Tasfiye planı ‘demokratik açılım’ adı altında piyasaya sunuldu

Tasfiye planı ‘demokratik açılım’ adı altında piyasaya sunuldu. AKP ve işbirlikçileri tam başarı bekliyorlardı. Gerçekten karmaşık olan ve kurnazca sahnelenen bu planın başarısı önündeki tek engel PKK gibi görünüyordu.

Denilebilir ki, PKK’nin şimdiye kadarki mücadelesi esas olarak Kürt sorununu görünür kılma amacına yönelikti. Ortaya çıkış koşullarında Kürt realitesinin inkâr edilmesi doğal olarak varlık sorununu gündeme getiriyordu. PKK de önce ideolojik argümanlarla sorunun varlığını kanıtlamaya çalıştı. Türk Solunun dahi soruna realist yaklaşmaması, ülke ve ulus bazlı düşünme ve örgütlenme gereğini ortaya çıkardı. PKK’nin ad olarak ortaya çıkması da yaşanan süreçle bağlantılıdır. İnkârcılığın ince yöntemlerle solda da sürdürülmesi, ayrı kimlikler temelinde örgütlenme ve eylemliliği gündeme taşıdı. Geleneksel inkâr ve imha politikasında ısrar eden Türk ulus-devleti bu sürecin herhangi bir politik çözüm arayışıyla ele alınmasına imkân vermeyince, tersine bu arayışı 12 Eylül darbesine doğru tırmandırılan faşist terörle karşılayınca, PKK’nin devrimci halk savaşı hamlesi tek seçenek olarak gündeme geldi. Bu durumda PKK ya Türkiye’nin demokratik sol grupları gibi tasfiye olacak ya da direnişte karar kılacaktı. Kürt sorununun ideolojik kimlik sorunu olmaktan çıkıp savaş sorununa dönüşmesinde, sistemde örtülü olarak yürütülen inkâr ve imha politikasının 12 Eylül faşizmiyle açık terör halinde sürdürülmeye çalışılmasının belirleyici payı vardır. 15 Ağustos 1984 Hamlesini bu çerçevede değerlendirmek daha gerçekçi olacaktır. Hamle kurtuluş hareketinden ziyade varlığın kanıtlanması ve sürdürülmesi amacına çok daha yakındır.

15 AĞUSTOS HAMLESİ ÖNEMLİ ORANDA BAŞARILI OLDU

İnkâr ve imha politikası sadece gizli ve örtülü olarak sürdürülmüyordu. Bu politikanın seksen yıllık uygulamaları Kürtlerde önemli bir yabancılaşmaya yol açmıştı. Kürtler kendi varlıklarını terk etmeye zorlanmıştı. Zorla ve ekonomik araçlarla sağlanan bu terk ediş önemli oranda içselleştirilmişti. Kendine yabancılaştırılan bir halk ve toplum gerçekliği söz konusuydu. 15 Ağustos Hamlesi esas olarak bu yabancılaşmayı kıracak, böylelikle inkâr ve imha politikasını ve sonuçlarını boşa çıkaracaktı. Bu anlamda önemli oranda başarılı olunduğunu belirtmek gerekir. Kürtlük yeniden gün yüzüne çıkıyor, Kürtlerin kendilerince kabul edilen bir olguya, realiteye dönüşüyordu. Kabul görme devletler katında da gerçekleşmişti. Ancak sorunun kabul görmesi çözülmesi anlamına gelmiyordu. Çözüm niyetleri ortaya çıkmayınca, çatışma ve sınırlı savaş ortamı yozlaşarak devam etti. Her iki taraf da sorunu askeri zorla çözme konumundan uzaktı.

