TÜRK DEVLETİNİN SAVAŞ SUÇLARI
Türk devletinin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları tam 2 aydır devam ediyor. Türkiye’nin de altında imzası olduğu uluslararası sözleşmeler savaş halinde bile olsa sivillerin ve sivil yerleşim yerlerinin hedef alınmasını yasaklarken, Rojava’ya dönük hava ve kara saldırılarında siviller ve sivil yerleşim yerleri doğrudan hedef alınıyor. 8 Ocak ile 30 Ocak arasında Tişrîn Barajı’nda 23 kişi şehit düşerken, 220 kişi ise yaralandı. 8 Ocak ile 1 Şubat arasında ise Kuzey ve Doğu Suriye’nin farklı kentlerinde 18 kişi şehit düşerken, 38 kişi de yaralandı. Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Sağlık Kurulu’nun verilerine göre, 8 Ocak ile 1 Şubat arasında (25 gün) 41 kişi şehit düştü, 258 kişi ise yaralandı.
Türk devleti ve ona bağlı çete grubu olan Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) Rojava’ya dönük saldırılarının uluslararası hukuk boyutunu, insan hakları ve ceza hukuku alanında yaptığı çalışmalarıyla dünyaca isim yapan İtalyan Avukat Ezio Menzione ile konuştuk.
Av. Ezio Menzione, Türk devletinin Kuzey ve Doğu Suriye’de işlediği savaş ve insanlık suçlarının masaya yatırmak amacıyla 5-6 Şubat tarihleri arasında Brüksel’de kurulan Halk Mahkemesi’ne de yargıç olarak katılıyor.
‘AMAÇ GÜVENLİKLİ BÖLGE DEĞİL İŞGAL’
Türk devletinin Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılarının uluslararası hukuk nezdinde her şeyden önce bir işgal hareketi olduğunu kaydeden Av. Menzione, “Türkiye’nin saldırılarından kaynaklı bölgedeki durum daha kötüye gidecek. Şu anda Türkiye, Suriye konusunda gücünün zirvesinde. Türkiye’nin sadece kendisi için sözde ‘güvenli’ bir bölge kurduğu biliniyor. Bu ‘güvenli’ bölge oluşturma durumu ve isteği, 2019'da gerçekleşen ve sonraki yıllarda da devam eden gerçek bir işgal ve saldırganlık hareketi ve eylemidir. Beşar Esad'ın düşüşünden bu yana, Türkiye'nin eli daha serbest, genişlemek ve siyasi durumu etkilemeye çalışmak için serbest bir alanı var. Ana hedefi ya da en azından birincil hedeflerinden biri, Kürtleri Suriye'nin kuzeydoğusundaki özerk yönetimlerinden mahrum bırakmak. Türkiye'nin ana kaygısı budur.
Türk hükümetinin sözde güvenli bölgeyi Suriye'nin kuzeydoğusunun en uç noktasına, Irak sınırına kadar genişletme niyetinde olduğuna ya da en azından bunu düşündüğüne inanıyorum. Kritik mesele budur. Kürtler tüm güçleri ve kararlılıklarıyla Türkiye’nin bu genişlemesini engellemek istiyor” dedi.
‘SAVAŞ VE İNSANLIĞA KARŞI SUÇLAR KAPSAMINDA’
Türk devletinin Rojava’ya dönük saldırılarının açıktan savaş ve insanlığa karşı suç teşkil ettiğini ve durumun uluslararası toplumun korumakla yükümlü olduğu Cenevre Sözleşmeleri’nin ihlali kapsamında olduğunu kaydeden Av. Menzione şunları kaydetti: “Türk devleti Rojava’da kesinlikle savaş suçu işliyor. Bu savaş suçları sadece şu anda yaşananlarla sınırlı değil. Aynı zamanda en azından son beş yıldan beridir yapılan saldırılar, bu savaş suçları kapsamında.
Örneğin hastanelerde, sağlık merkezlerinde yaşananlardan da bahsetmek istiyorum. Benzin istasyonlarında olanlardan... Özellikle su tesislerinde yaşananlardan…Türkiye'nin insanları kamplarda kalmaya zorlamasından, yerinden etmesinden bahsetmiyorum bile. Müsamaha gösterilmemesi gereken bir durum. Bu başlı başına bir suç ve sivillere karşı olduğu için daha da büyük bir suç.
