Kendini tek seçenek olarak sunan günümüz kapitalist dünyasının gözü önünde ve göz göre göre Gazze’deki Filistin halkı soykırıma uğratılıyor. ABD, İngiltere ve Almanya destekli günümüz İsrail yönetimi, çocuk ve kadın demeden binlerce insanı katlediyor ve esas olarak da tüm toplumu yerinden ve yurdundan sürüyor. Gazze halkı, Tayyip Erdoğan yönetimi ile günümüz ABD ve İsrail yönetimleri arasındaki enerji yolu kavgasının kurbanı oluyor.
Söz konusu soykırımcı saldırılar ikinci ayın ilk haftasını da dolduruyor. Gazze’de gerçek bir insanlık dramı yaşanıyor. Fakat soykırımı insanlık suçu sayan devletlerden, bölgesel ve küresel kurumlardan sonuç vermeyen toplantılar ve timsahın gözyaşı kabilinden açıklamalar dışında hiçbir çözüm gelmiyor ve de geliştirilmiyor. Ezilen halkların, kadın ve gençlerin bu soykırıma karşı yükselen protesto eylemleri ise, yaşananları deşifre etmekten öteye bir sonuç vermiyor.
Denebilir ki buna da şükür; çünkü Karabağ Ermenileri ve Êfrîn Kürtleri soykırıma uğratılırken timsahın gözyaşı kabilinden açıklamalar da olmuyordu. Gazze’deki Filistin halkına uygulanan soykırım karşısında hiç olmazsa timsah gözyaşı dökenler oluyor. Sonuç vermese de toplantı yapıp tartışanlar bulunuyor. Bu da herhalde Filistin halkının mücadelesi ve Filistin sorununun hassasiyetinden kaynaklanıyor.
Halbuki suç sabittir. Başta BM ve AB olmak üzere tüm kurum ve devletler tarafından soykırım insanlık suçu sayılmaktadır. Bir halkın, dil ve kültür topluluğunun tümden katledilmesi veya tehcire uğratılması, yani tümden yerinden ve yurdundan sürülmesi veya demografik yapısının değiştirilmesi veya asimile edilerek kültürel bakımdan yok edilmesi soykırım kapsamında ele alınmaktadır. Bugünkü İsrail Yönetimi tarafından da Gazze halkı üzerinde kültürel soykırım dışındaki tüm soykırım yöntemleri uygulanmaktadır.
Suç gibi suçlu da sabittir. Uygulamacı suçlu bugünkü İsrail yönetimidir. Ona zemin yaratan suçlu Hamas yönetimidir. Hamas’ı böyle bir provokasyona teşvik eden suçlu Tayyip Erdoğan’dır. Tayyip Erdoğan’ı ve İsrail yönetimini azmettiren suçlu ise bugünkü ABD yönetimidir. Suç ve suçlu bu biçimde net olduğuna ve soykırım da insanlık suçu sayıldığına göre, o halde soykırımı insanlık suçu sayan herkesin birleşip söz konusu suçluları yargılaması gerekmez mi? Elbette gerekir. En başta da bunu BM’nin yapması gerekir. Ama mevcut BM yönetimi bunu yapamamakta ve timsahın gözyaşı kabilinden açıklamalar yapma dışında hiçbir etkinlik gösterememektedir. O halde mevcut BM bitmiştir, bu dünyada yapabileceği olumlu hiçbir şey kalmamıştır. Onu artık tarihe gömmek ve yerine çözüm gücü olan Dünya Demokratik Konfederalizmini geliştirmek gerekir. Bunu da tüm ezilenleri birleştirip soykırımcıları yargılamakla başlatmak yerinde olur.
Aslında tarih doğru incelendiğinde görülecektir ki, tüm kötülüklerin nedeni, sebebi, kaynağı, müsebbibi soykırımcı zihniyet ve siyasettir. Üzerinde soykırım uygulanan ilk toplumsal kesim de kadınlar olmaktadır. Ataerkil hiyerarşi ve onun üzerinde yükselen iktidar-devlet sistemi işte bu zihniyet ve siyaset üzerine kurulmuştur. Kadın üzerindeki soykırım uygulamasının sonuç alması, soykırım saldırılarının diğer toplumsal kesimlere, farklı etnik yapılara, dil ve kültür topluluklarına da yöneltilmesini getirmiştir. Bu temelde, iktidar ve devlet tarihi bir yönüyle de soykırımlar tarihi olmuştur. Onlarca halk topluluğu, dil ve kültür yapısı söz konusu saldırılar sonucunda tarihe gömülmüştür.
Kuşkusuz söz konusu tarihin en vahşi ve barbar dönemi kapitalist modernite dönemidir. Kapitalist modernitenin ulus-devleti, adeta bir halklar ve kültürler mezbahası gibidir. Bu sürecin en belirgin zamanı da Birinci Dünya Savaşı sürecidir. Söz konusu bu savaş içinde ve sonrasında Ermeni, Asuri-Süryani, Rum-Pontus ve Kürt halkları, kendini ‘modern’ olarak adlandıran dünyanın gözü önünde ve desteğiyle soykırıma uğratılmıştır. Osmanlı’nın İttihat ve Terakki Cemiyeti Yönetiminin esas aldığı bu zihniyet ve siyaseti, daha sonra kurulan TC de devam ettirmiştir. Böylece küresel kapitalist sistem soykırımcı zihniyet ve siyaset üzerine kurulmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasının Cemiyet-i Akvam kurumu ile İkinci Dünya Savaşı sonrasının Birleşmiş Milletler kurumu bu temelde şekillenmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nın en belirgin soykırımı, Hitler faşizminin gerçekleştirdiği Yahudi soykırımıdır. Yahudiler daha önce de ciddi sürgünler yaşamışlardır. Fakat İkinci Dünya Savaşı içinde yaşadıkları çok daha ağırdır. Bunu gerçekleştiren faşist Hitler, ilhamı Birinci Dünya Savaşı içinde Osmanlı topraklarında yaşananlardan aldığını açıkça söylemiştir.
Söz konusu savaş ardından 1948 yılında İsrail Devleti’nin kuruluş süreci başlatılmıştır. Kuşkusuz Hitler’in gerçekleştirdiği Yahudi soykırımı bu amaçla yapılmıştır diyemeyiz, ancak İsrail Devleti’nin kuruluşunda söz konusu soykırımın etkileri kullanılmıştır. Bu temelde İsrail Devleti’nin kuruluşu Filistin halkının soykırımıyla birlikte yürütülmüştür. 75 yıldır “Vadedilmiş topraklar” üzerinde bir İsrail Devleti kurulmakta ve Filistin halkı da soykırıma uğratılmaktadır. Daha önce Filistin halkının çok büyük bir bölümü Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan topraklarına sürülmüştür. Şimdi Gazze’de yaşanan bunun bir devamı olmaktadır.
Burada şu hususların altını çizmemiz gerekir: Daha önce soykırıma uğramış olmaları, Yahudi toplumuna ve devletine başka halkları soykırıma uğratma hakkını vermez. Yine soykırım uygulaması altında olması da Filistin toplumuna ve siyasetine başka halklara karşı yok edici saldırıda bulunma hakkı vermez. Kısaca “Ezilenin milliyetçiliği olmaz, ezilene her şey yapma hakkı vardır” denilemez. Demek ki önce zihniyet ve siyaset düzeltmesine ihtiyaç vardır.
Belli ki yaşanan olayların tarihsel boyutu vardır ve kuşkusuz bu tarihi doğru yorumlamak gerekir. En önemlisi de ortaya çıkan somut durumun doğru değerlendirilmesidir. Her şey kendine göre tarih yorumlaması ve bu temelde değişiklik istenmesiyle olmaz. Geçmişi bilmekle birlikte, bugün ortaya çıkan durumu doğru anlayıp demokratik çözümler üretmeyi bilmek gerekir. 7 Ekim tarihinde başlayan mevcut savaşın böyle bir tarihsel temeli bulunmakla birlikte, güncel siyasal ve ekonomik amaçları daha öndedir.
Kısaca bu savaş, 1990 Körfez Savaşı’yla başlayan Üçüncü Dünya Savaşı’nın bir parçasıdır. 1990’da Saddam Hüseyin Yönetimi’nin Kuveyt’e saldırmasına izin veren ABD, ona dayanarak Ortadoğu’ya 150 bin asker sevk etmiş ve bu temelde Ortadoğu’nun en büyük askeri gücü haline gelmiştir. Bugün de Hamas’ın İsrail’e ve İsrail Devleti’nin Gazze’ye saldırmasına izin ve destek veren ABD, benzer biçimde savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e sevk etmiş ve mevcut haliyle Doğu Akdeniz’in en büyük askeri gücü haline gelmiştir. Uzun süredir Doğu Akdeniz’in kaynakları üzerinde süren mücadele dikkate alınırsa, ABD’nin bu hamlesinin ne anlama geldiği çok iyi anlaşılır.
Tabii bir de Gazze’nin zenginlikleri ve buradan geçmesi öngörülen Hindistan-Avrupa yeni enerji yolu meselesi var. TC ve benzerleri bu yolu sabote etmek isterken, ABD ve benzerleri de kendileri için güvenlikli hale getirmek istemektedir. Gazze halkı işte bu ekonomik, siyasi ve askeri çıkarlara kurban edilmektedir. Biz, kuşkusuz Gazze halkının kanı ve canı üzerinde yürütülen bu çıkar kavgasının taraflarından birinin yanında olamayız. Ancak bu çıkar kavgasına karşı Gazze ve tüm Filistin halkının varlığının ve özgür yaşamının yanındayız ve bu halkın en büyük dostuyuz. Geçmişte de böyleydik, bugün de böyleyiz ve gelecekte de böyle olacağız. Filistin halkının tüm komşularıyla birlikte demokratik ulus ve demokratik konfederalizm sistemi içinde özgür ve eşit bir üye olarak yaşaması için mücadele vereceğiz. Tüm kötülüklerin müsebbibi olan soykırımcı zihniyet ve siyaseti lanetliyor, bunları aşarak gerçek demokrasiye ulaşmamız gerektiğini belirtiyoruz.
Kaynak: Yeni Özgür Politika