TC Anayasası tarihsel Türklüğü nasıl inkâr ediyor?

TC Anayasasında tarihsel Türklük neden bu biçimde inkâr edilmiş ve Türk varlığı yüz yıllık TC Devleti’nin varlığına bağlanmıştır? Bunun anlaşılabilecek bir tek nedeni vardır. O da Kürt varlığını inkâr edebilmek ve Kürtleri yok sayabilmek çabasıdır.

Son seçim tartışmalarında da en çok gündeme gelen, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” olan ilk dört maddesinden biri aynen şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.” 

Madde aynen böyle yazılmış ve Türk olmak Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı olmakla bu düzeyde birleştirilmiş. Peki “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif de edilemez” statüsünde olan bu tanımlama ne kadar doğrudur? Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaş olmayanlar Türk olamazlar mı? O halde “Türki Cumhuriyetler” kavramı boşuna mı söyleniyor? 
Şimdi farz edelim ki bu tanımlama doğrudur. O halde Türk olabilmek için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vatandaş olmak gerekir. Peki bu ne anlama gelir? Demek ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vatandaş olmayanlar Türk olamaz. O halde Türk olmak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bağlıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de 29 Ekim 1923 tarihinde kurulduğuna göre, o zaman bu dünyada Türk bireyi ve toplumu sadece son yüzyıl boyunca vardır. Bu dünyada ne 29 Ekim 1923 tarihinden önce Türk vardır ve ne de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı dışında Türk vardır. 

İşte ‘Tarihsel Türklük’, ‘Orta Asya Türklüğü’ bizzat TC Anayasası tarafından böyle inkâr edilmektedir. Her şey TC Devleti’ne bağlanarak Türk toplumu, Türk ulusu aslında yok sayılmaktadır. Bir de bu durum “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif de edilemez” statüsünde görülmektedir. Halbuki bilimsel olarak yanlış olan bu tanımlamanın hemen değiştirilmesi ve doğru bir Türklük tanımının yapılması gerekir.

Peki TC Anayasası neden böyle yazıyor? Bu anayasayı hazırlayanlar tarih ve toplum biliminden bu kadar uzak mıdırlar? Kuşkusuz tümden uzak oldukları söylenemez. Bilimi devlet çıkarlarına bağlı ele aldıkları için gerçek özünden saptırdıkları bilinmektedir. Ama yine de bu kadar cahil değildirler. Kaldı ki bu anayasayı yazanlar ve savunanlar, aynı zamanda sürekli “Şanlı Türk tarihinden” söz etmektedirler. “Tarihin en eski ve en büyük milletinin Türkler olduğunu” iddia etmektedirler. 

O halde TC Anayasasında tarihsel Türklük neden bu biçimde inkâr edilmiş ve Türk varlığı yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığına bağlanmıştır? Çok açık ki bunun anlaşılabilecek bir tek nedeni vardır. O da Kürt varlığını inkâr edebilmek ve Kürtleri yok sayabilmek çabasıdır. Kürt varlığını inkâr edip yok sayabilmek ve bu temelde Kürtler üzerinde kültürel soykırım uygulayabilmek için, işte bu düzeyde bilim dışılığa düşülmüş ve aynı zamanda tarihsel Türklük de inkâr edilmiştir.

Hatta bu saçma tezi savunan bazıları o kadar ileri gitmişlerdir ki, “Türklüğün bir ırk veya tarihsel toplum olmadığını, Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde kalan insanlara Türk dendiğini, bununla aslında Türk milletinin kast edilmediğini” iddia etmişlerdir. Yani bu biçimde TC sınırları içinde toplanan tüm milletler ve kültürler Türk olarak adlandırılmış gibi çok saçma bir iddiada bulunmuşlardır. Bu tür çevrelerle tartıştığımızda, onlara şöyle söylediğimizi çok iyi hatırlıyoruz: Madem böyle, Türk olmak tarihten gelmiyor ve bir milliyeti ifade etmiyor, TC sınırları içinde kalan tüm insanlara bir isim vermek amacıyla Türk denmiş oluyor; o halde bu topluluğa yüzyıldır Türk ismi takıldı, gelin ikinci yüzyılda da Kürt ismi takalım ve TC sınırları içindeki herkese Kürt diyelim! Peki böyle olur mu? Olmayacağı açıktır. Ancak anayasadaki Türk tanımı saçmalığını ortaya koyabilmek için bunları bile düşünüp ifade etmek gerekli olmuştur.

Şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun yüzüncü yılında 14 ve 28 Mayıs tarihlerinde çok önemli bir seçim yapıldı,yapılıyor. Antidemokratik ortam ve yapılan hileler sonucunda bu yapılanlara ne kadar seçim denip denmeyeceği ayrı bir konudur. Yine seçimi kimlerin kazanıp kazanmadığı da ayrı bir durumu ifade eder. Bunlardan bağımsız olarak şu gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmemiz gerekir ki, yeni yüzyıla girerken Türkiye’ye yeni bir anayasa gerekir. Nitekim 41 yıldır 12 Eylül 1980 cunta anayasası ile bu devlet ve toplum yönetilmeye çalışılmaktadır. Seçim tartışmaları içinde yeni bir anayasanın hazırlanması hemen hemen herkes tarafından dile getirilmiştir. 
O halde, yeni sürece yeni bir anayasa ile başlamak en doğrusu olacaktır. Denebilir ki mevcut seçim sonuçları böyle bir anayasa hazırlamaya imkân veriyor mu? Bu bakımdan yetersiz ve hatta olumsuz bir tablonun olduğu bile söylenebilir. Fakat anayasa gibi bir belgenin sadece bir parti veya ittifak tarafından hazırlanamayacağı, Türkiye’de var olan bütün eğilimleri içine katması gerektiği açıktır. Dolayısıyla kim ya da kimler yönetim olurlarsa olsunlar, gerçekten ikinci yüzyıla girişin yönetimi olacaklarsa böyle bütünlüklü yaklaşmak ve işe yeni bir anayasa ile başlamak zorundadırlar.

Eğer bu durum gerçekse ve yeni yüzyıla yeni bir anayasa ile girilecekse, o zaman hazırlanacak anayasanın gerçekten yeni ve çözümleyici olabilmesi için, değişime mevcut anayasanın değiştirilemez denen maddelerinden başlanması hem zorunlu ve hem de gereklidir. Çünkü, örneğin yukarda ifade ettiğimiz madde hem doğru ve hem de bilimsel değil. Yine aynı zamanda sorunları çözen değil, tersine yeni sorunlar üreten türden. O halde, inadı ve şartlanmışlığı bırakarak, yeni anayasayı bir üst kimlik olarak ‘Türkiye ulusu’ tanımlaması ve onun altında TC sınırları içindeki tüm ulusal kimliklerin özgürce kendini yaşaması biçimindeki çözümleyici tanımlamayla başlatmak gerekir. Tabi sadece bu tanımlama yetmez. Tüm özgürlükleri güvence altına alan demokratik bir yeni anayasa gerekir. Fakat Türk tanımlamasının düzeltilmesi de birçok sorunun kendiliğinden çözümünü kesinlikle getirir. 

Çok açık ki, böyle yapılırsa, başta Kürt sorunu olmak üzere tüm temel sorunların çözümünün önü açılmış olur. Dahası Kürt varlığını inkâr edeceğiz diye tarihsel Türk varlığını da inkâr etmek gibi bir ucube tanım ve anlayıştan da kurtuluş gerçekleşir. Oysa örneğin Orta Asya’da tarihsel olarak Türk varlığı sabittir. Orta Asya’dan Anadolu’ya onlarca Türkmen boyunun göçle geldiği de tarihin sabit bilgileri arasındadır. Bu Türkmen boylarına dayalı olarak Osmanlı İmparatorluğu sistemi içinde bir Türkleşmenin geliştiği de tarihsel bir gerçektir. Kuşkusuz uluslaşma bakımından bu Türkleşme zayıf bir konumu yaşamıştır. Söz konusu Türk uluslaşmasının güçlü bir biçimde gelişimi Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile olmuştur. Ama TC Devleti Türk uluslaşmasında güçlü bir gelişme yaratmıştır diye, ondan önceki Türkleşmenin inkâr edilmesi elbette gerekmez ve böyle bir şey doğru da değildir. 
O halde Kürt halk varlığını inkâr edebilmek için, tarihsel Türk uluslaşmasını inkâr eden yanlış ve hastalıklı düşünceden kurtulmak gerekir. 

Kaynak: Yeni Özgür Politika