Çınar ile Mazıdağı arasındaki arazi göz göre göre yandı. Geniş bir arazideki orman ve ekili yerler yanıp küle döndü. 15 kişi yangında yaşamını yitirirken, elliden fazla insanımız da yaralandı. Binlerce canlı cayır cayır yanıp gitti. Her bakımdan çok ciddi bir zarar var. O güzelim arazi şimdi bir kömür karasına dönüşmüş durumda.
Gerçi Kürdistan coğrafyası yangına yabancı değil. Türk özel savaş sistemi onlarca yıldır her yaz döneminde ormanlık alanları yakıyor. Bu biçimde gerillaya karşı mücadele ettiğini söylüyor. Şimdi de Kürdistan’ın birçok alanında yangın var. Havadan yapılan her bombardıman kurumuş arazide mutlaka yangına yol açıyor. Çınar ve Mazıdağı arasındaki yangın hava bombardımanı nedeniyle çıkmamıştı. Ama ona benzer bir biçimde 35 yıldır tamir edilmeyen elektrik telleri yangına neden olmuştu. Bu açıdan yangını çıkartan belliydi: Elektrik tellerini tamir etmeyen ve elektrik akışını doğru örgütlemeyen DEDAŞ! Yine yangının söndürülmesi için AKP-MHP Yönetimi hiçbir müdahalede bulunmamıştı. Zaten yangını çıkartandan söndürmesi beklenemezdi.
Şimdi iki haftadır söz konusu yangının dehşet saçan görüntüleri yayınlanıyor. Yangın üzerine çok yönlü değerlendirme ve tartışma yapılıyor. Yangının neden ve nasıl çıktığı da neden erkenden söndürülmediği de adeta didik didik ediliyor. Bu işlerin sorumluları ve de suçluları bir bir ortaya konuyor. Zaten her şey açıkça ortada. Öyle gizlenebilecek ve tersyüz edilebilecek bir durum ortada yok. Gerçi bu işin suçluları ve siyasi sorumlu olarak AKP’liler olayı anlaşılmaz kılmak ve tersyüz etmek için çaba harcıyorlar. Fakat güneş balçıkla sıvanmaz misali söz konusu bu çabaların etkili olacak bir yanı bulunmuyor.
Bu konuda DEM Parti örgütleri, milletvekilleri ve belediye yönetimleri çok önemli bir çaba içinde. Baştan itibaren olayı aydınlattıkları gibi, yangının söndürülmesi ve halkın yaralarının sarılmasında da önemli bir çalışma yürütüyorlar. Halkın da gücünü seferber ederek çalışmaya katılması söz konusu. Kadın-erkek, yaşlı-çocuk demeden adeta herkes seferber olmuş durumda.
Çok açık ki, bunların hiçbirine diyecek fazla bir şeyimiz yoktur. Demokratik siyaset ve halk üzerine düşeni yerine getirmeye çalışmıştır. Fakat yangın söndürme araç ve imkânları az olduğu için, söndürme işlemleri hızlı ve etkili olmamış ve önlenebilecek bazı zayiatların önlenmesi gerçekleşmemiştir. TC Devleti ve AKP-MHP yönetimi elindeki imkânları zamanında söndürme çalışmalarına sevk etmemiştir.
Nitekim burası Kürdistan’dır; TC Devletinin sömürgeci ve soykırımcı saldırısı altındadır. Devlet zaten bu toprakları ve üzerinde yaşayanları yok saymakta ve yok etmek için tüm gücünü seferber etmektedir. İnsanlarını katletmekte, demografyayı değiştirmekte, kültürel soykırım uygulamakta, ormanlarını kesmekte, yakıp yıkarak adeta doğasını yok etmeye çalışmaktadır. Bu nedenle, TC Devletinin ve AKP-MHP faşist yönetiminin yangını söndürmek için imkânları seferber etmemesi ve çaba harcamaması anlaşılırdır. Aslında söz konusu devletten ve hükümetten farklı bir uygulama beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır.
Kısaca Amed-Mardin arasındaki yangın, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kürdistan’daki sömürgeci-soykırımcı statüsünü bir kez daha net bir biçimde açığa çıkarmıştır. Bunu birçok çevre bu biçimde ifade etmiştir. Bu durum açık ve anlaşılır bir husustur. Mevcut sömürgeci-soykırımcı sistem ve saldırı altında Kürt halkının hiçbir yaşam güvencesi yoktur. Ekonomik, siyasi, güvenlik ve diğer tüm bakımlardan kendi öz örgütlülüğünü ve öz yönetimini geliştirmeden bu dünyada yaşayabilmesi mümkün değildir. Bu da demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederal sistemle rahatlıkla sağlanabilir. Yangın Kürtler açısından demokratik özerkliğin ve demokratik konfederalizmin olmazsa olmaz düzeyinde bir ihtiyaç olduğunu bir kez daha net bir biçimde göstermiştir.
