AKP-MHP yönetimindeki TC devletinin, KDP ve DAİŞ ile ittifak temelinde ve Irak Yönetiminin ve ABD’nin de desteği ile Medya Savunma Alanları’na yönelik işgal ve ilhak saldırıları sürüyor. Her gün basına yeni askeri sevkiyat görüntüleri yansıyor. Tankları ve zırhlı araçları dağların yüksek noktalarına çıkartabilmek için, işgalci güçler can havliyle çalışma yürütüyor. Basına yansıyan görüntüler içine DAİŞ ve benzeri çete örgütlerinin elemanı olan kişiler de düşüyor.
Bu temelde her gün uçak, helikopter ve toplarla yapılan bombardımanlar sonucunda Metina, Zap ve hatta Garê alanları cayır cayır yanıyor. Alanda bağ ve bahçe, köy ve orman kalmıyor. Söz konusu alanlar sadece insansızlaştırılmıyor, aynı zamanda yaşanır alan olmaktan da çıkartılıyor. Şimdiye kadar yüzlerce köyün yakılarak, köylülerin zorla yurtlarından göçertildiği belirtiliyor. Yangından canını ancak kurtarabilen köylülerin üzgün ve ağlamaklı hallerini bazı TV ekranları kamuoyuna gösteriyor.
Kuşkusuz bu soykırımı yapanların kimler olduğu açıkça biliniyor. Ne diyelim, Allah onların belalarını versin! Bir gün gelecek yaptıklarının hesabını mutlaka vereceklerdir. Elbette söz konusu vahşi soykırıma karşı PKK gerillaları kahramanca direniyorlar. Mevcut işgal ve ilhak saldırılarına karşı sadece gerilla direniyor. Ne diyelim, Allah onlardan bin kez razı olsun! Direnişleri bir gün mutlaka zafer kazanacaktır. Tabii bir de tüm bu olup bitenleri her gün seyredenler var ki, yekûnları hiç de az değil. Ne diyelim, seyredenler utansın!
Bu şekilde Medya Savunma Alanları’na yönelik saldırıların nasıl tanımlanacağı konusunda da tartışmalar yürütülüyor. ABD, NATO ve Irak desteğinde TC-KDP-DAİŞ ittifakının gerçekleştirdiği saldırıların “Tampon Bölge” yaratmak amaçlı olduğunu söyleyenler var. Bu temelde “Irak sınırında bir Tampon Bölge yaratıldığını” ifade ediyorlar. Fakat gerçekten yapılan bir Tampon Bölge yaratmayı mı içeriyor? Yoksa bölge AKP-MHP faşizmi tarafından işgal ve ilhak mı ediliyor? Bu durumun da doğru bir biçimde ifade edilmesi ve netleştirilmesi gerekiyor.
Kuşkusuz çatışmalı olan, savaş yaşanan sınır bölgelerinde “Tampon Bölge” denen uygulamalara baş vuruluyor. Savaşan iki gücün saldırılarını durdurmak amacıyla aralarına belli bir derinlikte üçüncü bir askeri güç konuyor. Böylece savaşan güçler sınır olmaktan çıkartılarak askeri saldırı yapmalarının önü alınmak isteniyor. Söz konusu üçüncü güçler çoğunlukla ya BM gücü, ya da başka devletlerin anlaşmayla topladıkları ve adlarına “Barış Gücü” denen güçler oluyor. Elbette söz konusu Tampon Bölge gücünün varlığını savaşan iki taraf da kabul ediyor ve bu güçle ilişkili oluyor.
Peki günümüzde Haftanin, Metina, Zap, Avaşin ve Xakurkê bölgelerinde yapılan şey böyle midir? Kuşkusuz böyle değildir. Bu alanlarda savaşan iki güç olan PKK gerillaları ile TC ordusu arasına bir üçüncü askeri güç girmiyor. Bu alanlar KDP ve Irak yönetimi desteğinde TC ordusu tarafından işgal ediliyor. Yani PKK gerillalarının üslenmiş olduğu alanları TC ordusu ele geçirmeye ve buraların hakimi haline gelmeye çalışıyor. Kısaca bu alanlar TC hakimiyetine geçiyor. TC sınırı Uludere, Çukurca, Yüksekova ve Şemdinli kasabalarının sınırı olmaktan çıkarak, artık Batufa, Bamerni, Kadişê, Amadiye, Derelük, Şeladizê ve Diyana kasaba ve şehirlerinin sınırı haline geliyor. TC sınırı 25-40 km. derinlikte güneye kaymış, devletler resmiyetinde “Irak toprakları” olarak tanımlanan toprak parçasını da içine almış oluyor.
