Zihniyet devrimi ve yerel yönetimler!

Demokratik özerklik sadece devletin idari ve siyasi yapılanmasında yapılacak bir değişikliğe indirgenemez, başta kendimiz olmak üzere toplumun zihniyet yapısını değiştirmeden demokratik özerkliği inşa edemeyiz.

Türkiye pratiğinde birkaç istisna hariç yerel yönetimler genel olarak iktidar inşa eden bir çerçevenin dışına çıkamamışlardır. Devletin topluma dayattığı hiyerarşik, iktidarcı yaklaşımın basit bir uzantısı olmanın ötesine geçemeyen mevcut yerel yönetim anlayışı bu haliyle sorun çözebilmenin çok uzağında durmakta hatta kendisi sorunun bir parçası haline gelmiştir.

Devleti yönetenler rantçı/iktidarcı çevreler de özellikle mevcut yerel yönetimler de ısrarcı olmaktadırlar. Özellikle metropollerde bu süreç çok vahşi işlemekte, söz konusu kentlerde yaşayan insanların yaşam alanları, seçilen belediye başkanları, onların bağlı oldukları partiler ve meclis üyeleri, müteahhitler ve diğer rantçı çevrelerin organize hareket etmeleri sonucu talan edilmektedir.

Daha en başından itibaren topluma ait kaynakların nasıl, kimlere dağıtılacağı konusunda yoğun çalışmalar yapılan, seçim sonrasına ilişkin yağma ve talan planlarının yapıldığı mevcut yerel yönetim anlayışı toplumun hiçbir sorununu çözemediği gibi, toplumsal yozlaşmayı hızlandırmakta ve geniş halk kitlelerini politik alanın dışına atmaktadır.

GENİŞ TOPLUM KESİMLERİ POLİTİK ALANA ÇEKİLMELİ

Halbuki bir toplumda sorunların toplum yararına çözülebilmesinin en sağlıklı yolu, toplumun en geniş kesimlerinin politik alana çekilmesidir. İnsanlar yerelden başlayarak sosyo/ekonomik sorunların tespitine ve çözümüne ne kadar çok katılırlarsa o toplumda demokrasi ve sosyo/ekonomik gelişme hem daha sağlıklı hem de toplumun ve doğanın lehine olur.

Günümüz düzen belediyeciliği; belediye başkanı, onun bağlı olduğu parti, merkezi devlet ve belediye meclisinden oluşmaktadır. Dikkat ederseniz burada halk yoktur. Halbuki halkın olmadığı bir yerel yönetim ne bölgenin sorunlarını doğru tanımlayabilir ne de sorunları çözüme kavuşturabilir.

Mevcut haliyle adeta ulaşılmaz bir tanrı haline gelmiş devlet yapılanması, aynı anlayışı yerel yönetimlere de dayatmaktadır. Bu hem denetimi olanaksız kılmakta hem de halkın yerel yönetimlere katılımını neredeyse imkânsız hale getirmektedir.

Aşırı bürokratik, halka yukarıdan bakan belediyecilik yerine karşılıklı demokratik sorumluluk ve verimliliği esas alan anti hiyerarşik eşitlikçi ilişkilerin yerel yönetimlerde gelişmesinin önünü açmak yapılması gereken ilk iş olmalıdır.

TÜM FARKLILIKLAR KENDİLERİNİ İLGİLENDİREN PROJELERE KATILMALI

Ayrıca son yüzyılda artan kentleşme öncesine göre şehir yaşamını muazzam çeşitlendirmiştir. Eskiden köy, kasaba gibi küçük yerleşim birimlerinde yaşayan insanlar; inanç, etnik köken, konuşulan dil gibi toplum yaşamında önemli olan birçok konuda birbirlerine benziyorlardı. Halbuki son yüzyılda bu süreç büyük bir değişime uğramıştır.

Şehir yaşamı günümüzde muazzam bir çeşitliliğe denk düşmektedir; bu noktada tüm farklılıkların kendilerini ilgilendiren her planlama ve projeye katılımı esas olmalıdır. Ayrıca gençlik ve kadın faaliyetleri hem sosyal alanda hem de iş yaşamında büyük bir artış göstermiştir. Buradan bakıldığında kadın ve gençlik çalışmalarının güçlendirilmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Kadınlar ve gençlerin kendi meclisleri aracılığıyla yerel yönetim sürecinin bütün aşamalarına katılımının önü açılmalıdır.