Ne Türkiye'nin ne de Suriye'nin Roma Statüsü’nü imzalamadığını ya da taraf olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla uluslararası teamül hukukuna başvurulmadığı sürece tüzüğün bu iki ülkeye uygulanması zordur. Bununla birlikte Cenevre Protokolü I'de bu eylemlerin birçoğunu insanlığa karşı suç olarak sınıflandıran çok açık hükümler bulunmaktadır. Suriye'nin kuzeydoğusunda yıllardır belgelenen saldırıların çoğu bu kategoriye girmektedir.
Her şeyden önce siviller, özellikle de Suriyeli Kürtler su, ilaç, gıda, yeterli barınak ve benzeri temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılıyor. Tüm bu ihlaller Cenevre Sözleşmelerinin I. Protokolünün 54. Maddesi’nin ihlali kapsamına girmektedir. Türk hükümetinin Suriye'nin kuzeydoğusunda ihlal ettiği tek madde de bu değil”.
‘BM KRİZ İÇERİSİNDE’
Cenevre Sözleşmeleri’ni korumakla yükümlü olan organların başında gelen Birleşmiş Milletler’in (BM) Rojava’ya dönük saldırılar karşısındaki tutumunu da değerlendiren Av. Menzione, devamla şunları ekledi: “BM’nin yaşananlar karşısındaki sessizliği, bu kurumun şu anda içinde olduğu büyük krizi gözler önüne seriyor. BM, birçok çatışmada sağlam bir duruş sergileyememektedir. İşgal altındaki Filistin topraklarında neler olduğunu düşünün. Belki oradaki durum Suriye'nin kuzeydoğusundakinden daha kötü ama aşağı yukarı aynı seviyede.
Bazı durumlarda, örneğin Türkiye'nin kendi Kürt nüfusuna davranış biçimi, Gazze'de yaşananların bir provası gibi. 2015 ve 2016'da Türkiye'deki bazı Kürt şehirlerinde yaşanan bombalamalar, Gazze'de son bir buçuk yıldır yaşananların sadece bir başlangıcıydı. BM'nin kör ve uykuda gibi göründüğü bir krize tanıklık ediyoruz. Aslında siyasi olarak felç olmuş durumda. Bu nedenle BM'yi net bir tavır almaya zorlamak için mümkün olan her şekilde baskı uygulamalıyız.
BM'nin belirli bölgelere müdahale güçleri konuşlandırma kabiliyeti var mı bilmiyorum ama yine de en azından bu mazlum insanların güç alabileceği sağlam bir duruş sergileyebilir”.
‘TÜRKİYE BATI’DAN GÜÇ ALIYOR’
Türk devletinin Batı’dan güç alarak Kürtlere karşı ağır suçlar işlediğinin altını çizen Av. Menzione, “Türkiye hem kendi içerisinde hem de sınırları ötesinde işlediği suçlarda Batı’nın tutumu önemli. Türk devletinin her şeyi yapmasına göz yumulması veya bunları yapmasına izin verilmesi, bu durumun bir göstergesi.
Aktüel olarak Türkiye, tüm sınırları boyunca bir saldırganlık sistemi geliştirmiş durumda. Bu durumdan birinci derecede sorumlu olan Erdoğan, bu yaklaşımı tüm komşu ülkelere hatta bir zamanlar barışçıl bir sınır olarak kabul edilen Ermenistan'a bile yaymak niyetinde. Birkaç yıl önce, iki ülke arasındaki sınırların açılması için bir anlaşmaya varılacak gibi görünüyordu. Artık kimse bundan bahsetmiyor; bunun yerine tartışmalar Türkiye'nin Dağlık Karabağ sorununa müdahil olmasına odaklanıyor ve aynı durum Irak ve Suriye için de geçerli.
‘ROJAVA MODELİ TÜRK DEVLETİNİ KORKUTUYOR’
Tabii ki Suriye, Türkiye ile bin kilometreden fazla bir sınırı paylaştığı için ana odak noktası. Türk hükümetinin düşünemediği, onlar için hayal bile edilemeyecek olan şey, özerk bir Kürt bölgesi ya da yönetimidir. Bu, Türkiye'nin kendi Kürt nüfusu için bir örnek teşkil edecektir; ki Erdoğan'ın engellemek istediği de tam olarak budur.
Son yıllarda bir dönem Türkiye Kürdistanı'nda çok zaman geçirdim ve oradaki Kürtlerin Rojava'yı nasıl bir model olarak gördüklerini gördüm. Takip edilecek bir örnek olarak görüyorlar ve bu tam da Erdoğan'ın istemediği şey. Bu yüzden Suriye’deki özerk Kürt bölgesini hedef alıyor” dedi.