Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yeni teorik formülasyonları, Devletçi Uygarlık Sistemine karşı geliştirdiği Demokratik Uygarlık Sistemi ve bu temelde tanımladığı “Kadın özgürlükçü, ekolojik ve demokratik toplum” paradigması küresel düzeyde daha fazla yayılıyor ve ulaştığı herkeste çok önemli bir aydınlanmaya yol açarak, kurtuluş ve özgür yaşam umudu yaratıyor.
Örneğin erkek egemen baskı ve tecavüzden bunalan kadınlar, Jineoloji ile aydınlanıyor ve ‘Jin Jiyan Azadî’ sloganına sarılarak Kadın Özgürlük Devrimi için mücadeleye atılıyor. Tekçi ulus-devlet faşizminin baskı ve zulmü altında katliam ve asimilasyon yaşayan halklar ve kültürler, ‘Demokratik ulus’ teorisiyle aydınlanıyor ve Demokratik Özerkliğe dayalı Demokratik Konfederalizm mücadelesine giriyor. Binbir suratlı kapitalist modernite liberalizminin yalan ve hilelerinden bunalan aydınlar, Demokratik Modernite Kuramıyla aydınlanarak her türlü milliyetçiliğe, dinciliğe, cinsiyetçiliğe ve pozitif bilimciliğe karşı mücadeleye yöneliyor. Doymak bilmeyen azami kârcı kapitalizmin ağır baskı ve sömürüsü altında yaşayamaz hale gelen işçi ve emekçiler, ‘Ahlaki ve Politik Toplum’ bilinciyle aydınlanarak kurtuluşu demokratik sosyalizm için mücadelede buluyor. Endüstriyalizmin doğa kırımı nedeniyle nefes alacak hava bulmakta zorlanan tüm insanlar, ‘Ekolojik toplum’ olabilmek için örgütlenmeyi ve eylemi geliştiriyor.
Kısaca Önder Apo’nun geliştirdiği Demokratik Modernite Kuramıyla tanışan her ezilen kesim ve halk, Önder Apo’nun düşünce ve çözüm projelerinde kendi kurtuluş yolunu görüyor. Çünkü söz konusu düşünce ve çözüm projeleri, beş bin yıllık iktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkardığı tüm toplumsal sorunlar için çözüm yolları öneriyor. Bu durum, tüm ezilenler açısından aydınlatıcı olduğu kadar umutlandırıcı da oluyor. İnsanlarda büyük bir coşku ve heyecan yaratıyor ve yepyeni umutlara yol açıyor. Böylece Önder Apo, tüm ezilen insanlık için adeta bir kurtuluş umudu haline geliyor.
Bu durum, kuşkusuz Kürtler ve Kürt kadınları açısından en başat düzeyde yaşanıyor. Bir avuç işbirlikçi ve hain dışındaki tüm Kürtler, uzun süredir bu gerçeğin bilincine ulaşmışlar ve Önder Apo’nun etrafında birleşerek ve Apocu Çizgide kendilerini eğiterek tarihin en anlamlı özgürlük mücadelesini yürütüyorlar. Önder Apo’nun kendileri için varlık ve özgürlük umudu olduğu gerçeğini asla unutmayarak, varlık ve özgürlüklerini Önder Apo’nun varlık ve özgürlüğüyle en ileri düzeyde bütünleştiriyorlar.
Kuşkusuz Önder Apo’nun düşünce ve çözüm projeleri, Kürtler gibi en başta da Türkiye toplumu için kurtuluş umudu oluyor. Kapitalist modernite sisteminin bir ajanı konumunda olan AKP-MHP faşizminin Türkiye’yi sürüklediği felâkete karşı, Türkiye ülkesinin ve toplumunun kurtuluş umudu olma gerçeğini Önder Apo’nun ‘Kürt özgürlüğüne dayalı Türkiye demokratikleşmesi’ projesi temsil ediyor. AKP-MHP faşizminin ‘Kürt düşmanlığı’ temelinde Türkiye’yi sürüklediği felâketten ancak Önder Apo’nun ‘Kürt özgürlüğüne dayalı Demokratik Türkiye’ projesinin kurtaracağını aklı başında olan herkes giderek daha fazla anlar hale geliyor. Böylece Önder Apo gerçeği, Türkiye için umutlardan biri değil, tek umut haline gelmiş bulunuyor.
İşte başta Kürtler, kadınlar ve Türkiye toplumu olmak üzere tüm ezilen kesimler ve insanlık için ‘Kurtuluş Umudu’ konumunda bulunan Önder Apo’ya “Umut Hakkı” konusu, yani bir tür ‘Yaşam hakkı’ anlamına gelen ‘Ağırlaştırılmış müebbetin’ sona ererek fiziki özgürlüğüne kavuşması durumu bugün birçok çevre tarafından ciddi olarak tartışılıyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ise, 17-18 Eylül günlerindeki toplantılarının gündemine bu tartışmayı almış bulunuyor. Daha doğrusu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu konuda 2014 yılında verdikleri kararın Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından uygulanıp uygulanmadığını aradan geçen on yıl sonra tartışmak istiyor.