Dikkat edilirse, burada araya giren üçüncü bir askeri güç yoktur. Tersine savaşan güçlerden biri olan TC ordusunun yeni toprak parçalarını ele geçirme ve hakim olma çabası vardır. Dolayısıyla ortada “Tampon Bölge” sayılacak bir alan da yoktur ve böyle ifade edilecek herhangi bir askeri güç de yoktur. Düpedüz TC ordusunun yeni toprak parçalarını işgal etmesi ve ilhak etmeye çalışması durumu yaşanmaktadır. Bu nedenle, gerçekleşeni “Tampon Bölge” olarak tanımlamak yanlıştır. Ortada açık bir işgal ve ilhak vardır. Ve bu durumun üzerini örtmek için hiç kimse çalışmamalıdır.
Bu durumda TC devleti işgalci ve ilhakçı bir güç konumunda olurken, Irak ve KDP yönetimleri ise “Kendi topraklarını” başkasına satan konumda olmaktadır. Tabii bunun nasıl bir ihanet ve suç olduğunu tüm taraflar çok iyi bilmektedir. Bu nedenle, TC devleti “her şeyin Irak ve KDP onayıyla gerçekleştiğini” söylemektedir. Irak ve KDP yönetimleri ise, yaşadıkları ihanet gerçeğini gizleyebilmek için, kendilerinin “destek vermediklerini” ve bu durumun “TC tarafından yaratıldığını” söylemeye çalışmaktadırlar. Tabii söz konusu yalana hiç kimsenin inanmayacağını da çok iyi bildikleri için, esas olarak gündem saptırma, toplumun önüne başka gündemler koyma çabası içinde olmaktadırlar. Sık sık “Kalkınma Yolu Projesi’nin öneminden söz etmektedirler. “Her şeyin PKK nedeniyle olduğu” yalanını her fırsatta ortaya atmaktadırlar. Yine yaptıkları başka işleri, örneğin “şehir imar çalışmalarını” basının önüne koyarak tartışılmasını istemektedirler.
Bu tür girişimlerin ne kadar etkili olduğu konusunda elbette somut bir şey belirtemeyiz. Ancak toplumsal tepkilerin azlığına bakarak belli bir etkinin olduğunu ifade edebiliriz. Fakat acaba bu tepki azlığının ne kadarı bu nedenledir, ne kadarı ise uygulanan despotik baskı ve terör nedeniyledir? Öyle ya, Barzani yönetimi kadar despotik ve zulüm uygulayan başka bir güç bu dünyada yoktur. İnsanlar her an yaşadıkları ölüm korkusu nedeniyle Barzani yönetimi aleyhine konuşamamakta, açıklama ve eylem yapamamaktadır.
Gelelim bu durumun Irak ve KDP yönetimleri tarafından bir çözüm olarak gösterilmesi yalanına! Çünkü bu güçler yaygın olarak bu yalanı kullanmakta, yapılanla Irak ve Güney Kürdistan’ın “İstikrara kavuşacağını” iddia etmektedirler. Yani bunun sonucunda TC-PKK savaşının biteceğini belirtmektedirler. Ancak bunun nasıl gerçekleşeceği konusunda somut bir şey söyleyememektedirler. Çünkü çözüm diye belirttikleri gerçekte çözüm değildir, uydurulmuş yalan olmaktadır. Bunu herkes gibi kendileri de bilmektedir.
Zira TC sınırının 25-40 km. güneye kaymasıyla TC-PKK savaşı sona ermez. Yani Uludere, Çukurca, Yüksekova ve Şemdinli toprakları sınır olmaktan çıkıp da Batufa, Kadişe, Amadiye, Derelük, Şeladizê ve Diyana topraklarının sınır olmasıyla söz konusu savaş ortadan kalkmaz. Eğer savaşın sınırda olduğunu var sayarsak, mevcut durumda söz konusu iki güç yine sınır olduğu için rahatlıkla savaşacaklardır. Savaşı sınır üzerinde değil de daha iç alanlarda görüyorsak, o zaman zaten söz konusu sınır kaydırmanın hiçbir etkisi olmaz.
Dikkat edilirse, TC’nin söz konusu alanları işgal ve ilhak etmesiyle savaş sona ermiyor ve söz konusu alanlar istikrara kavuşmuyor. Şimdiye kadar Uludere, Çukurca, Yüksekova ve Şemdinli sınırının oynadığı rolü, artık Batufa, Kadişe, Amadiye, Derelük, Şeladizê ve Diyana alanlarına kaymış olan yeni TC sınırı oynuyor. Savaş bu hatta devam eder hale geliyor. Çünkü PKK gerillaları ile TC ordusunun ve çetelerinin karşılıklı mevzilenmeleri devam ediyor.
O halde Medya Savunma Alanları’nda yaşanan olayları doğru anlayalım. AKP-MHP, Irak ve KDP yönetimlerinin yalanlarına inanmayalım. Ortadaki işgal ve ilhak gerçeğini iyi görelim ve buna karşı Kürdistan’ın özgürlüğü temelinde aktif tavır alalım. Böyle yapalım ki işgal ve ilhak gerçekleşmesin, Barzani ihaneti ile Irak teslimiyeti başarı kazanmasın.
Kaynak: Yeni Özgür Politika