Aslında insanlar ekonomi konuşmaktan çok hoşlanmazlar; fakat ekonomi faslında kendilerinin ve ailelerinin geleceğini konuşurlar. İnsanların günlük hayatlarını sürdürürken ve geleceklerini inşa ederken muhakkak kendi yetenekleri de oldukça önemlidir; fakat nasıl bir ekonomide yaşadıkları da en az insanların bireysel yetenekleri kadar önemli olur.
Hatta bazen hangi zamanda ve hangi ülkede yaşadığınız sizin bireysel yeteneklerinizden daha önemli olur. Türkiye'de Z kuşağı diye tarif edilen genç nüfusun çok önemli bir kısmı bundan sonraki yaşamlarını Türkiye'de sürdürmek istemiyor.
Bu ülkenin cumhurbaşkanı ise sorunu çözmek yerine, bu gencecik çocukları 'nankör, köksüz' olarak tanımlıyor ve doğup büyüdükleri ülkelerinden kovuyor. Halbuki ülkenin kaynaklarını iktidarın etrafında bir araya gelmiş şebeke çalıp çırpmasa bu ülke herkese yeter de artar bile!
ANLADIĞIMIZI EYLEME ÇEVİRMELİYİZ
Fakat nafile!. Biz ne anlatırsak anlatalım; bunların kararmış vicdanında bir karşılık yaratamayız.
Geriye iki şey kalıyor.
Bunlardan ilki, üzerinde yaşadığımız dünyayı ve içinde yaşadığımız ülkeyi ekonomik ve sosyal olarak daha güçlü anlamak; ikincisi ise anladığımız şeyi eylemle pratikleştirmek, ülkemizin üzerine bir kara bulut gibi çökmüş bu bezirgan saltanatını yıkıp geçmek.
Biraz sıkıcı olacak biliyorum; fakat etrafımızda olup biteni daha fazla anlamak için mecburen birçoğumuzun hiç hoşlanmadığı, bir an önce okuyup geçmek istediği, sadece sayılardan ve soyutlamalardan ibaretmiş gibi gördüğü ekonomi alanına girmek zorundayız.
Türkiye ekonomisinin neredeyse her zaman dış finansman ihtiyacı ve kimi zaman şiddetlenerek artan yüksek enflasyon sorunu olmuştur.
Şimdilerde Erdoğan'ın yeniden toplumun gündemine soktuğu yüksek enflasyonu henüz çözmeden düşük faiz ve yüksek kredi artışı ile ekonomik büyümeye destek verme politikası, kısa vadede nispi rahatlama yaratmış, uzun vadede Türkiye ekonomisinin kırılganlıklarının daha da artmasına neden olmuştur.
ERDOĞAN MÜDAHALE ETTİKÇE EKONOMİ KÖTÜLEŞTİ
2021 yılına yüzde 15'in üzerinde bir enflasyon oranı ile giren Türkiye ekonomisinde yıl içinde yapılması gereken yapısal reformların yapılmaması nedeniyle enflasyon sürekli bir artış sürecine girmiştir.
Sürekli yükselen enflasyon ve alım gücünün zayıflaması, ekonomide hem öngörülebilirliği hem de güveni azaltmış, bu da zamanla dolarizasyonu (döviz mevduatının toplam mevduatlar içindeki payı) artırmıştır. Örneğin; 2013 yılında sadece yüzde 25 olan dolarizasyon, 2021 yılında yüzde 69'a kadar yükselmiştir.
Bu durum devletin para politikaları ile ekonomiye müdahalesinin olanaklarını önemli ölçüde sınırlandıran bir görünüm ortaya çıkarmıştır. Erdoğan'ın keyfi müdahaleleri ile sürekli Merkez Bankası başkanlarının ve maliye bakanlarının değişmesi ise süreci büsbütün kötüleştirmiştir.
Türkiye gibi kendine yeter sermaye birikimi yaratamamış ülkelerin temel problemlerinden birisi de, dış finansman ihtiyacıdır. Toplam yıllık döviz ihtiyacının milli gelir içindeki payı, yıllar içinde sürekli yükselmiş ve geldiğimiz noktada milli gelirin yüzde 30'una kadar çıkmıştır.
İçeride bir türlü kontrol altına alınamayan enflasyon ve yüksek cari açık, ekonomide bir kırılganlığa neden olmaktadır. Bu durum ise dış borçlanma maliyetlerini yukarı çekmekte ve dövize erişimi her geçen gün daha da zorlaştırmaktadır.
Türkiye'nin dış finansman ihtiyacı 2021 yılında yaklaşık 220 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Küresel finansal koşulların zorlaştığı bir dönemden geçiyoruz ve böyle dönemlerde Türkiye gibi kırılgan ekonomiler değil daha stabil, makro göstergeleri daha güçlü olan ekonomiler sermaye çekebilir. Türkiye gibi ülkeler ise bu koşullarda yabancı sermaye bulmakta çok zorlanırlar; ayrıca bulsalar bile yüksek maliyetlere katlanmak zorundadırlar.
2020 yılında küresel ekonomi, 1930 Büyük Buhran’dan sonra iktisadi tarihte emsali görülmemiş en derin resesyonu yaşadı. Literatüre 2020 Büyük Kapanma (Great Lockdown) olarak geçen resesyonda, küresel ekonomi, reel bazda yıllık yüzde 3.5 daraldı.
‘Gelişmiş ülkeler’in merkez bankalarının duruma hızlı müdahalesi ve hükümetlerin maliye politikaları ile duruma son derece hızlı ve güçlü müdahaleleri sonucunda ağır bir finansal kriz yaşanmamış olsa da yüksek işsizlik önlenememiştir.
2021'DE EKONOMİK ÇÖKÜŞ HIZLANDI
Coronavirüs salgını nedeniyle ekonominin temel girdilerinin fiyatlarının yükselmesi ve küresel enflasyon endişesi, Türkiye gibi üçüncü dünya ülkelerine sermaye akışını yavaşlatmıştır.
Bütün bu objektif nedenlere ilaveten Türkiye'de mevcut rejimin kendisinden kaynaklanan nedenler var ve bu nedenler 2021 yılında Türkiye ekonomisinde yaşanan çöküşü hızlandırmıştır.
Her şeyden önce 2021 yılında Türkiye Avrupa Birliği üyeliği adaylığından tamamen uzaklaşmıştır. Bu gelişme sonucu küresel kriz nedeniyle zaten azalan yabancı sermaye yatırımlarının daha da düşmesine neden olmuştur.
Türkiye tıpkı daha önce olduğu gibi 2021 yılında da yanlış yatırım politikası izlemeye devam etti. Katma değer üreten sanayiye yönelmek yerine inşaata ağırlık vermeye devam etti. Bu yatırımların çoğunun geri dönüşü olmadığı gibi çevreye çok büyük zararlara sebep oldular.
BASKICI UYGULAMALAR YENİ YATIRIMLARI ENGELLEDİ
Rejimin anti demokratik, baskıcı, demokrasi ve insan haklarını ayaklar altına alan uygulamaları, ülkeye yabancı kaynak girişini azalttı. Yerli yatırımcı ise kendini güvencede hissetmediği için yeni yatırımlar yapmaktan kaçındı.
Erdoğan'ın atamalar ve para piyasalarına yaptığı müdahaleler sonucu Merkez Bankası, hükümetin sıradan bir kurumuna dönüştürüldü. Türkiye'de ve dünyada hiç kimse artık TC Merkez Bankası'nın bağımsız olduğuna inanmamaktadır.
Bütün bunlara dış politikada saldırgan bir dilin kullanılması ve komşu halklara karşı saldırgan bir tutum içine girilmesi gibi ekonomi dışı gibi görünen tutumların da eklenmesi, Türkiye'nin genel görünümünü büsbütün kötüleştirdi.
Türkiye 2013 yılında dünya GSYH'sından yüzde 1,23'lük bir pay alırken, bu oranın 2021 yılında 0,85'e gerilemesi beklenmektedir. Bu oran 1980 yılından bile daha kötüdür. Dolayısıyla Türkiye, Erdoğan rejimi eliyle ekonomik olarak 1980'lerin bile gerisine düşürülmüştür ve eğilim devam etmektedir.
2021 yılında Türkiye ekonomisinde yaşanan en önemli gelişmelerden biri de TC Merkez Bankası'nın 128 milyarına ne olduğudur. Önceleri hükümet konunun üstünü kapatmaya çalışmış; fakat muhalefetin ısrarı sonucu söz konusu satışın yapıldığını kabul etmek zorunda kalmıştır.
Başlangıçta hem Erdoğan hem de Merkez Bankası üç maymunu oynamaya çalışmış; kamuoyunun ısrarlı soruları karşında istemeyerek de olsa satışı kabul etmek ve açıklama yapmak zorunda kalmışlardır.
Merkez Bankası neden 128 milyarın satıldığını izah etmeye çalışırken, aslında ekonominin içine düştüğü kötü durumu da itiraf etmek zorunda kalmıştır. Merkez Bankası, “Türkiye'de artan sermaye çıkışları, azalan doğrudan yatırımlar, turizm ve ihracatta yaşanan hızlı daralma nedeniyle ekonomide yüksek tutarda döviz talep fazlası ortaya çıkması sonucu reel sektör, finans kesimi ve kamu kurumlarının döviz ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kaldık" demiştir.
Yukarıdaki ifadeler bir izahtan ziyade itiraftır. 128 milyara ne oldu sorusuna cevap verirken aslında Türkiye ekonomisinin geldiği noktayı özetlemek zorunda kalmışlardır. Bütün bu yaşananların kısmen objektif sebepleri var fakat Türkiye'de işlerin bu noktaya gelmesinin asıl sorumlusu, Türkiye ekonomisini kendi ihtiyaçları için illegalleştiren hükümetin kendisidir.