Aradaki çelişkiyi çok iyi görmek gerekiyor. Bir taraf, yani Önder Apo gerçeği, tüm insanlık için özgür yaşam ve kurtuluş yolunu göstererek herkes için yaşam umudu olur, yaşam hakkı verirken; diğer taraf, yani günümüzün egemen dünya gerçeği Önder Apo’nun yaşamı için “Umut hakkı” olup olmamasını tartışıyor. Denebilir ki, egemen dünya zaten zalim, baskıcı, sömürücü ve Önder Apo’ya düşman; 26 yıldır Önder Apo’yu İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi altında tutuyor; dolayısıyla böyle bir tartışma yürütüyor olması normaldir! Yani onların gerçeği zaten böyledir. Elbette bu durumun bir gerçeklik payı vardır. Fakat Önder Apo’nun 26 yıldır İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi içinde kurtuluşları için direndiği, yaşadığı ve çalıştığı güçlerin, tüm ezilen kesim ve halkların bu durum karşısındaki tutumu nedir? Elbette en çok üzerinde durulması ve anlaşılması gereken soru budur. Bizim için önemli olan da bu sorunun cevabıdır.
Bu konuda önemli bir gelişmenin yaşandığını ve Önder Apo’nun düşünceleriyle tanışan herkesin aydınlanıp bu düşüncelere sahip çıkarak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele ettiğini başta belirttik. Fakat görünen gerçek o ki, bu düzey, yani bu temelde yaşanan gelişmeler hala çok az ve yetersizdir, olması gerekene göre çok alt düzeydedir. Egemen dünyanın böyle ahlak ve hukuk tanımaz bir tartışma ve tutum içinde olması da esas olarak bu yetersizlikten kaynaklanmaktadır. O halde birinci ve esas görev, işte bu yetersizliği aşmak ve Önder Apo’nun düşünce ve çözüm projelerini tüm dünya halkları ve ezilenleri içinde daha fazla yaymaktır.
Peki Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin yapacağı değerlendirmelerden kayda değer bir sonuç çıkar mı? Belli ki bu konuda çok fazla umutlu ve beklentili olmamak gerekiyor. Zaten doğru bir şey yapsalardı, AİHM’nin 2014 yılında verdiği kararı on yıldır bekletmezlerdi. İmralı’da uygulanan açık hukuksuzluğa bu kadar göz yummazlardı. 42 aydır süren mutlak iletişimsizlik haline çoktan müdahale edip değiştirirlerdi. Zira İmralı sistemi esas olarak bu Komite’nin denetimindeydi ve esas sorumlu yönetim gücü buydu.
Bu bakımdan, fazla umutlu ve beklentili olmak gereksiz ve anlamsızdır. Zira dünyayı ve insanlığı felâkete götüren sistemden başka bir şey beklenemez. Her gün etrafımızda yaşananlara şöyle bir bakalım; nasıl bir toplumsal çürümenin yaşandığı açık değil mi? Süper gladionun geliştirdiği özel savaş uygulamaları, başta çocuklar, gençler ve kadınlar olmak üzere tüm topluma azgınca saldırmıyor mu? Her yerde toplumun ahlaki ve politik dokusunu sürekli yok etmiyor mu? İşte en son Amed’in Tavşantepe köyünde yaşanan 8 yaşındaki Narin Güran cinayeti ortadadır. “PKK avcılığında” ustalaştığını iddia eden AKP-MHP Yönetimi, sözde bir aydır söz konusu cinayeti aydınlatmak için çalışmakta, fakat her nedense 8 yaşındaki bir kız çocuğunun neden ve nasıl katledildiğini açığa çıkartamamaktadır! Kuşkusuz açığa çıkartamama değil, kendi denetimlerinde işlenmiş alçakça ve ahlaksızca cinayeti kamuoyundan gizleme çabası söz konusudur. 8 yaşındaki bir kız çocuğu kime ne yapmıştır ki, böyle vahşice katledilsin! Belli ki düşkün emelleri nedeniyle katledildiği için, yaptıklarına sahip çıkamamakta ve kedi gibi pisliklerini kapatmaya çalışmaktadırlar.
Ancak egemen dünya gerçeği böyledir diye de umutsuz ve karamsar olmamak gerekir. Tersine bu ahlaksız yaşam ve yönetim üzerine daha çok gitmek, gerçekleri açığa daha fazla çıkarmak ve bu köhnemiş düzeni değiştirmek için daha fazla mücadele etmek gerekir. Aynı durum, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin yapacağı değerlendirme ve vereceği kararlar için de geçerlidir. Olumsuz kararlar karşısında umutsuzluğa düşmemek, tersine daha çok bilenerek Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlesini daha çok büyütmek için mücadeleyi geliştirmek ve eylemleri her alana yaymak gerekir. Unutulmamalı ki, “Umut zaferden daha değerlidir” diyen Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele edilmektedir. O halde, her zaman umudu taze ve güçlü tutmak gerekir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika