 20’li yaşlardaki gençlerdir, olur böyle şeyler” demiştir. Kurdistan köylerini yakmaları, Kürt kadınlarına tecavüzü böyle tanımlaması, Türk sömürgeciliğinin zihniyetini bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Bu onların normalidir, tersi olsaydı şaşırtıcı olurdu.

Böyle kirli, suçlu mazisi olan sömürgeci Türk devletinin Kurdistan’ı ateşe vermesi, yangın çıkarması beklenen bir husustur. “Çocuk da olsa kadın da olsa güvenlik güçlerimiz gerekeni yapacaklardır” diyen ve kutsal İslam dinini ağzından düşürmeyen DAİŞ Emiri Tayyip Erdoğan’dan başkası değildir. Geçen yıl Rojava’ya saldırmadan önce, “ alt-üst yapısını yok edeceğiz” diyen Kürt, Ermeni, Arap kanında eli olan eski MİT’çi, Hakan Fidan’ın ta kendisidir. Altay Tokat isminde eli yüzlerce Kürt'ün kanına girmiş, Kurdistan’ı 90’lı yıllarda yakıp-yıkmış, ekolojik tahribatın yanı sıra, onlarca tür hayvanı öldürmüş Altay Tokat’ı MYK üyesi ve baş danışmanı yapmış bir Devlet Bahçeli’nin olduğu bir devlet ve hükümetten başka ne beklenebilir. Beklemenin kendisi bile bir gaflet durumudur.  Türk devlet gerçeğinden, onun sömürgeci ve soykırımcı tarihinden hiç ders çıkarmamaktır.

Şemrex ve Çinar arasındaki köylerde 15 insanımızın canını kaybettiği, onlarcasının ağır yaralı olduğu belirtiliyor. Binlerce dönümlük ekin tarlaları ve bahçeler yakılmış, binlerce küçük ve büyük baş hayvan telef olmuştur. Harcanan o kadar emek ve değer yok edilmiştir. Halkımız bir kez daha açlığa ve yoksulluğa muhtaç edilerek, üzerinde doğup büyüdükleri anavatan topraklarından göçertilme ile karşı karşıya bırakılmıştır.

Sömürgeci soykırımcı Türk devleti, bırakalım yangına müdahale etmeyi, katil asker ve polis sürüleriyle yolları tutarak, halkımızın kendi imkânlarıyla yangını söndürmesini de engellemeye çalışmıştır.

Söz konusu Kürtler olunca sömürgeci soykırımcı Türk devletinin yaklaşımı: En iyi Kürt ölü Kürt’tür. Geçen yıl deprem sürecinde bunu gördük, bu yıl da son yangında daha belirgin olarak gördük. Devlet mekanizması, maddi araç ve olanakları, Kürt'ü öldürmek için oluşturulduğu için, Kürt'ün yaşaması ve zarar görmesini engellemek için kullanılması mümkün değildir. Çünkü ortada böyle bir zihniyet yoktur, tersine hepsi de Kürt soykırımı temelinde ellerindeki devasa medya gücüyle gerçeğin ve hakikatin üstünü bir çırpıda örtebilirler. Daha yangının ilk saatlerinde DEDAŞ yaptığı açıklamada, yangını anızların yakılmasıyla açıklamaya çalışmıştır. Bütün medya gücü bu yalanı yaymaya çalışmışlardır.  

Sorun bir teknik sorun değildir. Kürt'ü yok etmek isteyen bir zihniyet, elektrik kablolarını yenilemek, direkleri değiştirmek için masraf yaparak, kar ve daha çok kar elde etmekten hiç vazgeçer mi? Sorunun görünen yönü DEDAŞ’tır. Ancak o yanıltmamalıdır. DEDAŞ’ın arkasındaki gücü görmek lazım. Bir de şunu: Üretilen elektrik Kurdistan’ın suyundan, kömüründen, çalışan emekçiler Kürtlerden ama elektrik yönetimi, dağıtımı sömürgeci Türk devletinden… Sömürge olmak, kendini yönetmemek böyle bir şey işte!

Bunun için, Türkiye metropollerinde yaşanan orman yangınlarında nasıl helikopter ve uçakların kara araçlarının kullanıldığını, Kurdistan’daki yangınlarda ise nasıl katliamı keyifle izlediklerini görmek her şeyi açıklar. Uçak veya helikopterle yangına yapılan tek bir müdahale yoktur. Fakat bir özgürlük gerillasının bulunduğu yere uçak ve helikopter filolarını havalandırmakta en ufak bir gecikme olmaz. Bunları halkımız elbette görüyor ve Türk devletinin sömürgeci ve soykırımcı olduğu, Kurdistan’ın ise sömürge olduğu bilincini ve öfkesini derinleştiriyor.

Tüm bu sömürgeci politikalara rağmen, halkımız kendi örgütlü gücüne ve dayanışma bilincine dayanarak, daha büyük bir felaketin önüne geçmiştir.

Eminim, o can çekişen hayvanların görüntüsü Türkiye metropollerinde olsaydı, yer yerinden oynayabilirdi, hayvan hakları için herkes harekete geçebilirdi.

Son zamanlarda Türkiye’de sokak hayvanlarının korunmasına ilişkin çokça gösteri, açıklama yapıldı. Bir anlamı var ama ne cayır cayır yanan Kurdistan doğası için ne yaşamını yitiren 15 masum Kürt için ne onlarca yaralı ne de alevler içinde kalan hayvanlar için bir şey yapıldı.

Anladık, Türkçü, ırkçı, kafatasçısınız, Kürt'ü yok etmek istiyorsunuz… Sadece istemiyorsunuz, isteminiz doğrultusunda harekete de geçiyorsunuz… Katliam üstüne katliam yapıyorsunuz… Kurdistan’ı yangın yerine çevirdiniz… Peki, bu hayvanların suçu nedir?  Demek oluyor ki, sadece Kürt'ün kendisine, vatanına, toprağına değil; ağacına, kurduna, kuşuna, keçisine, kedisine de düşmanlık büyükmüş…

Bunu anladık ve not ettik…

Unutacağımızı mı sanıyorsunuz?