Bu durumu Kürtler ve Kürt sorununun çözümü açısından en temel ders olarak ifade edebiliriz. Bu hususu çok daha geniş ve ayrıntılı bir biçimde ifade ve izaha da kavuşturabiliriz. Kuşkusuz bu da önemlidir ve çıkartılacak doğru dersler Kürt zihniyetinin doğru şekillenmesine yol açar. Kısaca bu durumun ve öneminin farkındayız. Fakat yangının derslerini sadece Kürtlerle sınırlandırırsak biraz daraltmış oluruz. Farz edelim ki söz konusu yangın Mardin’de değil de Artvin’de çıksaydı, acaba o zaman durum nasıl olurdu?
Bu soruya, yangını değerlendiren bazı çevreler ‘Devlet hemen koşup her türlü imkânla yangını söndürürdü’ diye cevap verdiler. Kuşkusuz TC Devleti Artvin’deki yangına Mardin ve Diyarbakır’daki gibi yaklaşmazdı. Bunu zaten açıkça görüyoruz. Fakat verilen cevap gibi olacağı da bize biraz kuşkulu geliyor. Çünkü koskoca Türkiye, bu denli merkezileşmiş bir sistemle yönetilemiyor. Evet mevcut sistemde merkez imkânları kullanıyor, fakat çevre aynı oranda ve düzeyde kullanamıyor.
O halde ne yapmak lazım? Çok açık ki, mevcut merkezi sistemi aşarak yerel yönetimlerin etkinliğini geliştirmek lazım. Ekonomi, eğitim, iç güvenlik, sağlık gibi birçok alanı esas olarak yerel yönetimler düzeyinde örgütlemek lazım. Mevcut merkeze göbekten bağlı valilik sistemini aşarak, seçimle iş başına gelmiş yerel yönetim sistemini geliştirmek lazım. Aslında Çınar-Mazıdağı arasında çıkan yangının durumunun değerlendirilmesinden böyle dersler çıkartılırsa ancak doğru anlaşılmış olur. Yani bu tür sorunların etkili çözümünün yegâne yöntemi demokratik öz yönetim sisteminin geliştirilmesidir.
Bununla bağlı olarak, biraz da devletten beklentili olma üzerinde birkaç şey söyleyelim. Çınar-Mazıdağı yangını üzerine değerlendirmeler haklı olarak hep devlet yönetimi ve kurumları üzerinde yoğunlaştı. Bunların bir kısmı bizzat yangını çıkartan neden içindeydi, bir kısmı da yangını söndürmeye yaklaşımı nedeniyle olumsuz ya da suçlu konumdaydı. Bu açıdan, başta DEDAŞ ve AKP-MHP Yönetimi olmak üzere ilgili devlet kurumlarına ne söylense azdır.
Ama sadece bu çevreleri eleştirmek ve suçlamak doğru ve yeterli olur mu? Aradığımız doğru çözümü verir mi? Biz doğru olmayacağı ve çözümü vermeyeceği kanaatindeyiz. Dahası bu tür yaklaşım her şeyi devlete bağlıyor ki, adeta örgütlü toplumu yok ederek her şeyi devletten bekler hale getiriyor. Peki bu anlayış ve tutum doğru mudur? Açık ki doğru değildir. Sen her şeyini devletten beklersen, devlet de senin istediğin gibi değil, her şeyi kendi istediği gibi yapar. O zaman da yakınma ve şikâyette bulunma hakkın olmaz.
Bu açıdan, yangın üzerine yapılan değerlendirmeler doğru olmakla birlikte bizce yeterli ve de geçerli değildir. Devletin bunları yapmayacağı baştan belliyken, yerinde durup da devletten beklemek ve olmayınca da yakınmak anlamlı ve sonuç verici değildir. Demokratik toplum, örgütlü halk, demokratik siyaset olma gerçeğine aykırıdır. Oysa demokratik siyasetin, belediyelerin, toplumsal örgüt ve kurumların bu konuda görev ve sorumluluğu olmalıdır. Bu tür kurumlar eğitim, sağlık, ekonomi ve güvenlik gibi sorunları çözecek kendi örgütlenmelerini bir düzeyde geliştirebilirler. Örneğin bu alanlara ilişkin örgütlenmeler yaratabilirler. Yine bir düzeyde araç-geçer temin edebilirler. Hiçbir şey yapamıyorlarsa ya da yaptırılmıyorsa, o zaman da köylerde ve mahallelerde her yaştan ve cinsten halkı eğitip örgütlü hale getirebilirler.
Örneğin Mardin ve Diyarbakır’da bu tür kurumlaşmalar ve onlara bağlı alt yapı hazırlığı yapılmış olsaydı, söz konusu yangına müdahalede bu denli zorlanma ve çaresizlik olmazdı. Yine köy ve mahallelerde halk bu temelde eğitilmiş olsaydı, en azından böyle bir durumda neyi nasıl yapacağını bilir, panik yaşamaz ve kendini çaresiz duruma düşürmezdi. O halde sorumluluğu ve suçu hep dışarıda görmeyelim; biraz da kendimize bakalım ve sorumluluğumuzu görerek onların gereğini zamanında yerine getirelim. Demokratik yerel yönetim olmak, öz yönetimli ve öz savunmalı toplum haline gelmek ancak bununla mümkündür.
Kaynak: Yeni Özgür Politika