KAÇIRILAN TARİHİ FIRSAT

Zaman zaman bu şansı elde etseler de, kullanma yeteneğini gösteremediler. 1993’teki çözüm şansı sabote edilince, çatışma süreci daha da acımasızca ve yozlaşarak devam etti. Bu anlamda1993-1998 dönemi taraflar açısından askeri çözüm şansının boşa çıkarılması biçiminde de ifade edilebilir. 1993’teki politik arayış komplo ve suikastlarla boşa çıkarılmasaydı, hem Kürt sorununun çözümünde hem de TC’nin yapılanmasında çok daha pozitif bir dönem başlayabilirdi. Kaçan veya kaçırılan bu tarihî fırsat oldu. 1997-‘98’deki çözüm arayışları da aynı akıbete uğradı veya uğratıldı. Aynı komplocu ve suikastçı güçler siyasi çözüme şans tanımadılar. İmralı’daki görüşme süreci çelişkili bir durumu ortaya çıkardı. A. Öcalan şahsında çözüm yanlılarıyla karşıtları arasında büyük bir çekişme yaşandı.

PKK’NİN KENDİSİNİ KCK TEMELİNDE ÇÖZÜMLEYİCİ GÜÇ OLARAK NETLEŞTİRMESİ

Çatışma başlangıçta her iki tarafın iç bünyesinde de devam etti. Fakat PKK’nin 2005’ten itibaren kendisini KCK temelinde çözümleyici bir güç olarak netleştirip sunması TC içindeki iktidar tartışmasını ve çatışmasını hızlandırdı. Bu tartışma ve çatışma Kürt sorununun çözümünde kilit rol oynuyordu. A. Öcalan hem PKK’ye hem de TC’ye karşı tavrını KCK çözümünden yana koydu. Bu durumda tam uzlaşmış olmasalar da, PKK ile devlet kurumları arasında yeniden diyalog süreci başladı. Diyalogda AKP’nin payı pek yoktu. Bu bir devlet inisiyatifiydi. AKP’nin 4 Mayıs 2007’de Dolmabahçe gizli mutabakatıyla Genelkurmay Başkanlığıyla, daha sonra 5 Kasım 2007’de ABD ile uzlaşması durumu daha da karmaşık hale getirdi.

TASFİYE PLANI ‘DEMOKRATİK AÇILIM’ ADI ALTINDA PİYASAYA SÜRÜLDÜ

AKP Hükümeti PKK’yi tasfiye temelinde çözüm arayışına girdi. Göstermelik bazı haklar (Kürtçe kurs, çok kısıtlı yayın serbestisi) karşılığında dış destekler de sağlanarak savaş yeni boyutlara taşındı. Başbakan R. Tayyip Erdoğan, 2005’te Diyarbakır’daki konuşmasında önemli bir taktik hamle yaparak Kürt sorununa çözüm vaadinde bulundu. Bu vaatlerde PKK’yi tecrit etme ve AKP’ye destek sağlama temelinde adı geçen sözde bireysel haklara dayalı niyetler söz konusuydu. Üzerinde oldukça çalışılmış, ABD, AB ve komşu ülkelerin yanı sıra içte diğer devlet partileri, birçok basın yayın kuruluşu ve sivil toplum örgütüyle yeniden örgütlendirilmiş, Kürt işbirlikçilerin desteğinin sağlandığı bir tasfiye planı ‘demokratik açılım’ adı altında piyasaya sunuldu. Ayrıca pratikte eskisinden katbekat arttırılmış, askeri, siyasi, ekonomik, kültürel, psikolojik ve diplomatik cephede yoğunlaştırılmış topyekûn bir seferberlik ve eylem hamlesi planla birlikte uygulamaya konuldu. Yeni milis güçler eskinin Ülkücüleri ve Hizbullah’ı değil, bizzat AKP Hükümetinin yönetimi altında geliştirilen ve çok parçalı inşa edilen bir nevi ‘Kürt Haması’ydı. Deniz Baykal’ın CHP’siyle ordu içinde bazı komutanların da başlangıçta uzlaştığı ve desteklediği plan ve hamle buydu. Devlet içinde bazı kurumların önemli muhalefetiyle karşılaşsa da, bu planın yürütülmesinden çekinilmedi. KCK operasyonları bu plan ve uygulamaların can alıcı bir parçasıydı. Hava saldırıları ve Güney Kürdistan’a icazetli operasyonlar da aynı plan kapsamındaydı.