YÖNETİMLERDE HALK MECLİSLERİNİ ETKİN HALE GETİRMEK…

Nüfus olarak olağanüstü bir şekilde büyümüş olan mega kentlerin oluşması süreci öncesine göre hem daha karmaşık hale getirmekte hem de katılım ve sorunların çözüm sürecini zorlaştırmaktadır. Bu durumda en başa dönmek bu birimleri küçültmek, yönetimlerde halk meclislerini daha etkili hale getirmek doğru bir başlangıç olacaktır.

Bir aşama sonra ise bütün bu yapıların ortak bir meclis çatısı altında bir araya gelmesi hem yerel sorunların hem de bütün kentin sorunlarının tanımlanması ve çözümünü kolaylaştıracaktır. Bu noktada yerel meclisler ve yönetimler arasında rekabet değil dayanışma esas alınmalıdır.

Özellikle yerel yönetimlerin gelir elde etmeleri ve bu gelirleri kullanma süreçleri tamamen şeffaf hale getirilmeli ve sadece meclis üyelerinin değil bütün halkın denetimine açılmalıdır.

DÜZEN BELEDİYECİLİĞİNDEN KOPUŞ ZORUNLUDUR

Bütün yazı boyunca aslında somut önerilerden çok düzenin rantı ve yerel değerlerin talanını esas düzen belediyeciliğinden kopuşu tartışmak için bütün bunları yazdım; sorunları ve bu sorunların çözümünü elbette yerelde bütün bu sorunlarla ilk elden muhatap olan insanlar hepimizden daha iyi bilirler.

Bizim altını kalın çizgilerle çizdiğimiz şey tek tek önerilerin doğruluğundan ziyade düzen belediyeciliğinden kopuşun zorunluluğudur.  Bunun için ise önce zihniyet olarak eskiden kopmak gerekmektedir. Fakat bu o kadar da kolay bir şey değildir; yeni sürecin düşünsel alt yapısı ve moral değerleri oluşturulmadan pratikte atılmaya çalışılan adımlar bir süre sonra düzen tarafından kuşatılarak boşa çıkarılır.

Sistemin alternatifi olabilmek için her şeyden önce ondan farklı bir zihniyet ve ahlaki duruş ortaya koyabilmeyi gerektirir. Düzenin düşünce kodları ve onun oluşturduğu kurumları hiçbir değişime uğratmadan yeni bir şey kurulamaz. Yeni bir yapılanma önce eskinin bütün düşünme kodlarının eleştiri konusu yapılmasını gerektirir. Bu da yetmez onun hiyerarşi üreten bütün kurumlarının da reddedilmesi ve halkın kendi kendini yönetebilmesinin önünü açan kurumlar inşa edilmelidir.

YEREL YÖNETİMLER TOPLUM AKLININ ÖZGÜR KILINDIĞI ALANLARA DÖNÜŞEBİLİR

Birçok çevre düzen belediyeciliğinden şikayetçi olmasına rağmen, her defasında kendilerini çokça eleştirdikleri düzen belediyeciliğinin tam ortasında bulmaktadırlar. Bunun iki temel nedeni var; ilki zihniyet olarak düzen belediyeciliğinden kopamamak, ikincisi ise düzenin kendi ilişkilerini sürdürmek için oluşturduğu bütün yönetim yapılarını olduğu gibi devralmak.

Halbuki yerel yönetimler düzen tarafından toplumun esir alınan aklının özgür kılındığı alanlara dönüştürülebilir. Rantı ve talanı esas alan düzen belediyeciliğine alternatif halkın katılımını esas alan demokratik, özgürlükçü yerel yönetim anlayışı sadece yerel yönetimlerdeki sorunları çözmez, aynı zamanda demokratik özerkliğin de alt yapısını oluşturur. Bu anlamda yerel yönetimlerin ve halk meclislerinin demokratik özerkliğin temel yapı taşları olduğunun altını kalın çizgilerle çizmekte fayda var.

Demokratik özerklik sadece devletin idari ve siyasi yapılanmasında yapılacak bir değişikliğe indirgenemez, başta kendimiz olmak üzere toplumun zihniyet yapısını değiştirmeden demokratik özerkliği inşa edemeyiz. Bunun pratikleşeceği ilk yer ise halk meclisleri ve yerel yönetimlerdir.