İKTİDAR İLLEGAL YOLDAN PARA KAZANIYOR: HALKA TUZAK
Türkiye'de kerelerce varlık barışı adı altında kara para temizleme operasyonu yapılmış, sayısız kere kamu ihale yasası değiştirilmiştir. Tamamıyla kamu kaynaklarını talan etme ve uyuşturucu dahil her yoldan para kazanmayı mübah gören bir şebeke ile karşı karşıyayız.
Bu şebeke, illegal yollardan kazandığı kara parayı normal bir ekonomik düzen ve işleyen bir demokraside yeniden sisteme dahil edemezdi. Bunun için gayrimenkul piyasaları ve bankacılık sistemi bilerek ve isteyerek işlemez hale getirildi ve keyfileştirildi.
Bu yolla illegal faaliyetlerden elde ettikleri paraları legalize etme olanağı buldular. Dolayısıyla kimse bu adamlara “bu kadar parayı nereden buldun” diyemedi.
2021'i kapatıp 2022'ye girerken Türkiye halkları bir kez daha hükümet tarafından aldatıldı. Erdoğan tarafından ısrarla dile getirilen “Faiz neden, enflasyon sonuçtur!” yaklaşımı üzerinden geliştirilen bir süreç sonucunda yine birileri semirtildi, faturası ise yoksul Türkiye halklarına ödetildi.
Yüksek enflasyon koşullarında Merkez Bankası 23 Eylül'den itibaren düşük faiz uygulama sürecine girdi; dövizde yükselişe neden olacağı bilinmesine rağmen belirli aralıklarla faiz indirimine gidildi. Bu uygulama bir sürece yayılarak insanların dövize olan iştahı kabartıldı.
Israrlı uyarılara rağmen Erdoğan bu politikadan vazgeçmedi hatta inançlı bir insan olduğu bahanesi ile “Nas Suresinden” bahsetti. O noktadan itibaren işler tamamen çığırından çıktı ve Dolar 18 TL Euro 20 TL sınırını zorladı. Çok uzun bir süredir zaten artarak devam eden dolarizasyon süreci bu açıklamalarla zirve yaptı.
İnsanlar bankalardaki mevduatlarının yüzde 70'ine yakınını dolar cinsinden değerlendirme yoluna gitti. Sonra hükümet şaibeli bir biçimde her zaman yaptığı gibi, bir gece yarısı operasyonu ile TL cinsinden mevduatı Dolar’a endeksledi. 18 TL'ye kadar çıkan dolar, bir gecede 6 TL değer kaybederek 12 TL'ye geriledi.
Böylece sürekli faiz karşıtlığından dem vuran Erdoğan aşama aşama halka tuzak kurmuş oldu. Bütün bu yabancı paraların TL karşısında değer kazanması ve sonra birdenbire değer kaybetmesi sürecinden hükümete yakın çevrelerin spekülatif alımlar ve satımlar yaptığı konusunda kimsenin bir kuşkusu bulunmuyor.
Yeni yaklaşım, TL cinsinden mevduatın dolar karşısında zayıf kalması halinde aradaki farkın hazine tarafından karşılanmasını garanti ediyor. Böylece dolaylı olarak ekonomi tamamıyla dolarize ediliyor ve olası bir kur artışının ortaya çıkaracağı maliyeti hazineye yansıtarak toplumun geri kalanını, parası olanların muhtemel faiz zararını karşılamak zorunda bırakıyor.
Türkiye ekonomisi 2022 yılına yeniden yüksek dış finansman ihtiyacı ile giriyor. Türkiye'nin yeniden enflasyon sürecine girmesi, cari açığın yarattığı kırılganlık, risk primini yükseltirken, dış borçlanmayı hem zorlaştırıyor hem de daha pahalı hale getiriyor.
Bütün bunlara bir de küresel piyasalarda yaşanan dalgalanma ve üçüncü dünya ülkelerine sermaye girişinin zayıflaması da eklenince Türkiye'nin dövize olan ihtiyacı daha da artıyor. Dışarıda para bulmakta zorlanan rejim, şimdi de vatandaşın döviz cinsinden yatırımlarına göz dikmiş durumda.
2021 yılı Türkiye halkları için ekonomik olarak kayıp bir yıl olarak tarihte yerini almıştır. Fakat muazzam derslerle doludur. Bunlardan ilki ve en önemlisi, Türkiye'yi yönetenlere güvenmemesidir. Halkına karşı pervasızca tuzak kuran bir hükümet Türkiye'yi yönetmektedir. 2022 yılı da benzer operasyonların olduğu bir olacaktır.
Halkımız mümkün olduğunca spekülatif ekonomik faaliyetlerden uzak durmalı; hükümetin açıklamalarına temkinli yaklaşmalı, planlama yaparken Türkiye'nin enflasyonist bir sürece girdiğini gözden kaçırmamalıdır.