AKP VE İŞBİRLİKÇİLERİ TAM BAŞARI BEKLİYORDU

Planın ve uygulamaların arkasında 2002-2004 tasfiyecilerinin sergiledikleri tavrın ve geliştirdikleri ilişkilerin de önemli payı olduğunu önemle belirtmek gerekir. Aslında plan ve uygulamalardan AKP ve işbirlikçileri tam başarı bekliyorlardı. Karmaşık ve çok boyutlu olan bu plan kendilerince bu sefer tarihî bir başarıyla sonuçlandırılabilirdi. Gerçekten karmaşık olan ve kurnazca sahnelenen bu planın başarısı önündeki tek engel PKK gibi görünüyordu. Dolayısıyla hamle tüm yönleriyle PKK’nin tecridine ve silahsızlandırılmasına kilitlendi. Bu temelde tüm güçler kullanıldı. Takke düştü kel göründü misali kendini açığa vurmayan güç neredeyse kalmadı.

PKK’NİN ESKİSİ KADAR BİLE DARBE ALMASI MÜMKÜN DEĞİLDİ

Ama hem kendini KCK olarak demokratik ulus çözümü temelinde sunması ve pratikleştirmesi, hem de daha önceki yetersizlikler ve saplantılardan önemli ölçüde arındırması PKK’nin tasfiyesini imkânsız kılıyordu. Eskisi kadar bile darbe alması mümkün değildi. Dönüşüm ve düzeltme hareketi yeni olmasına rağmen oldukça ilerleme ve gelişme sağlamıştı. AKP’nin belki de ilk defa ordunun önemli bir kesimiyle hayata geçirmeye çalıştığı bu planın boşa çıkacağı aslında daha başından belliydi. Ama AKP bu planı ordunun da dolaylı desteğiyle iktidara iyice oturma temelinde kullanmaktan geri durmadı. Denedikçe ve iktidardaki konumunu pekiştirdikçe, Kürt sorununun çözümü konusunda teorik ve pratik olarak ciddi ve dürüst hiçbir hazırlığı, çabası ve inancı olmadığı halde, mal bulmuş mağribi misali sarıldığı ‘demokratik açılım’ sözcüklerini sakız gibi çiğnemeye devam etti. İktidar merkezli, tam günübirlik, kendi kârına bakan bir tüccar hesabı söz konusuydu. Kürt sorunu bu kapsamda daha da karmaşık bir hal aldı. Karşısında anlamlı ve onurlu bir barış ve demokratik çözüm şansını bulamazsa, bu sefer ‘varlığını koruma ve özgürlüğünü öz gücüyle sağlama’yı esas alacağı topyekûn bir direnme ve özgür yaşam aşamasına girecektir.

1970’lerin başlarında yola çıkan PKK’nin bu aşamada önündeki görev Kürt varlığını tartışılır olmaktan çıkarmak ve Kürt sorununu reel sosyalist bir devlet anlayışıyla çözmeye çalışmaktı. Kürt varlığını tartışılır olmaktan çıkarmasına rağmen, ulus-devletçilikte âdeta çakılıp kaldı. Yaşanan özeleştiri süreci ulus-devletçiliğin anti-sosyalist ve antidemokratik özünü ortaya koydu. Demokratik toplum olmadan sosyalizmin inşa edilemeyeceğini netçe yaşayan PKK, Kürt sorununun çözümünü demokratik ulus inşasında gördü. Şimdi gördüğümüz sorundaki kayma bu amaca demokratik yasal siyasetle mi, yoksa topyekûn devrimci halk savaşımıyla mı varılacağına ilişkindir.

 

(Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kitaplarından derlenmiştir.)

DEVAM EDECEK…